Fransa'nın Cezayir'i sömürgeleştirmesi

Bir Osmanlı eyaleti olan Cezayir'e 1830'da çıkartma yapan Fransız güçleri Cezayir'i ele geçirmeyi hedeflemekteydi. Osmanlı, oldukça zayıf bir zamanına denk gelen bu işgale, Cezayir'in başkent İstanbul'a en uzak eyalet olmasının da etkisiyle gerekli direnci gösteremedi. Sahil kesimlerinde Osmanlı'nın zayıf direncinin kırılması üzerine Osmanlı Cezayir'den vazgeçmek zorunda kaldı.

Bununla birlikte başlangıçta Fransızlar da başkent Cezayir dahil sahil kesiminin bazı kısımlarını elde tutmaktaydı. Doğan güç boşluğu Cezayirlilerce dolduruldu. Fransızlara direnmek üzere ellerindeki zayıf imkanlarla bir devlet ve ordu kuran Cezayirlilere Abdulkadir Cezairi liderlik etti.

Abdulkadir Cezairi'nin direniş faaliyetlerini bastırabilmek için Fransa Cezayir'e büyük ordular sevketti ve Cezayirlilere yönelik katliamlar yaptı. 1847'de Abdulkadir Cezairi Fransızlarca esir alındı. Fakat Cezayir'de Fransızlara karşı silahlı direniş 19. yüzyıl sonuna kadar yoğun biçimde devam etti. Direnişe karşılık Fransız güçlerinin Cezayir halkına yönelik katliamları da sürdü. Bu katliamlarda milyonlarca insan öldürülecekti.

Fransa'nın Cezayirlileri Hristiyanlaştırma ve Fransızlaştırma çabaları

1830'da Cezayir'e çıkartma yapan Fransızlar Cezayir'i yalnıca sıradan bir sömürge olarak görmüyordu. Fransız makamlarınca Cezayir "Güney Fransa" ilan edildi. Cezayirlilerin 50 yılda Fransızlaştırılması ve Hristiyanlaştırılması gibi projeler de masadaydı.

Fransızlar, tüm çabalarına rağmen Cezayirlilerden Hristiyanlığa geçen olmaması üzerine, bu alandaki çalışmalarını Cezayirlileri İslam'dan koparma ve sekülerleştirme projesine çevirdiler.

Cezayirliler Fransızlaştırmak üzere, öncelikle eğitim dili Fransızca haline getirildi ve Arapçanın önüne engeller konuldu. Bunun yanı sıra, birçok Fransız Cezayir'in başkent başta olmak üzere sahil şehirlerine yerleştirildi ve toplumda ayrıcalıklı bir sınıf oluşturuldu. Cezayir halkı arasında sorunlar çıkarılması için, Arap ve Berberi kimliğini birbiriyle çatıştırılmaya çalışıldı. Aynı politika Fransa'nın 2013 yılında müdahalede bulunduğu Mali'de de tatbik edilecekti.

20. yüzyıla girilirken Fransızlar, sekülerleştirdikleri Cezayirlilerden kendileri ile ortaklık yapacak kimseleri seçmeye özen gösterdiler. 1. Dünya Savaşı'nda Fransa Cezayirlileri zorla askere alarak savaştırdı.

Abdulhamid bin Badis ve Müslüman kimliği koruma çabaları

Cezayir'in Fransızlarca asimile edilmesi tehlikesinin arttığı 20. yüzyıl başında, Cezayirli İslam alimi Abdulhamid bin Badis ve öncülük ettiği Müslüman Alimler Cemiyeti de işgale karşı İslami çalışmalarını yoğunlaştırdı.

Bin Badis'in çalışmaları, Cezayir'in İslami kimliğinin korunması ve Fransız sömürgeciliğinden kurtulmanın gerekliliği konusunda Cezayir'de bir kırılmaya neden oldu.

2. Dünya Savaşı ve Cezayir

2. Dünya Savaşı'nda (1939-1945) Fransa'nın Almanya tarafından işgali üzerine, Almanya'ya karşı savaş veren Fransız yönetimi başkentini İngilizlerin korumasında Cezayir'e taşıdı. Fransa bu dönem Almanya'ya karşı savaşına katılmaları durumunda Cezayirlilere bağımsızlık vaadinde bulundu. Bu söz üzerine Cezayirlilerden bu savaşta Fransızlara destek veren ve savaşa katılanlar oldu. Fakat savaşın bittiği 1945'te Fransa sözünü bozarak Cezayir'e bağımsızlık vermeyeceğini ilan etti.

Setif Katliamı (1945)

Fransa'nın bağımsızlık sözünü bozması üzerine Cezayirliler protesto gösterilerine başladılar.

Fransa, Cezayirlileri sindirebilmek için Mayıs-Haziran 1945'te protestoların en yoğun olduğu Setif şehri ve çevresinde katliama girişti.

Bu süreçte sadece Setif'te 30-40 bin Cezayirliyi katletti.

Cezayir Kurtuluş Savaşı (1954-1962)

1954'e gelindiğinde Cezayir'de 9 milyon yerli Müslüman ile çoğu Fransız 900 bin Avrupalı ve 130 bin Yahudi yaşamaktaydı.

Cezayirliler, Fransa'nın Cezayir'i Güney Fransa ilan etmesinden ve ülkeye bağımsızlık vermeye niyeti olmamasından çok rahatsızlardı. 1954'te Cezayirlilerin isyan etmesi üzerine Fransa Cezayir'e yüz binlerce asker yığdı. Halkın geneline yönelik çok büyük bir katliam ve tutuklama kampanyası başlattı. İşkence, tecavüz gibi suçlar Cezayirlilere karşı çok yaygın bir biçimde işlendi. Cezayir'in pek çok yerleşim birimi napalm bombalarıyla yerle bir edildi. Savaş sürerken Fransa Cezayir'de nükleer silah denemeleri yaptı.

Savaş 1962'de, 1 milyona yakın ve çoğunluğu sivil Cezayirlinin ve 40 binden fazla Fransız askerinin ölümüyle sona erdi.

Fransa 1962'den Cezayir'den çekilmeyi kabul etti. Fransız idaresiyle birlikte Cezayir'deki Avrupalı ve Yahudi nüfusun yüzde 90'ı da ayrıldı. Fransız idaresi, Avrupalılar ve Yahudiler Cezayir'den çekilirken Cezayirlilere hiçbir şey bırakmak istemediklerinden ülkeyi ve özellikle şehirleri baştan aşağı tahrip ettiler.

Fransa'nın yeni rejimi Fransa'ya bağlama stratejisi (1961-1962)

Fransa 20. yüzyıla girerken bazı Cezayirlileri sekülerleştirip Fransa yanlısı yapma konusunda başarılı olmuştu. Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda da Cezayirli ortaklarını Cezayirlilere karşı savaştırmıştı.

1961'de Fransa Cezayir'den çıkmak zorunda kalacağını anlayınca strateji değiştirdi. Kendisiyle iş birliği yapan Cezayirlilerden seçtiği kişilere talimat vererek saf değiştirip bağımsızlık yanlısı Cezayirlilere katılmalarını istedi.

Böylece Fransız ordusunda görevli Fransa yanlısı Cezayirli subaylar başta olmak üzere pek çok kişi bağımsızlık yanlısı saflara sızdı. Böylece bağımsız Cezayir'in Fransa'ya tavır almasını ve İslami bir yönetimin kurulması engellendi.

