Bir aslan kadar cevval, krallara yaraşacak kadar ihtiraslı, bir ân sonra hubrisliğin nişanesi ve bir sineğin kanat çırpma isteğinin ardından bunu başarabildiği o âna denk, o kısacık anda sevgiye muhtaç bir hâl. Günah yahut sevap bilmeyen yırtıcı bir panterin avcı kabiliyeti onun vücudunda gezinen her kan damlasında mevcut. Şefkat isteyen içgüdüleri meçhul bir şekilde tetiklendiği zaman ise yeni doğmuş bir bebe gibi masum... Bazı işveli kadınlar ve yahut da küçük bir nazar ettiğinde bu kadınlara sempatik gelen o adamları tarif etmek için “şeytan tüylü” derler hani, işte öyle bir niteliği var bahsettiğimiz yırtıcının. Ser verip sır vermez bir ifade, bu kıvrak mahlûkat herkesin gözü önünde olmasına mukabil birçok özelliği hâlâ kestirilememiştir. 

Doğaçlama bir hayatı yaşamak belki de en çok ona yakışıyor, bu hâl onun özünde parıldayan bir elmas gibi. Şayet bir emeli var ise ve buna ulaşamamışsa hiç mühim değil. İstediği şeyi yapacağı vakit gelene kadar tüm zevk-i sefasından vazgeçse dahi, kısa süre sonra başıbozuk bir serseri gibi kendi isteği üzerine yoğunlaşacağını göreceksiniz. Maksadı uğruna saklanacak tesir etmedi mi? Çareyi küsmekte bulacaktır. Mamafih yine mi olmadı? Bağırış çağırışlar da mı sökmedi yoksa? Dermanını kendini sevdirmekte bulacaktır! Tam olarak hangi varlıktan bahsettiğimizi Çorumlular anladı bile... 

İçgüdüleri ona bir miras, suyu içişinde bile bir orijinalite var. Kafasını hafifçe öne eğip ileriyi görebilecek bir duruşta dilinin üst kısmını suya batırıp çıkarması kâfidir. Arada yorulan çenesini dinlendirmek için biriktirdiği yudumları midesine indirmek için yutkunurlar. Dilinin üst kısmıyla burun deliklerini yalayan bu küçük etçil, bir ressam edasıyla burnuna rötuşlar yaparak koku reseptörlerini tazeler. Midelerini temizlemek, iç parazitlerden kurtulmak için çim yer. Yeşillik türlerinde folik asit denilen B Vitamininin mevcut olduğu ifade edilir. Mevzu vitaminin az olduğu takdirde kalp ritminin bozulduğu söyleniyor. Yaşamak için öldürmek zorunda kalan vahşi bir kedinin ehemmiyetli bir öğünüdür yeşillik.

Gece görüşüne sahiptirler, bu sebeple dünyayı yeşil-gri tonlarında görürler. Kedilerin dikey gözbebekleri vardır. Göz kapakları tıpkı bir şemsiye gibi çalışır. Kapaklar dörtte üç şekilde kapalı olsa dahi, hedef ve tehditleri rahatlıkla kestirebilirler. Zifiri karanlıkta yürüyebilmeleri için bıyıklarından yardım alırlar. Fakat bu aslanlarda böyle değildir, onların göz bebekleri yuvarlaktır.

Rivayet odur ki, kedilerin iki gözünün arasındaki “M” harfi, Peygamberler Peygamberi’nin şefkatli dokunuşunu simgeler. O’nun Müezza isimli bir kedisinin olduğu mâlum. 

Sahabilerden biri bir gün Efendimiz’e, Ebu Hureyre’yi (r.a) kastederek “Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!” demiş. Peygamber o sıra bir şey söylememiş. Ebu Hureyre’yi daha sonra sokakta görmüş, aynı zamanda muhaddis olan sahabî efendimiz bir kedi yavrusu bulmuş. Peygamber Efendimiz’in kızacağını düşünüp kediyi hemen hırkasının içine saklamış. Resûlullah, kendisine, “hırkanın altında ne sakladın?” demiş. Hırka açılınca yavruyu seven Kâinatın Efendisi, “Ebu Hureyre utanma, öğün. Sen kedi babasısın” demiş.

O günden sonra Abdurrahman bin Sahr’a artık Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hitap ettiği gibi “Ebu Hureyre (Kedi Babası)” diye hitap edilir oldu. (Buhari: 5, 811).

Resûller Resûlü bir gün namaz kılarken bir yılan sinsice yaklaşıp saldırmaya çalışmış, tam o esnada bir kedi yılanın üzerine atlayıvermiş ve onu oracıkta boğmuş. Akabinde kediyi seven Efendimiz, kedinin sırtını okşamış; o günden beridir ki kediler sırt üstü düşmezmiş. Şimdi soruyorum kendime, kedi mi bizim, yoksa biz mi onun sahibiyiz?


Baran Dergisi 641. Sayı