Esselâmü aleyküm.
Sizi dün arayamadığım için kusura bakmayın.
Ne var ne yok?
(Av. Güven Yılmaz, her şeyin yolunda olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Ben iyiyim. 
Sayın Bakan Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?
(Carlos, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun tahliye edilip bakan yapılması gerektiğine dair çok uzun zaman önce yaptığı bir değerlendirmeye atıfla lâtife yapıyor. Av. Yılmaz da, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu söylüyor.)
Zaman gazetesi idarecisiyle ilgili mesele ne âlemde?
(Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın 14 Aralık 2014 günü gözaltına alınmasıyla ilgili olarak, biraz mizahî ama oldukça ciddi bir edâyla konuşmaya başlıyor Carlos.)
Ama ben onu tutuklayanlarla aynı fikirde değilim. Tutuklamak yerine asmalıydılar onu! Şöyle boynundan! Gülenci değil mi neticede o; öyleyse tutuklanması yanlış.
Bu kişinin tutuklanmasına, karıştığı para veya vergi olayları neden oldu sanıyorum.
Neyse; iyidir, iyi.
Türk halkına çok zarar verdi bu insanlar. Medya manipülasyonu, yalanlar, vesaire…
Erdoğan’la aramızdaki tüm politik farklılıklara rağmen, etrafta dolaşan çoğundan daha iyi bir insan aslında o. Gerçekten! Berbat bir ortam var zira.
Yine iyi insanlar olan Kemalistler de var gerçi. “Bazı” vatansever Kemalistleri kastediyorum elbette; İsrail ve NATO’ya karşı olmayan münafıkları değil.
Türkiye’deki politik sınıfın durumu hiç de iyi değil bu bakımdan. Şimdi biraz değişiyor ama böyle.
Sanıyorum, Mirzabeyoğlu, önce İçişleri Bakanı, sonra Başbakan, elbette ve nihayet Devlet Başkanı olunca değişecek her şey (Carlos gülüyor).
Her neyse… Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, CIA’nın yaptığı işkencelerle ilgili olarak, ABD Senatosu İstihbarat Komitesi’nin hazırladığı rapor hakkında ne düşündüğünü soruyor Carlos’a. Cevab, “ironik” bir üslubla geliyor.)
Aa, bir iftira bu! CIA’nın insanlara işkence yaptığına inanamam. Siz inanabiliyor musunuz? Dünyanın demokrat bir numaralı gücü olan ABD, insanlara böyle işkence etsin; yok, yok, bir iftiradır bu! Böyle şeyleri icad edip koyuyorlar ortaya! İnanılmaz bir şey, değil mi?..
Size bir şey söyleyeceğim:
Bizzat benim bile CIA’dan arkadaşlarım vardı. Ülkemin insanıydılar. CIA’ya devşirmeye dahi çalışmışlardı beni. Bundan 40 yıl öncesinden bahsediyorum. Daha önce de o kişilerden, özellikle birinden bahsetmiştim size. 1920 doğumlu olduğuna göre, artık ölmüş olabilir, bilemiyorum. Neyse…
İşkence, herkes tarafından kullanılan bir şey. Elbette bizim örgütümüz hariç! (Carlos gülüyor).
Demek istediğim; hiç de yeni bir mesele değildir ABD’de yapılan işkence. Kaldı ki, sadece CIA’nın yaptığı işkencelerden bahsetmek de yanlış. ABD ordusunun güvenlik servislerinin yaptığı işkenceler de vardır çünkü. Elbette insanlara işkence yapıyor CIA, elbette gizli hapishâneleri var, ama “yeni şeyler” değil bunlar. CIA kurulmadan önce de yapılıyordu zaten.
ABD polis kuvvetleri -sadece millî polis kuvvetlerini değil, başında şeriflerin olduğu mahallî polis kuvvetlerini de kastediyorum-, belki hepsi yapmasa bile, yaygın biçimde işkence uygulamaktadır. Kanun dışı da olsa böyledir durum.
Kanun deyince; unutmamalıyız ki, olağanüstüdür ABD kanunları. ABD Anayasası’na gelince; Korsika Cumhuriyeti Anayasası’na dayanmaktadır. Korsika’dan ilhâm almışlardır ki, dünyanın başka yerlerinde olmayan haklar vardır orada.
Ne var ki, güvenlik güçleri eliyle korunan emperyalist ve ırkçı bir sınıf sistemidir bu.
Diyeceğim o ki, öyle “CIA!.. CIA!..” demekle bitmiyor iş. Tabiî ki insanlara işkence yapıyor CIA, tabiî ki insanları öldürüyor ve suikast düzenliyor; bunu biliyoruz zaten. 
Üstelik, tam da CIA yüzünden zındandayım bugün ben. Fransızların falan alâkası yok bununla. Fransızlar sadece örtbas ediyor ve Fransız servisleri içerisindeki ABD ajanları da benimle uğraşıyor. Kaldı ki, Fransız servislerinde çalışanlar da, çoğunlukla ABD ajanı olmayıp, Fransa’nın taraftarıdırlar yalnızca. 