Said Alpsoy: Lozan olmasaydı, Türkiye Hilafeti gene ilga edecekti Said Alpsoy: Lozan olmasaydı, Türkiye Hilafeti gene ilga edecekti

Fransa'nın sızdırdığı bu subaylar ileride Fransa tarafından desteklenmeye devam edecek, general olacak ve 1992'deki Cezayir Darbesi'nde de etkin rol alacaklardı.

1962-1978 Döneminde Cezayir: Bin Bella ve Bumedyen

Bağımsızlığın ardından bir geçiş dönemi yaşandı.

Savaşa katılan İslami kesimlerin arzusu hilafına, 1963'te Ahmed bin Bella (1916-2012) Cezayir'in ilk cumhurbaşkanı oldu. Ahmed bin Bella savaşla yerle bir olan ülkeyi kalkındırmak için sosyalist bir ekonomi modelinin faydalı olacağını düşünerek sosyalizme yöneldi.

1965'te Huvari Bumedyen (1920-1978) darbeyle yönetimi ele geçirip cumhurbaşkanı oldu.

Bumedyen ülkede Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ı örnek alan baskıcı bir tek adam rejimi kurdu, ekonomide Ahmed bin Bella'nın sosyalist modelini sürdürdü.

Laik bir yönetim tarzını benimsemekle beraber, Arap milliyetçiliği nedeniyle Arapçayı yeniden eğitim dili yapıp canlandırdı, Fransızca kullanımına kısıtlamalar getirdi. Arapçanın Cezayir'de yeniden dirilmesiyle Cezayirlilerin diğer Arap ülkelerindeki İslami kesimler ve eserleriyle etkileşimi arttı.

1973'ten itibaren petrol fiyatlarının artması Cezayir'in ihracatında ciddi bir artışa sebebiyet verdi. Fakat bu gelir ekonominin verimsiz yönetimi ve artan yolsuzluk nedeniyle halka yansımadı. Yönetim çevreleri zenginleşirken halkın yoksulluğu sürdü.

Şazeli bin Cedid dönemi ve istihbaratın güçlenmesi

Nadir görülen bir kanser türünden muzdarip olan Bumedyen, 1978 yılında aniden öldü. Sıkı bir tek adam rejiminin ardından gelen bu ölümle birlikte Cezayir'de bir güç boşluğu oluştu. Bu nedenle Aralık 1978-Şubat 1979 döneminde Fransa'nın da müdahalesiyle Cezayir'de rejim yeniden yapılandı.

Yönetimde istihbarat birimlerinin güç ve etkinliği arttı. Bu birimlerdeki isimlerin çoğunluğu, 1961'de Fransa'nın bağımsızlık yanlıları içerisine sızdırdığı generallerden oluşuyordu. Bu istihbarat ekibi düşük profilli bir adayı cumhurbaşkanı yapıp devleti perde gerisinden yönetmeye karar verdiler. 

Seçtikleri aday Şazeli bin Cedid (1929-2012) oldu. Şazeli bin Cedid de istihbaratçı generaller gibi aslında geçmişte Fransız askeriydi. Cezayir Kurtuluş Savaşı esnasında Şazeli bin Cedid, Fransız ordusu bünyesinde Vietnam'daki bağımsızlık yanlılarına karşı çarpışmaktaydı. Daha sonraları Cezayir'deki bağımsızlık yanlılarının safına geçtiğini açıklamıştı. Şubat 1979'da Şazeli bin Cedid cumhurbaşkanı olurken, Cezayir istihbaratının ülke yönetimindeki etkisi arttı.

1988 İsyanı ve İslami Selamet Cephesi

Cezayir ekonomisinin bozulması

Huvari Bumedyen döneminin sonunda Cezayir'de artmaya başlayan yolsuzluklar Şazeli bin Cedid döneminde ülkeyi perde arkasından yönetmeye başlayan generallerin de etkisiyle zirve yapmıştı.

Bu duruma, 1980'li yıllarda küresel çapta petrol fiyatlarının büyük bir düşüşe girmesi de eklenince, Cezayir halkı ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiş, zaruri ihtiyaçlarını bile gidermekte zorlanmaya başlamıştı. Bu da 1980'li yıllarda Cezayir halkında yönetime karşı tepkinin büyük ölçüde tırmanışa geçmesine yol açmıştı.

Cezayir'de yükselişe geçen İslami hareket

20. yüzyıl başında Abdulhamid bin Badis'in öncülüğünde Cezayir'de canlan İslami hareket, Cezayir Kurtuluş Savaşı'nın da motivasyonu olmuştu. Fakat savaşın ardından Cezayir'de laik ve baskıcı bir rejimin kurulması, İslami kesimi ve dindarları hayal kırıklığına uğratmıştı.

Bumedyen döneminde Arapçanın Cezayir'de yeniden canlanmasıyla Cezayirliler diğer Arap ülkeleriyle, bu ülkelerdeki İslami kesimlerle etkileşimlerini artırdılar. Arapça İslami kitaplar Cezayir'de ciddi biçimde dağıtıldı. Böylece diğer İslam ülkelerindeki "İslami uyanış" sürecine paralel olarak 1970'li yıllarda Cezayir'de de bir İslami hareketlilik gerçekleşti.

1980'li yıllarda bu hareketlilik, yönetimin baskılarına rağmen daha örgütlü bir hale gelmeye başladı. Yine 1980'li yıllarda Cezayir yönetiminin engel olma çabalarına rağmen pek çok Cezayirli, Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği Afganistan'a, savaşmak üzere gönüllü olarak gitti. Bu gönüllüler Cezayir'e, tecrübelerini diğer ülkelerdeki İslami kesimlerle etkileşimlerini daha artırmış olarak döndüler.

Cezayir'de bu paralelde halkta İslami yönetim talepleri artarken bir taraftan yönetim laik karakterini daha pekiştiriyordu. Cezayir'de İslami bir devlet kurulması talebi 1980'li yıllarda halk arasında yayılmıştı. Yönetimin baskıcı, yolsuzluğa batmış ve Fransız tipi koyu laik yapısı halk ile yönetimin arasını gitgide açmaktaydı.

Ekim 1988 İsyanı

Cezayir'de ekonomik krizin halkın gıda teminini bile engeller hale gelmesiyle 5 Ekim 1988'de başkent Cezayir şehrini sarıp ülkenin tümüne yayılan bir sosyal patlama yaşandı.

Halk topluca sokaklara inip yönetimi protesto etmeye başladı. Protestocular Aralık 1987'de Filistinlilerin İsrail'e karşı başlattıkları intifadadan esinlenip 'Cezayir İntifadası'nı başlattıklarını belirtmekteydiler.

O dönemde 24 milyon nüfusa sahip olan Cezayir'de sokağa çıkanların birkaç milyon olduğu tahmin ediliyordu. İslami hareketler protestolarda başı çekmekteydi. 

Halkın talepleri sadece ekonomik değildi. Yolsuzlukların bitirilmesi ve ekonominin iyi yönetilmesinin yanı sıra tek parti rejimine, her türlü baskı ve işkencelere son verilmesi, İslami bir yönetime geçilmesi de talep ediliyordu. Cezayir ordu ve polisinin silahlı müdahalesiyle en az 500 protestocu katledildi fakat protestolar müdahalelere tepki olarak daha da büyüdü. 

