Hatırlayın, 29 Kasım 1999’da Fatih’ten kaçırılan İzzettin Yıldırım’ın naaşı, 17 Ocak 2000’deki baskınlarda Ümraniye’deki bir hücre evinde bulunmuştu. Yıldırım, domuz bağı yöntemiyle katledilmişti. Yıldırım’ın Fatih Cami’indeki cenazesine on binlerce kişi katılmıştı…
Aradan tam yirmi yıl geçmiş.
Şimdi 2019 yılındayız.
Domuz bağı cinayetinin gerçek faillerinin kendilerini gizlemek gibi bir dertleri yok!
Her zamanki gibi malum işlerini yapıyorlar! İnsanları derdest edip, aynı cinayetleri tekrar işlemek için fırsat kolluyorlar! “Bu kadar da olmaz” demeyin! Birilerine iftira filan attığımızı, boşa kürek salladığımızı sanmayın. Katillere her yol mubahtır!
Görünmemeleri bilinmedikleri anlamına gelmez!
Bazen kendilerini öyle ifşa ediyorlar ki, milletin gözünün içine baka baka “BURADAYIZ!” diyorlar!
Tıpkı 28 Şubat sürecinde terör iftirasıyla tutuklanan,16 yıl boyunca tek kişilik hücrede en ağır işkenceler ile zulüm gördükten sonra, 2014 yılında ‘suçsuzmuşsun’ denilerek tahliye edilen Salih Mirzabeyoğlu ve gönüldaşlarımıza yönelik sosyal medya paylaşımlarının “terör suçu” kapsamına alınması gibi!
Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kişisel Facebook hesabında İBDA mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarını, sözlerini ve videolarını paylaşan Zülfikar Görür adlı vatandaş hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan iddianame hazırlaması gibi!
28 Şubat darbecilerinin tezgâhıyla 1999’da tutuklanan, işkencelere maruz kalan ve yıllarını tek kişilik hücrede geçirdikten sonra 2014’te tahliye edilen mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerini okumak ve ona dair bir şeyler paylaşmak, Cüneyt K. ve Selim I. isimli Cumhuriyet Savcılarının 2019/2008 Esas, 2019/260 no’lu iddianamesine göre ‘suç’muş!
Yirmi yıl sonra, “domuzbağı cinayetleri”ni hatırlamanın tam zamanı! O cinayetlerde parmağı olanların Müslümanlara olan kini her zaman bakidir!
28 Şubat darbecilerinin “İRTİCA PKK’DEN DAHA TEHLİKELİDİR!” yalanını bir şekilde ispat etmeleri gerekirdi!
Olmayan tehlikeye inandırmak için kurdukları plan devreye girdi!
Adım adım kendi maşaları vasıtasıyla yaptıkları vahşeti gözler önüne serdiler! İddia, cinayetleri Hizbullah'ın işlediğiydi. Ama bu cinayetleri işlediği iddia edilen herkes öldürüldüğü için işin aslını öğrenebilmek mümkün olmamıştı.
Öyle cani insanlardan oluşmuş bir örgüt ki, “Domuz bağı cinayeti” ile öldürdükleri insanları, kendi oturdukları yerin altına gömüyorlardı. İşte sizin “Müslüman dediğiniz İslamcılar bunlar” demek istiyorlardı.
Bunu dediler!
Tıpkı Irak ve Suriye’de yıllar sonra peydahladıkları IŞİD gibi!
IŞİD’i sahaya sürdüler, onların caniyane eylemlerini vesile kılarak bütün dünyada MÜSLÜMAN avına çıktılar!
Hizbullah adı altında işlenen DOMUZBAĞI CİNAYETLERİ ile halkın gözünü bağladılar, yargı mekanizmasını brifinglerle denetim altına aldılar halen sürmekte olan 28 Şubat zulmünü icra ettiler!
O zulüm kaldığı yerden değil, o zamandan bu zamana kesintisiz devam ediyor!
Bunların eline fırsat geçse, MEVLEVÎ İBRAHİM HAKKI EFENDİ’ye yaptıkları zulmün tekrarını aynı şekilde hiç tereddüt etmeden Şehid’i muazzez Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na da yaparlar!
“Erzincanlı Mevlevî Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi, vaaz ve eserleriyle halk arasında çok sevilen bir ilim adamı, Sultan Abdülhamit ve Reşad döneminde saray vaizidir. 1915’de Erzincan ve çevresinde topladığı Mevlevî gönüllüleriyle gittiği Kanal Savaşı’ndaki mücahitlerdendir. Cevval biri olarak bilinir. Atıf Hoca’nın idamından 4 ay sonra Erzincan’a gelen İstiklâl Mahkemeleri, Ankara’dan aldığı emirle İbrahim Hakkı Efendi’yi arar ama bulamaz. Gıyabında gerçekleşen tek celsede, asılarak idam kararı çıkar. Bu sırada Kemah’taki köyünde olan İbrahim Hakkı, askerlerin geleceği gün rüyasında Peygamber Efendimiz’i (sav) görür ve ailesiyle helalleşir. Sabah ezanı okunduktan sonra namaza durur. İkinci rekâtta secdede ruhunu Rahman’a teslim eder.
Hakkında arama emri bulunduğu için oğlu babasının vefatını jandarmaya haber verir. Seyyar mahkeme doğrulatmak için bir heyet gönderir. Mezarın açılmasını isteyen askere köylü karşı çıkar ama beş gün önce defnedilen cenazenin yüzü açtırılır, köylüye onaylatılır.
Kefeniyle birlikte çıkarılan cenaze kurulan darağacında asılır. Kemah Nahiye Müdürü’nün “Adamcağız zaten ölmüş niye asıyorsunuz?” sorusuna verilen cevap şöyledir: “Mahkeme asılarak idamına karar vermiş. Biz kararı yerine getiriyoruz.”
İktidar, bu zulme dur demek istiyorsa, milleti esir alan domuz bağı cinayetlerini çözmeli! Faillerini bir bir yargılamalı! 28 Şubat kararları ile Zindanlarda esir tutulan Müslümanların gasp edilmiş haklarını iade etmeli! Darbeci asalakların kökünü kalıntıları ile birlikte her yerden kazımalı!
Askerde Temel’e sormuş komutan:
-“Oğlum dağda tek başınasın karşına bir ayı çıktı ne yaparsın?”
-“Çeker silahımı vururum oni”
-“Oğlum silahın yok!”
-“Ağaca çıkarım!”
-“Ağaç yok!”
Temel ne dediyse, komutan ona hep “o yok, bu yok!” demiş! Sonunda, Temel’in tepesi atmış ve,
-“Ula kumandanum sen benden yana misun, ayıdan yana misun?” demiş!
Bunun gibi, iktidarın mazeret üretecek bir gerekçesi yoktur! Domuz bağı ile milleti bağlayanlara karşı mücadele edeceği her vasıta emrinde!
Hakim olamadığın bir alan senin mekanın olamaz!
Baran Dergisi 642. Sayı.