Mesele fikir olunca akan sular durmaktadır. Ve yine mesele fikir olunca kardeş kardeşi tanımamakta, aynı kavim mensupları birbirleriyle çatışmakta, milletler karşı karşıya gelmektedir. İsterse fikir bir kavmin yüceliği ve iktidarı üzerine kurulsun nihayetinde kavmiyetçilik esası üzerine kurulu fikrin mensupları kendi gibi düşünmeyen kendi kavmi mensuplarını öldürmekte, toplu katliamlara ve imhalara varan soykırıma tabi tutabilmektedir. Tarih bunun sayısız örnekleri ile dolu olduğu gibi günümüzde herhangi bir kavmin özgürlüğü ve hakları için ortaya çıkanların kendi kavimlerine karşı düşmanlıklarına ve yaptığı katliamlara da bakarak rahatlıkla gözlenebilir. Yine Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan öğrendiğimiz kadarıyla; Tarihte devir devir değişen sınırlara nisbetle, sınırların bir kavim görüntüsünü değil hakimiyet alanını göstermesi, Kürt ve Türk gibi gevelene gevelene bir müddet sonra fikirsiz başıboş konuşmalara dönüşmektedir. Zaman zaman Kürt’ün Kürtle, Türk’ün Türkle karşı karşıya geliyor olması da aslında kavmin fazla bir anlam ifade etmeyip aslolan bağlanılan fikir ve ideolocya olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede bakacak olursak;
ANADOLU bir kavmin görüntüsünü yansıtmaz eğer öyle olsaydı bu coğrafyada bulunmayan, hâkimiyet kurmayan hangi millet var ki, hak iddia etmesin?
Diğer yandan insanlık bazen aynı kavim kendi içinde, birbirine zıt ve ayrışmış onlarca çeşit fikre sahip olarak çatışabildiği gibi farklı kavimlerle aynı fikre bağlı olmanın getirdiği o harikulade birliktelikle de kavmiyet kuşatmasını kırıp fikrini hâkim kılabilmektedir. İnsanlığın yaratılışından itibaren bu böyle olmuş ve böyle gelişmektedir. Öyle ki kendilerine ait ortak İdeolocyayı-fikri hayata geçirmek için kendileri dışındakilerin sağlıksız bir düşünce ve siyasi mantık örgüsü içinde olmasını isteyen emperyalist-sömürgeci zihniyetler bu manada birleştirici fikre savaş açarken aksine kavmiyetçi-kabileci gibi ayrıştırıcı-zayıflatıcı-küçük düşürücü fikirlere de kapı aralar. Nitekim 1850’lerden itibaren İslam coğrafyasına baktığımızda Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Boşnak, Acem, üzerine inanılmaz çapta dezenformasyon içeren tarih incelemelerinin, dil ve kültür değerlendirmelerinin, coğrafi ve kavmi özellikleri ön plana çıkarıcı eserlerin yayınlanmış olduğunu görmekteyiz. Bu ise sömürgeci güçlerin elini güçlendirirken, sömürülecek bölgenin ayrışmasını, yönetilmesini, fikirsizleştirilmesini kolaylaştırmaktadır. Hal böyle olunca insanoğlu “şahsiyetçilik” davası dışında bir davaya kendini bağladığında küçük hesapların içerisinde kaybolmakta ve kısa sürede darmadağın olmaktadır. Akside söz konusu olan bu ifade şu şekilde de dillendirilebilir. Küçük ve dar çerçeveye sıkışmış, kavmiyetçilik davası da dahil tüm bücür oluşlar, hakiki mecrası olan “Şahsiyetçilik” prensibine inkılâb ettiği zaman büyük zaferlerin ve davaların kapısını aralamaktadır. Tıpkı Alpaslan’ın Anadolu’nun kapısında bulunuşu gibi.
Abu’l Feth; Dönemin Abbasi Halifesinin Malazgirt zaferi sonrası Alpaslan’a ikram ettiği unvan… Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Baran’da tefrika edilen ÖLÜM ODASI B-YEDİ eserinde ki ifadesiyle Alpaslan ANADOLUCULUK davamızın temel kahramanlarından…
Malazgirt zaferi tarihte derin izler bırakmış, Anadolu’nun kapılarının büsbütün İslam Milletine açılmasına vesile olmuş başta Türk’ün olmak üzere Alpaslan’ın ordusunda önemli bir sayıda güce sahip olan Kürd’ün ortak zaferidir. Malazgirt bir fikir organizasyonun, kafalarında belli bir idealle hareket edenlerin ‘Anadoluculuk’ zemininde İslam’ın akıncısı olarak; Batı’nın içine dalma, Batı’yı Anadolu’dan söküp atma, Batı’nın barbarlık ve yağmalık dolu idaresini defetme faaliyetinin ortak adresi olmuştur.