Halk isyanıyla yönetimin çökebileceği konuşulurken, Cezayir Cumhurbaşkanı Şazeli bin Cedid 11 Ekim 1988'de devlet televizyonunda önemli bir açıklama yaptı. Bin Cedid, yönetim sistemini baştan aşağıya değiştirmeye hazır olduklarını, tek parti rejiminin sona ereceğini, serbest seçimlere gidileceğini açıkladı ve bu vaatler karşılığında milyonları bulan protestoculara, protestolara son vermeleri için çağrı yaptı.

Protestocular taleplerinin yerine getirildiği kanaatiyle protestolara son vereceklerini fakat verilen sözlerin yerine getirilmemesi halinde yine sokaklara döküleceklerini açıkladılar.

Cezayir'de hızlı değişim ve "İslami uyanış" 

23 Şubat 1989'da Cezayir Anayasası'nda yapılan değişikliklerle tek parti rejimine son verildi, serbest ve çok partili seçimlerin önü açıldı. Anayasada yer alan Cezayir'in sosyalist olduğu ibaresi çıkarıldı. Anayasada devletin dininin İslam olduğu tanınırken Cezayir'in "İslam beldesi" olduğu belirtildi.

'Fikir hürriyeti'nin önündeki engellerin kalkmasıyla Cezayir'de büyük İslami toplantılar düzenlenmeye başladı. Genellikle stadyumlarda düzenlenen bu toplantıların her birine on binlerce Cezayirli katılmakta, Cezayir dışından da İslam alimleri, kanaat önderleri bu toplantılarda konuşmaktaydı.

Cezayir'de katıldıkları toplantılardaki coşkuyu anlatanların da etkisiyle İslam dünyasının genelinde 'Cezayir'deki İslami uyanış' konusu çok dikkat çeker olmuştu. 

Bu dönemde nüfusu oldukça genç olan Cezayir'de özellikle gençlerin İslami fikirlere ve hayat tarzına yönelmesi dikkat çekiyordu. Bu sebeple gençleri yönlendirecek insan bulma konusunda sıkıntı çekiliyor, gençler "fevri hareketlerde bulunmakla" eleştiriliyordu.

İslami Selamet Cephesi ve belediye seçimleri zaferi

Çok partili rejime geçilmesiyle Abbas Medeni (1931-2019) öncülüğünde Eylül 1989'da 'İslami Selamet Cephesi' isminde bir parti kuruldu.

Ali Belhac da bu partinin etkili hatibi ve Medeni'nin yardımcısı olarak dikkat çekiyordu.

İslami Selamet Cephesi Cezayir halkına İslami bir yönetim ve bu kapsamda adalet, ekonomik kalkınma ve İslam alemiyle kaynaşmayı vadediyordu. İslami olmayan bir sistemde parti kurup seçime girmelerinin dinen doğru olmadığına dair eleştirilere İslami Selamet Cephesi, Ekim 1988'de Cezayir'de sistemin çöktüğü, anayasanın ve kanunların fiilen geçersiz olduğu, vaatlerinin açıkça İslam'ı Cezayir'e hakim kılmak olduğunu ilan ettikleri cevaplarını veriyorlardı.

Cezayir'de Fransızca yaygın olduğundan İslami Selamet Cephesi'nin Fransızca karşılığı olan "Front İslamique du Salut"un kısaltması FIS, kullanımda bu partinin Arapça orijinal isminin yerini almıştı.

FIS, kurulmasının ardından 'Munkiz' isminde haftalık bir dergi çıkarmıştı. Büyük ilgi gören derginin tirajı 200 binden aşağıya düşmemekteydi ve tüm Arap aleminin en yüksek tirajlı dergisiydi. 

12 Haziran 1990 yerel seçiminde beklenildiği gibi FIS büyük bir başarı kazandı. FIS %54,2 oy alırken 1962'den beri ülkeyi tek parti rejimiyle yöneten FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi) %28,1 oyda kaldı. Cezayir'deki 39 vilayetin 31'inde seçimi FIS kazandı. FIS'in başkent Cezayir, Oran, Konstantin gibi büyük şehirlerde oy oranı %70'ten fazlaydı. FIS'in tabanının en çok gençlerden oluşması dikkat çekiyordu.

FIS'in başarısından endişelenenler

Bu seçimlerin ardından FIS'in belediyelerin yönetiminde gayet başarılı olmasının FIS'e yönelik halk desteğini artırdığı gözlemleniyordu. Bu gidişatla FIS'in Aralık 1991'de yapılacak olan meclis seçimlerinde FIS'in %60'ı aşan bir oy oranıyla iktidara gelmesine kesin gözüyle bakılıyordu.

FIS iktidara geldiğinde ülkeyi tamamen İslami bir idareye geçirmeyi, Fransız kültürünün ülkedeki etkisini bitirmeyi hedeflediğini açıkça belirtiyordu. FIS'in bu programı Fransa başta olmak üzere Batı dünyasını endişeye sevk etmişti. Cezayir'de tek parti rejiminden kalan statüko yanlıları da FIS'in idaresinin kendilerinin gücünü tamamen bitirmesinden endişe etmekteydiler.

Cezayir istihbaratının başına Muhammed Medyen'in (General Tevfik) gelmesi (1990)

Şazeli bin Cedid döneminde ülkedeki ağırlığı artan Cezayir istihbaratı 1988'de yaşanan olaylarda halkın tepkisinin önüne geçilemeyeceği kanaatiyle yıpranmamak için geri planda kalmayı tercih etti. Cezayir istihbaratı yeni dönemde ülkeyi yönetmenin yolunu aramaktaydı. 

İslami kesimin yükselişi istihbarat yöneticilerini oldukça rahatsız etmekteydi. 1990'da Cezayir istihbaratının başına Sovyetler Birliği'nin ünlü istihbarat teşkilatı KGB'de uzun yıllar eğitim görmüş, daha çok "Generel Tevfik" ismiyle bilinen Muhammed Medyen (1939-) getirildi. Gizemli bir isim olan General Tevfik ilerleyen dönemde uzun yıllar boyunca Cezayir'in gerçek yöneticisi olacak ama güncel bir resmi veya videosu bile bulunamayacaktı.

Cezayir Darbesi (3 Haziran 1991-11 Ocak 1992)

Cezayir'de seçim sisteminde değişiklik ve protestolar (Haziran 1991)

Cezayir istihbaratının direktifleriyle 3 Haziran 1991'de Cezayir'de seçim sisteminin, FIS aleyhine olacak şekilde, değiştirildiği açıklandı.

Bu gelişme üzerine FIS yanlıları büyük şehirler başta olmak üzere sokaklara dökülerek protestolara başladılar. 

İstihbaratın yönlendirdiği ordu güçleri şehirlere inerek, protestolara şiddetli bir karşılık verdi ve kalabalıklara ağır silahlarla ateş açtı. Cezayir'in büyük şehirlerinin savaş alanına döndüğü Haziran 1991'deki sokak olaylarında 1000-1500 kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bu süreçte 3 bin kadar FIS taraftarı protestocu da tutuklanmıştır.

Sokak olaylarının ardından Cezayir ordu güçleri 30 Haziran 1991'de FIS lideri Abbas Medeni'yi ve yardımcısı Ali Belhac'ı tutukladılar. Haziran 1991'de Cezayir'de yaşananlar, Cezayir istihbaratı öncülüğünde statükonun yaptığı ilk darbe olarak görülmektedir.

