Her inandım diyen kimse bilir ve iman eder ki, yerlerin ve göklerin ulu sahibi, ayın, güneşin, yıldızların ve arşın tamamını yaratmasından sonra bilmediğimiz bir çok kudsiyyet ve bereket yüklü değerlerin taksimini de en güzel şekilde bizim için yapmıştır.
Bunlardan “üç aylar” dediğimiz ve bir sene içine sıkıştırılan 12 aydan üç tanesinin Efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin mübarek dili tarafından nasıl övüldüğünü aşağıda göreceğiz.
Âlemlerin rahmetçisi Peygamber Efendimiz, içinde bulunduğumuz şu mübarek üç ayların değerini bilip ona göre davranmamızı sağlamak adına bizi şu hadisi şerifle uyarıyor:
“Recebe şehrullah ve Şabanı şehrî ve Ramazanu şehr’ül-ümmetî.”
Hadisin tercümesi gayet açık...
Dikkat edecek olursak bu mübarek 3 aylar Yüce Mevla’nın 12 aydan oluşturduğu bir senenin yedinci, sekizinci ve dokuzuncu aylarıdır. Kudret ve bereketin tecelli süreci içinde 3 büyük zaman dilimine biz günahkârları da adil bir şekilde ortak ediyor.
“Recep ayı Allah’ın, Şaban ayı benim, Ramazan ise ümmetimindir.”
Ne mübarek, ne ulu bir hediye bölüşümüdür bu Rabbim!
Yaratan sensin, icat eden sen, içini doldurduğun kudret hazinesinden (birkaç kırıntıdan başkasını bilemediğimiz) biz kullarını yüzde yüz kazandırma, tamı tamına koruma ve Cennetine ulaştırma erzakını da yanında lütfediyorsun. Doksan gün boyunca namaz, zikir, Kur’an, oruç, teravih, ikram, iftar, zekat, sadaka... Tevbe, nefis terbiyesi ve Şeytana tokat...
Allah, Resûl ve kulları arasındaki taksimatta da, içinde Kadir gecesi bulunan ve aynı zamanda Kur’an’ın indiği ay olan Ramazan-ı şerifi de tüm kâr ve zararı ile kucaklama... Akıllı ol da zarar etme, kâra geç.
Ne mutlu bu mübarek ayı kâr ile kapatanlara.
Allah’ın ayı olan bu Recep’in ilk Cuma gecesi var ki, adına çok rağbet edilen manasına gelen Regaib gecesi deniliyor. Tekili ‘rağıbe’ olan bu kelime, telaffuzlarda ve yazı dilinde hep ‘Regaib’ olarak kullanılır.
Peki, bu gece dua, zikir ve tevbeden başka bir namaz ibadeti var mı?
Elbette var... Bazı âlimler, Peygamber Efendimizin bu gecenin şükrünün edası için kalkıp 12 rekat namaz kıldığını söylemektedirler.
Mutlaka bu gecenin sevabı çoktur. Bu zikredilen namazın kesin bir kuvvetli hadisle beyan edilmemiş olması bir şey değiştirmez; büyük sevablara vesile olacağı kesindir.
MİRACIN KUTLU OLSUN
ÜMMETİNE GÜZEL MÜJDELERLE DÖN EY RESÛL
Aynen, bugünkü gibi taptaze bir yolculuk; o Ulu Makama ulaşmak üzere Mekke’den yola çıkıp Miracın çıkış noktasında bütün peygamberle buluştuktan ve kısa bir hasbihal ile iki rekâtlık imamlık görevinden sonra, irtifaya geçiş...
Günümüz müfessirlerinin çözemediği, (binek-merdiven-asansör) adına ne derseniz deyin bir taşıyıcıyla arşın tepesine yürüyen bir ulu peygamber.
Miracın kutlu ve mutlu olsun ey resûller resûlü.
Refakatçısı olan Cibril’in bile “buradan ötesi beni aşar ya Muhammed, buyur, sen yalnız olarak gir bu kapıdan” deyip kapısının önünde kaldığı, şekil ve keyfiyeti insanoğlunun tasavvurundan çok uzak bu ulu makama yalnız başına dahlolduğu bir gecedir bu gece.
Beş vakit namazın emrolunduğu gece...
Ümmetinin affolunacağına dair sözün kesildiği gece...
Ümmetine şefaat etme hakkının verildiği gece...
Namaz ibadetinin olmazsa olmazlardan olduğunun kesin hükümle bildirildiği gece...
Süre-i bakaranın son iki ayetinin bire bir indirildiği gece...
Önce elli vakit olarak emredilen namazın, sonra beş vakte indirildiği halde elli vaktin sevabının alınacağının kayda geçildiği gece...
İsterseniz gerisini Necm Süresinden dinleyelim (6-17. Ayetler):
“Bir kuvvet sahibi ki, dosdoğru göründüğü gece.
Ve O en yüksek sema kıyısında bulunduğu gece
Sonra yaklaştı da aşağıya iniverdi dendiği gece
Derken iki yay kadar veya daha yakın oluverdiği gece
Hemen Allah-ü Teala kuluna vahyedeceğini vahyettiği gece
Gözünün gördüğünü kalbinin asla yalanlamadığı gece
Onun gördüğüne karşı onunla mücadele mi ediyorsunuz
Andolsun ki, O’nu -Cibril’i- diğer bir inişinde de gördü.