Malazgirt Meydan Savaşı’nı yapan Alparslan’ın ordusunda iki önemli Arap kaynağında, Sıbt İbnu’l-Cevzî’nin ‘Mir’atu’z-Zamân’ı ile İbnu’d-Devâdârî’nin ‘Kenzü’l-Durer’inde Kürtlerin Alpaslan’ın ordusunda 10 bin kişiyle bulunduğu belirtilmektedir. Ancak birincisi Alparslan’ın ordusuna 10 bin Kürt’ün, ikincisiyse Kürtlerden ve diğer kavimlerden 10 bin kadar insanın katıldığını açıklamaktadır. 12. Yüzyılda İbnü’l Erzak tarafından kaleme alınan ve dilimize "Mervanî Kürtleri Tarihi" adıyla tercüme edilen eserde kürtlerin Selçuklu ordusuna hangi şartlarda katıldıklarına dair farklı bilgiler mevcuttur. Mervanilerin kendi içlerindeki çatışmaların sonucunda Alpaslan’a yakın olunması vs bunların başında gelmektedir. Her iki açıdan da bakıldığında Alpaslan’ın ordusunda 10 bine yakın Kürt görev almıştır.
Zaferin bir başka yönü; fikir mi kavim mi sorusunun da kısmen cevabı… Malazgirt savaşında karşı cephede, yani Alpaslan’ın karşısında Türkler de vardır; Peçenekler ve Uzlar. Hikaye şu; “26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında cereyan eden Malazgirt Meydan Muharebesi öncesinde, Romen Diyojen, sayısı 100.000'i bulan tam donanımlı bir ordu hazırlayarak Doğu'ya hareket eder. Alparslan, Diyojen'in böylesi büyük bir ordu ile hareket ettiğini haber alınca endişeye kapılır ve sayıları 30-35 bin civarında olan ordusu ile İmparatorla mücadele edemeyeceğini düşünerek çareler aramaya koyulur. Tabi tek bir çare vardı. O da ordunun sayısını arttırmaktı. Bunun üzerine bir plan yapılarak, Bizans ordusunda paralı olarak görev yapan Uzlar ve Peçenek Türkleri ile temasa geçerek onları Alparslan'ın ordusuna katmaya karar verildi. Planın hayata geçirilmesi adına, Alparslan'ın casusları hemen harekete geçerek Kayseri yakınlarında Peçenekler ile Uzlarla görüşerek onlara durumu kısaca izah ettiler; "Siz de Türksünüz, biz de! Tarihi düşmanımız olan Avrupalıların safında kan kardeşlerinize karşı nasıl savaşırsınız? Gelin bize katılın" denildi. Peçenekler ile Uzların tek bir sorusu oldu: "Size katılmak için bize ne kadar vereceksiniz?" Bu soru karşılığında küçük çaplı bir şaşkınlık yaşayan Alparslan'ın casusları; "İmparator ne verdiyse aynısı..." Bu cevap Peçenekler ile Uzlar'ı pek tatmin etmedi ve Alparslan'ın adamları tekrar, "Savaştan elimize geçen ganimetten askerimize ne kadar düşerse size de o kadar" gibisinden bir teklif ettilerse de Peçenekler ile Uzlar arasında pek itibar görmedi ve uzlaşma sağlanamayınca Alparslan'ın adamları çaresiz bir vaziyette elleri boş dönerler.”
Kim nerede? Safları ne belirliyor; FİKİR. Günümüze bakan yönüyle fikir ne, HANGİ FİKİR?
Genel hatları Büyük Doğu Mimarı tarafından çizilen Anadoluculuk davasının, hem İslami esaslara dayanak noktalarının, hem toplayıcı bir hüviyet belirtişinin hem de Batı’nın muarız bellediği aksine Doğu’nun kurtuluşunu gördüğü bu adrese niçin sahip çıkılması gerektiğinin temel fikri unsurları İBDA mimarı Salih Mirzabeyoğlu tarafından Baran’da geniş bir şekilde mütalaa edilerek tefrika edilmekte ve düşünen beyinlere bir aksi seda umuduyla zerk edilmektedir.
Baran Dergisi, 252. Sayı
Baran Dergisi, 252. Sayı