FIS yönetiminin zor kararı

Taraftarları sokaklarda katledilen ve en önde gelen iki liderleri tutuklanan FIS yönetimi Haziran 1991'de istihbaratın tamamen ipleri ele alıp yönettiği ordu ve rejime savaş açmakla 26 Aralık 1991'deki seçimlere girmek arasında karar vermek arasında zor bir seçim yapmak zorunda kaldı.

Medeni ve Belhac'ın tutuklanmasının ardından FIS liderliğine geçen Abdulkadir Haşani (1956-1999), diğer FIS yöneticileriyle de görüşerek savaşa hazırlıklı olmadıkları kararına vardı. Haşani, savaş ilan ettikleri takdirde ordunun büyük bir katliama girişeceğinden endişe ederek 26 Aralık 1991 seçimlerine girme kararı aldı.

Haşani FIS taraftarlarına düşmanları ne yaparsa yapsın şiddet olaylarından uzak durmaları çağrısında bulundu. FIS yönetimi, tüm tarafların FIS'in kazanacağına emin olduğu 26 Aralık 1991 seçimleriyle tek başına iktidara geleceklerini düşünmekte, seçim zaferinin ardından Cezayir'deki statüko yanlılarının şiddete başvuracak gücü kendilerinde hissetmeyeceğini ümit etmekteydi.

Bu süreçte pek çok FIS taraftarı, FIS'in bu tutumunu pasif buldu. Seçimlerin olumlu bir netice getirmeyeceğini düşünerek FIS'ten koptu ve seçimleri boykot etmeye karar verdi. 

26 Aralık 1991 Cezayir Meclis Seçimleri

Cezayir, Haziran ayında yaşananların ve sonuçlarının gölgesinde 26 Aralık 1991'de meclis seçimlerinin ilk turuna gitti. Seçimde beklenildiği gibi FIS açık bir zafer kazandı. İlk turda dar bölge seçim sistemi uygulanan bu seçimlerde FIS %47,3 oy oranıyla ilk turda belirlenen 232 milletvekilinden 188'ini kazandı. Cezayir'i bağımsızlığından beri yöneten Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) %23,3 oyla 16 milletvekili, daha çok Kabiliye bölgesindeki Berberilerin desteklediği Sosyalist Cephe %7,4 oyla 25 milletvekili kazandı. Seçime katılan diğer onlarca parti dar bölgeli seçim sisteminde hiçbir bölgede çoğunluğu sağlayamayarak milletvekili kazanamadı.

FIS taraftarlarından pek çoğunun seçimi boykot etmesi nedeniyle seçimlere katılım %59'da kaldı. Seçimlerin ilk turundan FIS'in Cezayir'de tek başına iktidara geleceği belli olmuştu.

16 Ocak'ta mecliste kalan 198 sandalyenin belirleneceği seçimin ikinci turunun yapılması planlanmaktaydı.

11 Ocak 1992 Darbesi

Cezayir istihbaratının yönlendirmesiyle Cezayir ordusu yönetimi FIS'e teslim etmemek üzere darbe yapmaya karar verdi. Hazırlıkların ardından seçimin ikinci turu öncesi 11 Ocak 1992 sabah erken saatlerde harekete geçen Cezayir ordusu şehirlere inerek darbe yaptığını, yönetime el koyduğunu, seçimleri iptal ettiğini duyurdu.

Darbeyle beraber Cezayir genelinde yoğun bir tutuklama kampanyası başladı. FIS lideri Abdulkadir Haşani'nin de aralarında bulunduğu FIS liderlerinden saklanmayı veya ülke dışına kaçmayı başaranlar haricinde tümü tutuklandı.

Cezayir'de bu dönemde yaklaşık 40 bin kişinin İslami hareketlere mensup olma suçlamasıyla tutuklandığı, bunlardan 12 bininin kaybolduğu belirtilmektedir. 

İlerleyen yıllarda Cezayir rejiminden kopup rejim muhaliflerine katılan isimler, Cezayirli 12 bin kayıp tutuklunun rejim güçlerince infaz edildiği açıklamıştır.

Cezayir'de İslami kesime yönelik bu tutuklamalar sadece FIS üyeliği üzerinden değil sakal uzatmak, dini kıyafetler giymek gibi gerekçelerle de gerçekleştirilmiş, kadınları da hedef almıştır. Cezayir'de darbe yönetimince siyasi tutuklulara yönelik ağır işkenceler ve tecavüzler ilerleyen dönemde sıklıkla dünya basınında yer almıştır.

Darbe sonrasında Haziran 1991'dekine benzer bir kararsızlık yaşayan FIS, Cezayir rejimine karşı savaş ilanında bulunmamış, taraftarlarına ne yapılmasına dair herhangi bir açıklama yapmamıştır. Rabah Kebir, Enver Haddam gibi bazı FIS yöneticileri Avrupa'ya kaçarak yurt dışında rejime siyasi bir muhalefet organize etme çabasına girmişlerdir.

Darbeciler FIS'i kapattığı gibi Şazeli bin Cedid'in cumhurbaşkanlığına da son vermişlerdir.

Darbenin aktörleri

Darbenin planlayıcısının General Tevfik olduğu bilinmektedir.

Darbenin görünen yüzünde ise Halid Nezzar (1937-) başta olmak üzere bazı generaller bulunmuştur. General Tevfik gibi Halid Nezzar da Fransızlarca eğitilmiş, Fransız ordusunda yer almış, Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların emrinde Cezayirlilere karşı savaşmış bir isimdir.

Nezzar, 1962'de Cezayir bağımsızlığını kazanırken şaibeli bir biçimde taraf değiştirdiğini iddia edip yeni kurulan Cezayir ordusunda yer almış seküler bir isimdi. General Halid Nezzar darbe esnasında Cezayir'in savunma bakanıydı.

Darbeci generaller konseyinde Muhammed Lamari, Larbi Bilhayr, Liyemin Zerval gibi başka generaller de yer almaktaydı.

Darbeye dış destek

Darbenin hazırlığı esnasında Cezayir'i halen arka bahçesi olarak gören Fransa'nın darbecilere destek verdiği bilinmektedir. Darbeden sonra derhal darbe yönetimini tanıyan Fransa darbeci yeni rejime kredi de açmıştır.

ABD ve diğer Batılı ülkeler de Fransa kadar açık olmasa da darbeye destek verirken, Batı medyasında darbenin "Cezayir'i köktendincilerin eline düşmekten kurtardığı" işlendi.

Cezayir darbesi Arap rejimlerinden de destek gördü. Arap rejimleri darbeci yönetimi Cezayir'in meşru yöneticisi olarak tanıdı. Halid Nezzar hatıratına dair yazdığı kitapta Suudi Arabistan da dahil Arap rejimlerinin kendilerine ulaşarak darbeden memnuniyetlerini ilettiğini belirtmiştir.

İslam aleminde darbeye tepki

Cezayir'de yaşanan darbe İslam dünyasının tümünde büyük tepki çekmiştir.

Türkiye'nin de aralarında olduğu pek çok ülkede darbeyi protesto gösterileri düzenlenmiştir. Türkiye'deki İslami kamuoyu da dahil İslam dünyası genelinde Cezayir'de yaşanan gelişmeler ilgiyle ve darbeci yönetime tepkiyle yakından takip edilmeye başlanmıştır.

1990'lı yıllarda özellikle Türkiye'deki İslamcı dergiler sık sık Cezayir'deki darbe ve iç savaşı işlemiştir.