Hem de sidret’il-müntehanın yanında’ bulunduğu gece
Onun yanında Cennet’ül-me’va’nın bulunduğu gece
O vakit ki. Sidre’yi bürüyen bürüyordu’ dendiği gece
Göz ne çevrildi ne de kayıp başka yöne baktı o gece”
Evet, şimdi zamanımızın hadis cellatlarına, Nebiler Nebisinin yücelik makamını tenkis etmeye yeltenen kelbleşmiş ruhlara, bütün berraklığı ile her şey ortada iken Miraç olayını hala “bir rüya idi”, “bir hayal idi” gibi safsatalarla sulandırmaya ve müminlerin zihinlerini bulandırmaya çalışan fasıklara, iki kelimecik laf etme hakkımız olmaz mı? Olur, ama isterseniz bu gece bu kalsın...
Şimdi Suyutî tefsirinde geçen İbni Cerir’in İbni Abbas’tan naklettiklerine bakalım...
“Miraç’tan yeni avdet eden Allah’ın elçisine İkrime açıkca sorar, ‘ey Allah’ın Resûlü Rabbimizi alenen gerçekten gördün mü?’”
Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyururlar:
“Evet, ben Rabbimi gördüm, hatta bana ‘ey kulum Mele’ül Ala’dakilerin hangi konularda tartıştıklarını biliyor musun’ dedi, ben de ‘Hayır ey Rabbim bilmiyorum’ dedim sonra bir kuvvet beni iki omuz arasından tutar gibi yaptı, ben birden vücudum ve göğsümün donacakmış gibi soğuduğunu hissettim ve bana o anda her şey bildirildi.
Ben de başladım anlatmaya:
‘Ey rabbim’ dedim ‘onlar, kefaretler, dereceler, cemaatle namaz kılma ve bir namazdan sonra diğer namazı bekleme konusunda tartışıyorlar’ dedim. Sonra devamla; ‘Ey Rabbim sen İbrahim’i dost edindin, Musa ile konuştun şunu şunu yaptın’ derken, Allah-ü Teâla bana:
‘Senin makamını yüceltmedim mi, yükünü üstünden almadım mı, senin göğsünü açmadım mı’ buyurdular...”
Abdullah bin Humeyd’in bildirdiğine göre Ebul-Aliye ise;
“Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı” ayetini açıklarken “Muhammed sallallahü aleyhi vesellem efendimiz, Rabbini gözü ile değil kalbi ile görmüştür” buyurmuşlardır.
Öyle yahut böyle Miraç haktır, gerçektir; emirler Allah-ü Teâla’dan kulu ve Resûlü hazreti Muhammed’e açıkça bir beyan olarak nakledilmiştir.
Elbette en iyisini Âlemlerin Rabbi bilir.
Yukarıdaki kısa alıntıdan payımıza düşen hisseyi kapmamız gerekirse, ilk üzerinde duracağımız ibadet Namaz olmalıdır.
Allah elçisinin namaz hakkındaki en güzel hadisleri bütün hadis ulemalarının tetkik ve tasvibiyle yıllarca neşredilir durur. Anlamayan beyinler çoğunlukta oldukça camilerde saf tutan Müslümanlar da azınlıkta kalıyor.
Miraçtan döner dönmez namaz hakkında o kadar durmuşlardır ki, “Essalatü miracül müminin” demek suretiyle bizim miracımızın da namaz olduğunu beyan etmişlerdir. Namazın terki caiz olmadığı gibi tehiri yani keyfî olarak geciktirilmesi bile tehlikelidir mealindeki “Accilu bissalati gablel fevt: Namazlarınızı tam vaktinde kılmak için acele ediniz” Hadisi şerifi bile yeter de artar bile anlayana.
Efendimiz, Miraç sonrasında sahabelerine namazın nasıl kılınacağını her fırsatta tüm rükünleri ile öğretmişlerdir.
Namazlarını paldır küldür kılanları, tadili erkansız eğilip doğrulanları gördükçe tam bir muallim edasıyla; “Sallü kema reeytümüni üsalli: Ben kılarken bakın beni gördüğünüz gibi kılın” buyurmuşlardır.
Mübarek Miraç gecesi için nasıl bir namaz vardır?
Kısa olarak Enes bin Malik’ten bildirildiğine göre rahmet elçisi Efendimiz;
“O gece amel edene yüz senelik haseneler yazılır. O gece Recep ayının bitmesine 3 gece kalan zamandır” (yani Miraç gecesidir)...
Bir kimse o gece 12 rekât namaz kılmalıdır. Her rekâtta bir Fatiha ve peşinden bir sure daha okuyup her iki rekâtta oturup teşehhüdden sonra selam vererek on ikiye tamamlarsa en büyük ibadeti yapmış olur.
Eğer en sonraki selamın peşinden hiç konuşmadan yüz kere:
“SÜBHANELLAHİ VELHAMDÜLİLLAHİ VELA İLAHE İLLALLAHÜ VALLAHÜ EKBER” dedikten sonra yüz kere de “ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED” desin, peşinden yüz defa da; “ESTAĞFİRULLAH” deyip ertesi günü de oruçlu geçirirse bu kişi bu mübarek geceyi ve ertesi gününü ihya etmiş olur...
Kendisi ve ümmet-i Muhammedin yararına çoluk çocuk ve tüm insanlığa ne kadar dua ederse Allah-ü Teâla o kimsenin bütün dualarını kabul eder. Allah hepimize hayırlı amel işleyip duası kabul olanlardan eylesin.
Kandiliniz mübarek olsun...
Baran Dergisi 485. Sayı