Buna rağmen, ilk günden bugüne hep işkence vak’aları işitiyorum burada. Öyle siyasî mahpuslar da değil üstelik, alelâde suçlulara bile polis tarafından işkence yapıldığı olur. 
İşkence denilen hâdise, yeni bir şey değil kısacası.
ABD de, aynı şekilde, uzun zamandır, hattâ bağımsızlığını kazandığı günden beri, işkence yapıyor insanlara.
Bu vesileyle; yine unutmayalım ki, İngiliz sömürgeciler belli bir takım haklar tanımışlardı Kızılderili kabilelerine. Ülkenin doğusunda Kızılderili bölgeleri, Kızılderili kabileleri vardır; onlara. Mülk edinme ve merkezî hükümete vergi vermeme gibi haklar. ABD federasyonu kurulunca, İngiliz sömürgecilerin Kızılderililere verdiği hakları Amerikan devleti de tanımak zorunda kaldı.
Fakat aynı ABD, yaptığı emperyalist bir savaş ile batıda veya güneybatıda Meksikalılardan ve İspanyollardan zorla ele geçirdiği topraklarda yaşayan Kızılderilileri ise tam anlamıyla kıyıma uğratmış; bunların çok azı hayatta kalabilmiştir. Onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca Kızılderili, ABD federasyonunun, ABD cumhuriyetinin ordusu tarafından, gerek vurularak, gerek aç bırakılarak, gerek sürgün edilerek, gerek hasta edilerek, gerek tecrit edilerek, gerekse başka yollarla katledilmiştir.
Budur işte ABD’deki durum. 
Velhâsıl, bir işkence ve toplu imha geleneği mevcuttur ABD’de; insanlara uyguladığı böyle bir geleneği vardır onların.
Yine, II. Dünya Savaşı’nda, Avrupa’daki Amerikan ve İngiliz bombardımanlarında ölenlerin sayısı, altı yıla yakın savaşan Almanların gerçekleştirdiği bombardımanlarında ölenlerden fazladır. 
Anglosakson emperyalist güçlerin, insan hayatına saygı göstermemesi gibi bir mesele vardır ortada. 
Ele geçirdikleri Amerikan muhaliflerini gizlice naklettikleri uçakları biliyorsunuz. ABD’nin bu konuda suç ortağı olduklarını saklamak zorunda kalmalarına rağmen, birçok ülkenin dahil olduğu ve bir kısmı deşifre edilen bu hâdiseler hâlâ sürüyor. Meselâ, Afganistan’dan uçağa bindirdikleri tutsakları getirirken, Fransa’da bile durup, “tarama” gerçekleştiriyorlar. Oysa -suç ortaklığı yapmak yerine-, bu uçaklara kim olduklarını ve hangi kargoyu taşıdıklarını sormalıydılar. Montreal Sözleşmesi’nin gerektirdiği, yâni “uluslararası hukuk”un emrettiği budur çünkü. 
Ne var ki, tam tersi yapılmakta; gizli bir kargo taşıyarak gizli uçuşlar gerçekleştiren bu “bayraksız” CIA uçakları, hem Fransa ve hem de diğer Batı Avrupa ülkeleri üzerinden serbestçe geçip gidebilmektedir. 
Öbür tarafta ise, Moskova’dan ülkesine dönüş yolunda olan Bolivya Cumhurbaşkanı’na, Batı Avrupa’daki herhangi bir NATO ülkesi üzerinde uçuş izni verilmemektedir. Niçin peki? Çünkü CIA’dan basit bir telefon gelmiş de ondan! Geçiş izni yokmuş Bolivya Cumhurbaşkanı’nın! ABD’nin köpekleri sanki bunlar. Öyle devlet ve hükümet başkanlarını falan arama gereği bile hissetmiyorlar, hava sahasından sorumlu yetkilileri telefonla arıyorlar; o kadar. Doğrudan CIA’dan emir alıyorlar yâni. Benim icad ettiğim bir şey de değil bu, bu sene yaşanmış, herkesin bildiği bir şey.
Diğer bir ifâdeyle; işkence ediyor, öldürüyor, korkunç şeyler yapıyorlar.
Yoldaşlarımızdan -FHKC’den- İsviçreli yoldaşım [Bruno Breguet], benzer biçimde ortadan kaldırılmıştır. İtalya ve Yunanistan arasında seyahat eden bir gemiden özel kuvvetler tarafından alınmıştır. Hernekadar Yunanistan, “bizim özel kuvvetlerimiz gerçekleştirdi!” demeye çalışmışsa da, bunlar Yunanlı falan olmayıp, muhtemelen Amerikalı olan NATO komandolarıdır. Derken, yoldaşımı sorgu için Macaristan’a götürmüşler, orada da kaybetmişler, yâni sorgularken öldürmüşlerdir.
