Bir “günlüğü” kim yakar? Ya günlüğü kaleme alan kişi yahut ona haset duyan birileri… Bizim bahsini ettiğimiz günlüğün başına gelenler, dolaylı olarak ikincisinin kapsamına giriyor. Nitekim, Metris’te, 25 Ocak 2000 yılında “Noel Baba Operasyonu” ile yakılıp yıkılan İbdacıların kaldığı koğuşta bir gönüldaşımız şehid olmuş, onlarca gönüldaşımız da yaralanmıştı. O koğuşta, tutuklu insanların üzerine zehirli gazlar, G-3 silahlarla saldıranlar, orayı yakıp yıkarken, aynı zamanda orada “yaşananları” da yok etmeye çalışıyordu. Oradaki insanlarla birlikte, o mekândan azade şekilde yaşanmış “gerçeklikleri” de yok etmek istiyorlardı. Bir terminatör-yokedici gibi, bırakmak istemiyorlardı “hakikatin temsilcisine” teslim olmuşların peşini… Üstelik şimdi bile, Noel Baba Operasyonu’nda “cezaevinde operasyona maruz kaldıkları için” cezalar yağmaya devam ediyor hâlâ…
İşte o süreci, “99 Süreci”ni, Metris Süreci’ni, oradan Bolu’ya uzanan süreci Şükrü Sak’ın yeni yayınlanan günlüklerinden okurken, bir yandan o döneme dair yaşadığımız o “olağanüstü gerçeklikler”, hem de bugün yaşadığımız “kekremsi” hayat, bir bir gelip dikiliyor karşımıza.
Şükrü Sak, Metris’te tuttuğu günlüğü, Noel Baba Operasyonu sırasında kaybetmiş. G-3 mermisiyle vurulup düşene kadar tuttuğu günlük artık mevcut olmasa da, operasyon sonrası süreçte tuttuğu günlük ve elbette hafızasının yardımıyla, “Gerçek Hayata Hoşgeldiniz” isimli kitabı çıkarmış ortaya.
Gazeteci-yazar Şükrü Sak’ın, “Gerçek Hayata Hoşgeldiniz – Metris’ten Bolu’ya Cezaevi Günlüğü”, yayınlanan ikinci kitabı. Bu günlüğü yayınlama düşüncesini açıkladığı önsözünde, çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor yazar:
- “Bir dünya görüşüne, fikre dayalı olarak yürütülen devrimci mücadele, bütün cepheleriyle bir bütündür. Cezaevleri ve pratikleri de bu bütünün bir parçasıdır. Bu anlamda kendi geçmişine sahip çıkamayanlar, bir devrim “inşaı”ndan söz edemezler. Geçmişin “pratik tecrübe ve birikim” olarak “bugüne” taşınması, devrimin harcına katılması; aslolan budur ve onun değeri de burada; yoksa, “devrim” gayesinden “sapmış” olanların, cezaevinde yatmış olması da bir anlam ifade etmez! (…)
Her şey unutulup gitmemeli. Yaptığımız her şeyi Allah rızası için yaptık; verdiğimiz kavga, mücadele bunun içindi. Evet gerçek bu. Fakat bir de bugünden geriye doğru baktığımızda, yaşanan onca şeyin “unutulup gitmesi” gibi bir tehlike ile karşı karşıyayız. Bunu aşmak için de, kavganın, mücadelenin, ödenen bedellerin, akıtılan kanın, göğüslenen tehlikenin, kısaca bizi bugüne getiren “geçmişin” kitapla kayıt altına alınması gerekiyor; yazmak bunun için…”
Günlükte neler var? Baştan sona, Metris’e gelen gönüldaşlarını “Gerçek Hayata Hoş geldiniz” diyerek karşılayan “Kumandan” var aslında. Ve O’nun destanlık mücadelesi…
Noel Baba Operasyonu’ndan sonra Metris’te kalan birkaç tutukludan biridir Şükrü Sak… Orada, operasyon öncesi “kedi” olan memurların, operasyon sonrası “arslan kesilme” çabalarını, bu çabaları nasıl boşa çıkardıklarını anlatıyor meselâ… Boydan boya alçılı bacağıyla, aylar süren bir tecrid ve işkenceye dönen tedavi (!) sürecinde yaşadıkları, bir insanın dayanabileceği şeyler değil… Onlara bu dayanma gücünü veren şey ne? İşte bunun cevabı var kitapta…
Günlükte başka neler var? Okuduğu kitaplardan notlar, bunlara dair düşünceler, şiirler, türküler, grevler, direniş, kavga, çay, duvarlar, tesbih, o zamanlar dört yaşlarında olan, şimdi üniversite öğrencisi olan oğlu Salih Ahmet, hücre, adlî mahkûmlar, gazete haberleri… Tüm bunlar, ilginç bir şekilde, sizi o rutubetli cezaevi hücrelerine, orada “gerçek insan” olarak kalma mücadelesine, duvar oyuklarından çıkan koca koca farelerin ayak seslerine âşina kılıyor.
Şükrü Sak, Metris cezaevinden çıktıktan sonra 2012 yılında, hakkında açılan davaların on küsur yıl sonra sonuçlanması ile yeniden cezaevine girdiğinde, dört ayrı cezaevi geziyor. Sonunda ise herkesin bildiği gibi Bolu F Tipi cezaevine geçiyor. Bir süre sonra da Salih Mirzabeyoğlu’nun havalandırmasına açılan yan hücresine.
Bolu cezaevinde, mazgallardan haberleşiyorlar diğer hücrelerle. Şükrü Sak, yıllar sonra ilk kez, işte bu mazgaldan duyuyor Kumandan’ın sesini… Ve o mazgal konuşmaları esnasında “Telegram”a şahitlik ediyor. Çok ilginç örneklerini bulacaksınız kitabta… Kumandan’ın kaldığı hücrenin yanındaki hücreye geçtiğinde, O’nu gördüğü ilk ânı şöyle yazmış günlüğüne:
- “O’nun yüzü… Arkasından güneş vurmuş, onun yüzünü görüyorum, Sokrates gibi! Tarihî bir zaman dilimindeymişiz gibi. Bir ıssızlık var her tarafta. Duvar sessizliği, sessiz sessiz duran duvarlar var. Bir hava katıyorlar buraya. Herşey susuyor burada sanki... Güneş arkadan vuruyor, müthiş bir tablo. Anlatmam biraz zor. Tebessüm eden hâli…”
Günlükler işte bu noktada bitiyor. Şöyle bir notla:
- “21 Ocak 2013’ten, 22 Temmuz 2014’de Kumandan tahliye oluncaya kadar geçen zaman?.. Yaklaşık olarak on sekiz ay devam eden “zindan konuşmaları”… Bu “on sekiz aylık” bölüm, burada yok! Belki ilerde – o da kısmet olursa. Yâni bir bakıma, arkası yarın…”
Yâni, kitap bitmiyor aslında. Devamı gelecek… “99 Süreci”nden 22 Temmuz 2014’de Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevinden çıkışına kadar tarihî günlere şahitlik edenlerden biri olan Şükrü Sak, yaşadıklarını yazma “sorumluluğunu” yerine getiriyor. Unutmamak, unutturmamak, “İslâm devriminin harcına kanıyla, emeğiyle, kalemiyle katılmak için”…
Kitabın önsözünde belirttiği gibi, “unutursak kalbimiz kurusun!”…
Not: Kitabı İstanbul-Fatih’te Gölge Kitabevi’nden (Tel:0212 511 00 65) ve Kitapyurdu.com internet sitesinden alabilirsiniz.
Baran Dergisi 484. Sayı