Hak ve Batıl… Ya Allah ve Resûlü'nün yolu veyahut Allah ve Resûlü düşmanlarının yolu… Kısaca iman ve küfür…
Birçoğumuz içinde bulunduğumuz karmaşık durumu tanımalarken “çok yönlü karışık bir savaş” diyoruz. Asıl yanıldığımız burası; dünyada tek bir savaş vardır: Hak ve Batıl savaşı. Gerçeği daha kolay anlayabilmek için diyalektiği böyle kurmak zorundayız. Diyalektiğimizin temeli de budur.
Büyük Hakan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’e yazdığı bir mektupta “bu dünyada bir biz varız, bir de küffar, sen de kimsin?” diyor.
Eskiden Haçlı Seferleri adı altında, Hıristiyan-Yahudi tüm Batılılar bizi yok etmek için saldırıyorlardı.
Bugünse aralarına Müslüman görünümlü bir takım sapık grupları da alarak Müslümanlığı Müslümanlarla yok etmek istiyorlar.
Bugün ismi açık açık konulmamış olsa bile gelinen noktada dünyadaki temel diyalektik şu: Bir tarafta çağın sahibi Kumandanımız S. Mirzabeyoğlu ve fikriyatı İBDA; diğer tarafta ise Kumandanımıza ve İslâm’ın dünya görüşü olan fikriyatı İBDA’ya karşı olanlar.
Kısacası her şey fikre nisbetle olmalıdır. Millî Gazete için Şükrü Sak tarafından yapılan röportajda Kumandanımız diyor ki “Bir dünya görüşüne nisbetle, onun pratiği olarak yapılmayan, başı sonu belirsiz her ‘değerlendirme’ de isterse isabetli olsun, nihayetinde havada kalır.”
“Muradı Kestirmek” mevzu bence bütün mevzuların başıdır. Allah korusun, Kumandan’a ve onun fikriyatı olan BD-İBDA’ya nisbetimizi kaybedersek perişan olur varlığımızı da kaybederiz. Onun için muradını doğru anlamalıyız ve bütün faaliyetlerimizi Kumandan’a nisbetle yapmalıyız.
Anadolu’da bir deyim var “At sahibine göre kişner”… Bizim de Allah ve Resûlü'nden sonraki tek sahibimiz Kumandanımızdır.
1999 yeni bir çağın (Kurtuluş Çağı) başlangıç tarihidir. İslâm düşmanı emperyalist güçlerin hiçbir hesapları 99’dan sonra tutmamaktadır. Bütün oyunları bozuluyor. Hepsi de panik halindeler.
Kurtuluşun ne zaman gerçekleşeceğini ise İBDA mensuplarının samimi gayret ve mücadele azmi belirleyecektir. Ama bu kurtuluş mutlaka gerçekleşecektir. Önemli olan bu şereften bizim nasiplenmemiz. Yoksa bizim dışımızda, bizden daha istekli birileri çıkar ve bizim yapamadığımızı onlar yapar.
Sayın Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA yok olmaya doğru hızla giden dünyanın ve tüm insanlığın son umududur.
Üstat ’ın Kumandanımız için, “Dünya çapında bir hadise”, “Müjdelerin Müjdesi” diye hitap ediyorsa, bu da 1999’un sırrındandır.
Yine bir takdiminde Üstad Necib Fazıl “Bundan sonra onlar benim arkamdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım” diyerek, Salih Mirzabeyoğlu’nun beş yüz yıldır beklenen Kumandan olduğunun müjdesini bizlere veriyor.
Saflar çok net… Hak cephesinin temsil makamı: KUMANDAN ve İBDA, Bâtıl cephesinin temsil yeri: KUMANDAN’a ve İBDA’ya karşı olan herkesdir…
Sanatta, edebiyatta, eserde, toprakta fikrî üstünlük Batı’nın eline geçtiği için, biz her cephede kaybettik... Onlar zamana hükmetti, biz ise onlara uyan olduk. Şimdi ise hem madden hem de mânen zamanın sahibi Salih Mirzabeyoğlu’dur. Çünkü zamanın sahibi demek, zaman içinde en değerli fikirlerin de sahibi demektir. Üç ışık ordusu haçlıları perişan etmiştir. Artık fikirde üstünlük Müslümanların eline geçmiştir.