Darbecilerin Ortadoğu turu

FIS'in darbecilere karşı net bir biçimde savaş ilan etmemesine rağmen Cezayir'de 1992 yılında spontane biçimde halk arasında darbecilere karşı direniş ortaya çıktı.

Cezayir'in bir iç savaşa gitmekte olduğunu ve darbe karşıtlarının organize direnişe geçeceğini hesaplayan darbeciler bir Ortadoğu turu yapma kararı aldılar. 

Bu şekilde Arap rejimleriyle ilişkilerini geliştirmek isteyen darbeciler aynı zamanda diğer rejimlerin İslami kesimlerle mücadele tecrübelerinden de istifade etmek istiyordu.

Halid Nezzar'ın hatıratında bildirdiğine göre Suudi Arabistan'ı ziyaret ettiklerinde ülkesindeki İslami kesimle başı dertte olan Suudi Arabistan Kralı Fehd bin Abdulaziz kendilerine "Bu İslamcılar sadece güçten anlar" dedi ve sert bir mücadele vermeleri tavsiyesinde bulundu.

Cezayir istihbaratının akıl hocası Suriye istihbaratı

Halid Nezzar'ın aktardığına göre darbeciler, Hama Katliamı da dahil ülkesindeki İslami muhalefete karşı mücadelesi ve baskıcılığıyla bilinen Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed'i Şam'da ziyaret etti.

Bu ziyarette Suriye rejiminin İslami kesime karşı mücadele tecrübelerinden faydalanmak istediklerini belirttiler.

Hafız Esed bu tecrübe paylaşımından memnun olacağını belirtti.

Bunun üzerine Cezayir istihbaratı, Suriye istihbaratından muhalif örgütlenmelere sızma, işkence, İslami kesime karşı fikri mücadele gibi konularda eğitim aldı.

Darbe meclisi

Darbeciler meşruiyetlerini sağlama amaçlı Cezayir'de bir meclis oluşturma kararı aldılar.

Ülkedeki seçimler iptal edildiğinden bu meclisin üyelerinin seçimle değil partilere tanınacak kotalarla belirlenmesine karar verildi. Darbecilerce kapatılan FIS dışında belli başlı tüm partilere seçimde yer almaları çağrısında bulunuldu.

Seçimlerden ikinci çıkan FLN bu öneriyi kabul ederken Sosyalist Cephe darbeye karşı olduğunu belirterek bu meclisi boykot etti.

26 Aralık 1991 seçimlerinde %2,2 oy alan bir diğer İslamcı parti Nahda Partisi darbecilerin çağrısına uyarak mecliste yer aldı.

Yeni yönetimde iktidarda payı olmayan, muhalefette kalan Nahda Partisi'nin darbe meclisinde hacmi küçük varlığının, darbecilerce aslında İslam karşıtı olmadıklarının delili olarak kullanılması dikkat çekti.

Muhammed Budiyaf'ın cumhurbaşkanlığı ve canlı yayında öldürülmesi (1992) 

Muhammed Budiyaf (1919-1992) Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda FLN saflarında yönetici olarak yer almış ve savaşın bitiminde savaş kahramanı olarak resmi olarak taltif edilmiş bir isimdi. Fakat 1965'te FLN yönetimiyle girdiği iktidar mücadelesini kaybederek Cezayir'den ayrılıp Fas'a yerleşmek zorunda kalmıştı.

Şazeli bin Cedid'i cumhurbaşkanlığından indiren darbeciler Fas'ta yaşayan Muhammed Budiyaf'a cumhurbaşkanlığı teklifini götürmeye karar verdiler. Darbeciler Budiyaf'ın geçmiş itibarından yararlanarak yönetimlerini meşrulaştırmayı ama bir yandan da Budiyaf'ı sembolik bir konumda tutarak ülkenin gerçek yöneticileri olarak kalmayı hedeflemekteydiler.

Muhammed Budiyaf darbecilerin teklifini kabul ederek Cezayir'e döndü ve 16 Ocak 1992'de cumhurbaşkanlığı makamına oturdu. Fakat ilerleyen aylarda darbecilerin arzusu hilafına Budiyaf yönetimi doğrudan ele alma çabasına girişti. Mayıs 1992'de Budiyaf, darbeci generallerden Mustafa Beluşif'in yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanmasını emretti. Yine Mayıs 1992'de Budiyaf, General Halid Nezzar'ı savunma bakanlığı görevinden aldı. 

Bu gelişmeler üzerine Budiyaf ile darbeci generaller heyeti arasındaki güç mücadelesi yoğun biçimde dünya basınında da yer aldı.

29 Haziran 1992 günü Muhammed Budiyaf cumhurbaşkanlığı makamındayken ilk kez başkent Cezayir şehrinden çıkarak ülkenin en doğusundaki Annaba şehrini ziyaret etti. Annaba'da bir merkezin açılışı esnasında yaptığı konuşma Cezayir devlet televizyonunda yayınlanmaktaydı. Bu esnada Lambarek Bumaarifi isimli Cezayir ordusunun bir teğmeni Muhammed Budiyaf'ı canlı yayında tüm Cezayir TV izleyicilerinin gözleri önünde öldürdü.

Suikastın ardından suikastçı teğmen Lambarek Bumaarifi derhal tutuklandı ve herhangi bir yargılamaya tabi tutulmadı. Akıbetinin ne olduğu bilinmeyen Bumaarifi bir daha kamuoyu karşısına çıkmadı. Darbeci generaller konseyince Bumaarifi'nin FIS sempatizanı olduğu ve bu sebeple cumhurbaşkanını öldürdüğü iddia edildi.

Fakat bu açıklama Cezayir'de ve yurt dışında inandırıcı bulunmadı. Budiyaf'ın generallerle iktidar mücadelesine girmesi ve yolsuzlukla mücadele edeceğini açıklamasının, generalleri Budiyaf'ı öldürmeye ittiği düşünülmektedir. Çünkü darbenin ardından darbeci generallerin Cezayir'in doğalgaz ve petrol gelirleri başta olmak üzere kaynakları üzerinde büyük bir yolsuzluk ağı kurduğu bilinmektedir.

FIS'in yurt dışına çıkan örgütlenmesi de Budiyaf'ı öldürdükleri iddiasını reddederek suikastin generallerin komplosu olduğunun açık olduğunu belirtmiştir. 1992 yazında ülkede faaliyetlerini artırmaya başlayan darbeye karşı silahlı mücadele veren İslami gruplardan da bu suikasti üstlenen olmamıştır.

Darbeye karşı silahlı mücadele ve iç savaş

Cezayir'de darbenin gerçekleşmesi, darbecilerin her türlü müzakereye kapalı olduğunu açıklaması ve on binlerce Cezayirlinin darbecilerce tutuklanıp işkenceden geçirilmeye başlamasıyla, darbeye karşı silahlı mücadele başlatılması fikri Cezayir'de İslami kesim için tek çıkış yolu olarak görülmeye başlandı.

Ülkedeki kadroları tutuklanan veya saklanmak zorunda kalan FIS adına yurt dışına çıkabilen yetkililerinin açıklamalar yaptığı bu dönemde FIS yetkilileri cuntaya karşı bir savaş başlatıp başlatmama konusunda Haziran 1991'de olduğu gibi kararsız kaldılar.