Dahası da var. Afganistan veya başka yerlerden Guantanamo’ya gerçekleştirilen gizli uçuşlarda, sadece El-Kaide veya Taliban yetkili ve savaşçıları değil, alelâde insanlar da taşınmaktadır. Farzedelim ki El-Kaide veya Taliban militanları kendilerine karşı savaşan unsurlardır ve bu bakımdan sözkonusu transferler belki “düşmanı vurmak” tarzında anlaşılırdır. Ancak mesele bundan ibaret değil ki! 
Özellikle Pakistan’daki servisler veya polis, hem de mahallî polis tarafından ABD’ye satılıp sevkedilen başka birçok insan daha vardır ve Pakistan güçleri bazı fakir insanları yakalayıp, “alın size El-Kaide elemanı!” diye Amerikalılara teslim etmektedir onları. Hâlbuki, El-Kaide’yle, cihadla, silâhlı mücadeleyle falan alâkası olmayan, bir kısmı seyahat etmeye, bir kısmı ticaret yapmaya gelmiş, bir kısmı da mültecî statüsünde, Arab veya başka yabancı milliyetlerden insanlardır bunlar. Yakalanıp götürülen bu insanlar, yıllarca hapsedilmekte ve işkence görmektedirler.
İşte bu durum, müslümanların topluca takibata uğratılması şeklindeki deliliği doğurmaktadır. Yalnız, dikkat edin, saldırdıkları insanlar “müslüman”dır! Yâni, İslâm’a saldırmaktadırlar.
El-Kaide veya Taliban’la aynı fikirde olmayabilir bir insan. Ancak şunu da kabul etmek zorundadır o kişi: Bu insanlar, dürüsttür, paralı asker değildir; hattâ Şehid Usame bin Ladin –Allah rahmet eylesin- ve diğer birçokları gibi, kendi ceplerinden ödedikleri parayla savaşmaktadırlar. Amerikalıların veya Amerikalılara çalışan tüm ajanların yaptığı gibi, ceplerini doldurmaya çalışmamaktadırlar. Amerikalılara sırf para için ajanlık yapanlar bir yana, ideolojik olarak aynı fikirde olsalar bile yine iyi para almaktadırlar.
Kısacası, korkunç bir suçtur Amerikalıların işlediği ve tüm dünya tarafından da keşfedilmiştir artık bu.
(Carlos, gizli Amerikan ordu belgelerini basına sızdıran ve şu ân Rusya’da geçici sığınma altında yaşayan eski CIA ve NSA bilgisayar uzmanı Edward Snowden vesilesiyle konuşuyor ve bu insanın sızdırdığı belgeler vesilesiyle de görüldüğü üzere, insanlığa karşı işlenen yaygın suçların failinin ABD olduğunu, bunun herkes için artık âşikar olduğunu olduğunu söylüyor… Peşinden, ABD ve Sovyetler’i karşılaştırarak, Sovyetler’de tüm topluluklara Sovyet otoritesini tanıdıkları takdirde haklarının verildiğini, ancak ABD’de böyle olmadığını, polisçe öldürülen zenciler dolayısıyla bugünlerde çok gündemde olup gürültü koparsa da, polisin insan öldürmesinin ABD’de sürekli yaşanan alelâde bir hâdise olduğunu, bunun 200 yıldır böyle olduğunu vurguluyor, ortada “yeni bir mesele” bulunmadığını ifâde ediyor…)
Şayet Türkiye’ye de bakarsak; Türkiye’nin de bu te ABD’nin suç ortağı olduğunu görürüz. Türk hava sahası ile Türk üsleri, Afganistan veya Pakistan’dan alınan mahpusları nakletmekte oldum olası kullanılmaktadır. Türk hava sahasından binlerce uçuş gerçekleştirilmekte ve yine Türk üslerine de inip kalkmaktadır bu uçaklar. Bu söylediklerimi kendim icad ediyor değilim; gerçektir bunlar.
Şimdi teferruatına girmek istemiyorum, ancak, cezaevinde olduğum için şu dönemde olan bitenler hakkında konuşamasam da, Türkiye’de geçmişte neler olup bittiğine dair bildiğimiz bazı şeyler vardır. Türkiye’de bulunup da o bölgeye bakan bazı “gözler”e sahibtik çünkü. Daha fazla detay veremiyorum ama insanlar anlayacaktır. Ezcümle, Türkiye’de olup biten bir sürü kirli şeyi biliyorduk.
(Carlos, Türkiye’deki NATO üslerinde çalışan veya kapısında muhafızlık yapan, aralarında kendilerine sempati duyan Kemalist subayların da bulunduğu “gözler”den bahsediyor kısaca ve üslerde dönen dolapları bu yolla öğrendiklerini söylüyor…)
Yâni, “işkence” bahsinde yeni hiçbir şey yok ortada ve şimdi bazılarının, özellikle bazı yetkililerin çıkıp da “aa, bu çok berbat; aa, bu çok korkunç; aa, neler oluyor böyle?” tarzında saf numarası yapması ikiyüzlülüktür. Çünkü herkesçe bilinen ve tamamen kökleşmiş bir “işkence” meselesi sözkonusudur.
(Devamı haftaya)
Baran Dergisi 414. Sayısı...