Kumandanımız ortaya koyduğu külliyatla beş yüzyıl aradan sonra haçlıları yenen büyük Komutan’dır. Bizim yapmamız gereken ise günlük olayların içinde boğulmayıp Kumandan ’ın iradesini hâkim kılmanın mücadelesini vermektir. Cereyan eden günlük hadiselerin hepsi sahte zeminler üzerine oturtulmuş bizleri oyalama araçlarıdır.
“Göz hasmını iyi tanır” diye bir tabir var ya, Hıristiyan-Yahudi menşeili Batı emperyalizminin kendisine seçtiği esas düşman S. Mirzabeyoğlu’dur. İçeriye alınmasından yargılanmasına, ceza almasından on iki yıldan beri tecritte tutulmasına kadar, kendisine reva görülen hiçbir hamlenin hukukla uzaktan-yakından alâkası yoktur. Tamamen Hıristiyan-Yahudi, Batı emperyalizminin isteğiyle içerde tutulmaktadır.
Salih Mirzabeyoğlu’nun özgürlük sorunu birebir Türkiye’nin bağımsızlık sorunudur. Eğer bir kimse Türkiye’nin bağımsızlığından söz ediyor ve buna rağmen Kumandanımızın özgürlüğü hususunda kılını bile kıpırdatmıyorsa halkını kandırıyor demektir. Artık Sayın Mirzabeyoğlu’nun özgürlüğüne kavuşması Türkiye’nin bağımsızlığı ile alakalı bir sorun haline gelmiştir.
Türkiye’nin bağımsızlaşmaya başlamasının ilk adımı Kumandanımızın özgürlüğüne kavuşması ile atılmış olur.
O hayat koşullarının tamamen kısıtlandığı 9 metrekarelik hücresinden geleceğin kıtalar çapında büyük İslâm devrimi için bütün dünyayı fokur fokur kaynatırken bizler de en azından onun muradına aykırı şeyler yapmamalıyız. BD-İBDA’nın en büyük hikmetlerinden birisi olarak şunu söyleyebiliriz ki, bünyesinde paralel yapılar kurmaya çalışan hiç kimseyi Kumandan kapsamamıştır. Bunlar kendi idam sehpalarını kendileri hazırlayarak, iplerini de kendileri çekip intihar etmişlerdir.
Hiçbir gönüldaşımızın bu duruma düşmesini istemeyiz. Tâ 1375’lerden beri bize ne kumpaslar, ne paralel yapılar kurulmaya çalışıldı; fakat hepsi de kendi kendilerine intihar ettiler. Hükümete kurulanlar bize kurulanların yanında sıfır kalır.
Şunu unutmayalım ki dünyada iki güç var, bunlardan birisi Kumandan ve onun fikriyatı İBDA, diğeri de Kumandan’a ve fikriyatı İBDA’ya karşı olanlar yani Hak ve Bâtıl dolayısıyla bize kumpaslar ve paralel yapılar kurulmaya çalışılması normaldir.
Bizim de yapmamız gereken üç şey var:
1 – Kesinlikle dedikoduculardan uzak durmalıyız. Çünkü dedikoducular ne insanlığa ne Müslümanlığa yakışmaz, hele internet dedikoduculuğu bizim düşmanlarımız tarafından içimize sokulmaya çalışılan bir kumpastır. Bunu yapanlar derhal vazgeçmelidir.
2 – Biz de bir sürü cephe faaliyeti var. Cephelerden birisi bir faaliyet, bir toplantı veya yürüyüş düzenliyorsa, bütün cepheler o cepheye destek vermelidir. Çok kötü bir şey oluyor, herkes kendi cephesinin faaliyetlerine katılırken diğerine katılmıyor. Düşmanları çatlatmak için cephelerin hepsi birbirine destek vermelidir. Bütün cepheler ortak eylemler yapmalı içimize fitne ve fesat sokmaya çalışanlara fırsat vermemeliler.
3 – Kumandan’ın iradesini doğru anlamak ve ona uymak zorundayız. Ve onun iradesinden başka iradeler oluşturmamalıyız.
Muradı doğru kestirebilmek ve o iradeye mutlak teslim olmak başka bir şey, kendi irademizi Kumandan'a doğrultmaya çalışmak başka bir şey. Kumandan'ı noter mevkiine koyma edepsizliğine düşmemeliyiz. Her şeyi ona sormanın altında kendimizi onaylatmak anlamına çıkar ki, bu da kendi irademizi Kumandan'a doğrulatma manâsı da çıkar. Yine Kumandan ‘ın iradesi devredilmez başkaları tarafından kullanılamaz.
Baran Dergisi 379. Sayı...