Cezayir halkı arasında cuntaya karşı silahlı direniş talebi yaygın olarak bulunduğundan pek çok silahlı organizasyon ortaya çıktı. Bazı gruplar şehirlerde darbeci askerlere saldırıları tercih ederken çoğu grup Cezayir'in dağlarına çıkmayı tercih etti. Cezayir'de dağlar başkent Cezayir ve kıyı şehirlerinin hemen gerisinden başladığından ve ormanlık olduğundan Cezayir dağlarında üslenerek bir savaş vermenin hedeflere ulaşım, barınma ve saklanma açısından pek çok lojistik avantajı bulunmaktaydı.

GIA (Groupe Islamique Arme/İslami Silahlı Cemaat)

Cezayir İç Savaşı'nda adından en çok söz ettirecek grup olan İslami Silahlı Cemaat bazı iddialara göre Haziran 1991 olaylarından sonra, bazı iddialara göre ise darbenin hemen ardından kuruldu.

Cezayir'de Fransızca kullanımı çok yaygın olduğundan, daha çok bu grubun kendisine seçtiği ismin Fransızcası olan 'Groupe Islamique Arme'nin kısaltması olan 'GIA' kullanıldı.

Başkent Cezayir şehrinin hemen güneyinde başlayan dağlık ve ormanlık alanlarda üslenen bu grup, rakibi olarak gördüğü İslami Selamet Cephesi'nin henüz savaşa dahil olmamasından istifade ederek darbecilere karşı savaşmak isteyen kesimleri safına toplamaya başladı.

GIA, işleyiş yapısının hızlılığı ve etkili eylemleri ile dikkat çekmekteydi. GIA'nın ilk lideri Mansur Melyani darbeci güçlerle girdiği bir çatışmada Temmuz 1992'de yakalandı. Melyani darbe yönetimince Ağustos 1993'te idam edilecekti.

Melyani'nin yerini alan Muhammed Allal da Eylül 1992'de çatışmalarda hayatını kaybetti. GIA'nın üçüncü lideri Abdulhak Layada oldu. GIA'nın büyümeye devam ettiği bu süreçte Ocak 1993'te lideri Abdulhak Layada grubun ideoloji ve amaçlarına dair ilk defa bir beyanda bulundu.

Layada beyanında GIA'nın İslami Selamet Cephesi ve diğer tüm kuruluşlardan tamamen bağımsız bir yapıda bulunduğunu, Cezayir'de bir İslam devleti kurmayı hedeflediğini, darbecilerle her türlü anlaşmaya karşı olduğunu vurgulamaktaydı. Yine Layada bu beyanında Cezayir'de mevcut şartlarda cihadın tüm Cezayirlilere farz olduğunu belirtmekte, Cezayirli Müslümanlara GIA saflarına katılıp darbecilere karşı savaşma çağrısı yapmaktaydı.

Abdulhak Layada Mayıs 1993'te gizlice silah tüccarlarından silah alabilmek için gittiği Fas'ta yakalanıp tutuklandı. Eylül 1993'te Fas Layada'yı Cezayir'in askeri yönetimine iade etti. Layada 2006'da hapisten çıkacak ve Cezayir'de yaşamaya devam edecekti.

Abdulhak Layada'nın yakalanmasının ardından GIA liderliğine Cafer Afgani lakaplı Seyfullah Cafer getirildi. 30 yaşındaki Cafer Afgani'nin ilkokul eğitimi dışında bir eğitimi bulunmadığı ve eski bir kaçakçı tüccar olduğu belirtilmektedir.

GIA'nın Cafer Afgani döneminde sertleşmeye başladığı iddia edilmektedir. Fakat bu sertleşmede darbeci güçlerin ülke geneline yaydığı katliam, tutuklama, işkence ve tecavüz politikalarının da büyük rolü olduğu uzmanlarca vurgulanmaktadır. Bu dönemde darbecilere karşı mücadele eden diğer silahlı gruplara Cafer Afgani'nin tehdit mesajları yollayarak GIA'ya katılmadıkları takdirde kendilerine karşı da savaşılacağı mesajları iletildiği iddia edilmektedir.

26 Şubat 1994'te Cafer Afgani de rejim güçlerince bir çatışmada öldürüldü. GIA liderliğinde yerini 26 yaşındaki Şerif Gusmi aldı. Yaşı Cafer Afgani'den de genç olan Şerif Gusmi bununla beraber daha iyi bir eğitime sahipti.

GIA bu dönemde Cezayir'de darbecilere karşı en etkili grup olarak görüldüğünden İslamcı gençlerden yoğun katılım almaktaydı. Yurt dışındaki Cezayir muhalefeti ve diğer ülkelerden İslami kesimlerin de darbe ve takip eden süreçte darbecilerin giriştiği katliam ve işkencelere tepki olarak GIA'ya desteği bulunmaktaydı.

GIA dışındaki silahlı muhalefet

Darbecilerin 1992'nin ikinci yarısında İslami Selamet Cephesi ve diğer muhalifleriyle uzlaşmaya gidebileceğine dair mesajlar vermesi İslami Selamet Cephesi tandanslı pek çok kişiyi savaşa katılmaktan alıkoymuştu. Fakat 1993'ün ikinci yarısında bu kesimler darbecilerin kendilerini direnişten alıkoymak için oyaladığı, halka yönelik baskılarını artırdığı kanaatine vararak savaş kararı verdiler.

Böylece 1993'te İslami Selamet Cephesi adına İslami Selamet Ordusu kuruldu. Ortak bir merkezden yönetilmeyen bu yeni silahlı grupta en dikkat çeken isim Muhammed Said'di. Muhammed Said (1945-1995) darbe öncesinde Cezayir'de tanınmış bir vaiz ve din adamıydı. İslami Selamet Cephesi'nin teklifi üzerine 1989'da bu partiye katılmıştı. Darbenin ardından saklanan Muhammed Said de 1993'te silahlı mücadeleye katıldı.

1992-93 döneminde Cezayir'de daha küçük çapta 'İslami Cihad Cephesi', 'İslam Devleti Hareketi' gibi bazı başka silahlı gruplar da darbe rejimine karşı mücadele vermekteydi.

Fakat GIA'nın erken ve hızlı örgütlenmesi, çok sayıda eylem gerçekleştirmesi nedeniyle GIA daha çok ilgi görmüştü. Bu nedenle 1994'e gelindiğinde diğer silahlı grupların savaşçı sayısı ve gücünün toplamı, GIA'nınkinin yarısı kadar bile etmemekteydi.

Vahdet Toplantısı (Mayıs 1994)

Mart 1994'te GIA lideri Şerif Gusmi, Ramazan Bayramı münasebetiyle yayınladığı mesajda Cezayir'de darbecilere karşı mücadele eden tüm grupları ve yurt dışındaki darbe karşıtlarını birleşmeye davet etti ve bunun dini bir zorunluluk olduğunu vurguladı. Silahlı gruplar yaptıkları ön görüşmelerin ardından Mayıs 1994'te bir "Vahdet (Birleşme) Toplantısı" düzenlemede anlaştılar.

Cezayir'in dağlarında ormanlık alanda gruplar birleşme konusunu görüştüler. GIA en büyük ve ilk grup olduğundan birleşmenin ancak kendi çatısı altında olabileceğinde ısrarcı oldu ve tüm grupların lağvedilip yeni bir grup kurulması, yeni bir emir seçilmesi tekliflerini reddetti.

Toplantıya katılan Muhammed Said birlik ve mücadelenin en önemli konu olduğunu belirterek GIA'ya katılmayı kabul ettiğini belirtti ve diğer küçük grupları da birleşmeye teşvik etti. Oluşan atmosferde tüm katılımcılar GIA'ya katılmayı kabul ettiler. Fakat bazıları bunu zorunluluk sebebiyle yaptıklarını da beyan etmekten sakınmadılar.

Günlerce süren toplantıların ardından gruplar GIA'ya katıldılar ve GIA lideri Şerif Gusmi'ye biat ettiler. Böylece birleşebilme uğruna Muhammed Said bazı fikirsel farklılıkları bir kenara bıraktı ve oğlu yaşındaki Şerif Gusmi'ye biat etmiş oldu.

Muhammed Said İslami Selamet Ordusu adına GIA'ya katıldığını duyurmuştu. Fakat İslami Selamet Ordusu'nun bir diğer önemli ismi ve birleşme toplantısına katılmayan Medeni Mezrak ise Muhammed Said'in kararının İslami Selamet Ordusu'nu temsil etmediğini belirterek GIA'ya katılmayacaklarını duyurdu. Böylece İslami Selamet Ordusu'nun bir kısmı GIA'ya katılırken diğer bir kısmı Medeni Mezrak liderliğinde varlığını sürdürdü.

Darbe rejimi gücü ve elinde tuttuğu dağlık bölgelerin Cezayir şehrine yakınlığı nedeniyle GIA'yı daha büyük bir tehdit olarak gördüğünden İslami Selamet Ordusu'nun büyük şehirlerden uzak dağlık bazı alanlarda hakimiyet kurmasını öncelikli bir tehdit olarak görmedi ve İslami Selamet Ordusu ile mücadeleye öncelik vermedi.

Vahdet Toplantısı'yla Cezayir'deki silahlı muhalefetin %90-95'i GIA çatısı altında birleşmiş oldu. Bu dönemde GIA'nın 25-30 bin savaşçısı olduğu iddia edilmektedir. Cezayir'de Mayıs 1994 sonu itibariyle GIA dışında ciddi büyüklükte silahlı, rejim muhalifi tek grup Medeni Merzak liderliğindeki İslami Selamet Ordusu kalmıştı.

Bu süreçte özellikle kırsal bölgelerdeki halk da darbe rejimine karşı mücadele eden silahlı İslami gruplara ciddi destek veriyordu.

Temmuz 1994'te Şerif Gusmi bu birliğe dayanarak Cezayir İslami Emirliği'ni ilan ettiğini duyurdu ve GIA tarafından "Müminlerin Emiri" olarak anılmaya başladı. Bu ilana göre Muhammed Said de "Cezayir İslam Emirliği"nin hükümetinin lideri/başbakan olmuştu. Bu ilan Avrupa'daki İslami Selamet Cephesi üyeleri ve Cezayirli olmayan diğer İslami kesimlerde kısmi destek gördü.

GIA'nın birleşmelerle güçlenmesi karşısında 1994'ün ikinci yarısında ABD ve Avrupa basınında Cezayir'deki rejimin düşmesinin kaçınılmaz olduğuna, İslami kesiminin zaferine dair analizler yayınlanmaya başlandı.

GIA'da Cemal Zeytuni dönemi (1994-1996)

26 Eylül 1994'te GIA lideri Şerif Gusmi girdiği bir çatışmada hayatını kaybetti.

27 Ekim 1994'te GIA, liderliğine Cemal Zeytuni'nin (Ebu Abdurrahman Emin) seçildiğini açıkladı. 1964 doğumlu olup GIA lideri olduğunda 30 yaşında olan Cemal Zeytuni darbe öncesinde babasının yanında tavukçuluk yapan, dini eğitimi ve resmi eğitimleri kısıtlı bir isimdi.

Cemal Zeytuni gibi tecrübesi ve eğitimi az bir isimin, gücü ve büyüklüğü 1994'teki birleşmelerle çok daha artan GIA'nın emiri olması yurt dışındaki GIA destekçilerinin eleştirilerine neden oldu. GIA, Zeytuni döneminde daha da içe kapandı ve Zeytuni'nin genel ifadeler içeren açıklamaları dışında grup adına yayın, röportaj, görüntü verilmesi yasaklandı.

1995 yılı başlarında GIA'nın git gide sertleştiği iddia edilmekteydi fakat GIA'nın içe kapanık tavrı nedeniyle bu iddialar tam olarak belgelenemedi. 1995'in ilerleyen aylarında ise GIA, İslami Selamet Cephesi Ordusu'nu kendisine bağlanmaya zorladı ve iki grup arasında bazı çatışmalar çıktı. İki grubun ana üslerinin farklı bölgelerde bulunması çatışmaların büyümesini engelledi.

İslami ve cihat yanlısı kesimler, bu süreçte GIA içerisindeki aşırı uygulamaların ve yanlış dini yorumların arttığını belirtmektedir.

1995'te Zeytuni, Fransa'yı Cezayir'deki rejime destek verdiği için hedef alacaklarını belirtti. 11 Temmuz 1995'te Paris'te yaşayan ve İslami Selamet Cephesi'nin sürgündeki liderlerinden olan Abdulbaki Sahravi (1910-1995) faili meçhul bir suikastla öldürüldü. Sahravi Cezayir'deki savaşta silahlı mücadeleyi destekleyen fakat savaşın Fransa'ya taşınmasının zararlı olduğunu savunan bir isimdi. Bu nedenle bu saldırının GIA tarafından gerçekleştirildiği iddia edildi.

Temmuz-Ekim 1995'te GIA Fransa'da bir dizi bombalı saldırı tertip etti. Bu saldırılarda 8 Fransız öldürüldü. Fransa bu saldırılar gerekçesiyle ülkesindeki Cezayirlilere yönelik tutuklama kampanyası başlattı.

Kasım 1995'te GIA, Muhammed Said başta olmak üzere Mayıs 1994'teki "Vahdet Toplantısı"yla GIA'ya biat eden bazı liderlerin "rejim ordusuyla girdikleri çatışmada şehit olduklarını" açıkladı. Fakat pek çok kişi bu isimlerin GIA tarafından öldürüldüklerini tahmin ettiklerini belirtmekteydi.

Avrupa'daki İslami kesimler arasında bu konudaki tartışmaların artması üzerine Ocak 1996'da GIA'dan resmi bir açıklama yapıldı. Açıklamada, Muhammed Said başta olmak üzere Mayıs 1994'te GIA'ya katılan bazı isimlerin grup içerisinde darbe yapıp yönetimi ele geçirmeye, GIA yönetimini öldürmeye, ardından da Cezayir'deki yönetimle anlaşmaya çalıştığı iddia edildi ve bu gerekçeyle GIA tarafından idam edildikleri açıklandı.

GIA yönetiminin, Said'in önce "şehit olduğunu" açıklaması, daha sonra ise idam edildiğini kabul etmesi büyük tepki ve tartışmalara sebebiyer verdi.

Bu açıklamanın pek çok kişi tarafından inandırıcı bulunmaması üzerine GIA'ya Cezayir dışından destekte büyük bir düşüş oldu. Ebu Katade el-Filistini (1960-) ile beraber Londra'da Cezayir'deki gelişmelere ağırlık veren Ensar Dergisi'ni yayınlayan Ebu Musab es-Suri (1958-) GIA'ya tüm desteğini kestiğini açıkladı.

Ebu Musab es-Suri, GIA'nın Muhammed Said için daha önce "rejimle girdiği çatışmada şehid oldu" açıklaması yapılmışken daha sonra darbe yapmaya çalıştığı için GIA tarafından idam edildiğinin açıklanmasını GIA'nın yalancılığına açık bir delil olarak nitelendirdi.

Ebu Katade el-Filistini ise Cezayir'den bilgi akışının muğlak olduğu gerekçesiyle bu meselede net bir karar vermek için biraz daha bekleyip incelemelerde bulunacağını, bu müddet içerisinde Ensar Dergisi'ni çıkarmaya devam edeceğini açıkladı. Mayıs 1996'da Ebu Katade de GIA'nın bu meselelerde tatmin edici açıklamalar yapmamasını yalan söylediğine delil sayarak Ensar Dergisi'nin yayınına son verdi ve son sayısında sert bir biçimde GIA'yı eleştirdi.

Ardından Ebu Katade "GIA'nın yanlış yollara girdiğini, meşru bir cihadi hareketi ifsat ettiğini, Cezayir'de darbeci rejime karşı verilen savaşı halka karşı savaşa çevirerek büyük bir suç işlediğini, bu nedenle GIA'ya desteği kestiklerini" açıklayan 3 saate yakın bir konferans verdi.

Aylar sonra Temmuz 1996'da GIA, Muhammed Said ve diğer isimlerin GIA tarafından öldürülmesinin gerekçesi olarak 4 Ocak 1996'da kaydedilmiş bir video yayınladı. Videoda Muhammed Said ile beraber olan Amara Abdulvehhab oldukça gergin bir şekilde Muhammed Said ile beraber GIA'da darbeye kalkıştıklarını ama başarısız olduklarını anlatmaktaydı. Videonun sonunda idam edileceği açıklanan Amara Abdulvehhab tevbe ettiğini belirtmekte ve GIA'dan canının fazla yakılmadan öldürülmesini talep etmekteydi.

Fakat bu videodaki darbe itirafı, Amara Abdulvehhab'ın bu konuşmayı baskı altında yaptığının tahmin edilmesinden inandırıcı bulunmadı.

Söz konusu itirafların işkenceyle alındığı belirtildi.

Zeytuni'yi öldüren FIDA'dan Mağrip El Kaidesi'nin doğuşuna geçen süreç (1996-2007)

Cezayir'de de GIA'ya 1994'te katılan gruplar liderlerinin Cemal Zeytuni'nin emriyle katledildiği gerekçesiyle GIA liderlerine savaş açtılar, hedeflerinin Cemal Zeytuni'yi "işlediği cinayetlere karşılık idam etmek" olduğunu açıkladılar. 

Bu gruplardan kısaca FIDA (Front Islamique du Djihad Armé) olarak bilinen ve Mustafa Kartali'nin liderlik yaptığı "Silahlı Cihad için İslami Cephe" Temmuz 1996'da bir çatışmada Cemal Zeytuni'yi öldürdü.

Bu başarısından ötürü Cemal Zeytuni karşıtı bazı gruplar FIDA'ya katıldılar. Bu katılımlarla 1998'de FIDA öncülüğünde "Selefi Davet ve Savaş Cemaati" kuruldu ve ilk lideri Hasan Hattab (1967-) oldu. Bu yeni oluşum ilk iş olarak Cezayir'deki darbeci rejime karşı mücadelelerini sürdüreceklerini, GIA'ya karşı ve GIA'nın aşırılıklarından beri olduklarını açıkladı. GIA lideri Cemal Zeytuni'yi öldürmelerinin de GIA'ya ne kadar karşı olduklarını gösterdiğini belirtti.

2003'te Hasan Hattab'ın bu gruptan ayrılmasının ardından yeni lider Nebil Sahravi (1966-2004) oldu. Ekim 2003'te Nebil Sahravi Taliban lideri Molla Ömer'e ve El Kaide lideri Usame bin Ladin'e biat ettiğini ilan etti. Fakat Cezayir'de yaşananlar nedeniyle El Kaide'nin bu biatı hemen kabul etmekte çekinceli davrandığı gözlemlendi, prensiplerde anlaşmak üzere bu grupla müzakerelere giriştiği iddia edildi.

20 Haziran 2004'te Nebil Sahravi'nin rejim güçleriyle girdiği bir çatışmada hayatını kaybetmesiyle yerini alan Abdulmalik Drukdel'in (Ebu Musab Abdulvedud) (1970-2020) döneminde Ocak 2007'de karşılıklı anlaşmayla "Selefi Davet ve Savaş Cemaati" ismi feshedilerek mevcut yapılanma İslami Mağrip El Kaidesi ismini aldı.

Cezayir'de rejim cephesinde gelişmeler

Muhammed Budiyaf'ın 1992'de öldürülmesinin ardından darbeci rejim bir müddet generaller konseyi tarafından yönetildi. Ali Kafi (1928-2013) isminde pek tanınmayan bir politikacı Temmuz 1992-Ocak 1994 döneminde sembolik olarak cumhurbaşkanlığı makamında bulundu ama fiili yönetimde yer almadı.

Bu dönemde generaller Cezayir'de sürdürdükleri katliam, işkence ve tecavüzlerin yanı sıra kendilerine karşı silahlı muhalefetin büyümemesi için muhalefetle diyalog mesajları veriyorlardı. Ali Kafi'nin geçici cumhurbaşkanı olduğunu vurgulayan generaller Kafi'nin ardından göreve gelecek cumhurbaşkanıyla bu diyalogun başlayabileceğini belirtiyorlardı.

Ocak 1994'te General Liamin Zerval askeri konsey tarafından cumhurbaşkanı seçildi. Zerval'in Kafi'nin aksine geçici ve sembolik bir vazife yürütmeyeceği açıklanmıştı. Zerval'in göreve gelmesinin ardından muhalefetle diyalogun başlatılmaması üzerine rejimden çeşitli kopmalar yaşandı. Cezayir'den kaçabilen bu isimler yurt dışında askeri rejimin yeni muhalifleri olarak faaliyet göstermeye başladılar.

Bu isimlerden en ünlüsü olan Cezayirli diplomat Muhammed Arabi Zeytut (1963-) darbeden önce 1991'de Cezayir'in Libya Büyükelçisi olarak atanmış bir isimdi. Kendi ifadesine göre darbe esnasında elçilik görevinde Libya'nın başkenti Trablusgarp'ta bulunan Zeytut askeri konseyin söz verdiği gibi bir diyaloğa girişmesi umuduyla görevinden ayrılmadığını, fakat 1994'te askeri konseyin sözlerinin oyalama olduğunun ortaya çıkması üzerine rejimden tamamen kopup elçilik görevinden ayrıldığını açıkladı.

Muhammed Arabi Zeytut bu tarihten itibaren medya üzerinden Cezayir'deki rejim, ilerleyen tarihlerde Arap ülkelerindeki diğer rejimler aleyhine muhalif faaliyetlerde bulundu. Zeytut Cezayir'de yaşananın bir iktidar mücadelesi olmadığını, Fransa destekli cuntacıların Cezayir'de İslam'a ve halka savaş açtığını belirtmektedir.

Yine Zeytut cuntanın Suriye rejimi başta olmak üzere diğer baskıcı rejimlerden öğrendiği taktiklerle GIA'ya sızdığını, GIA'yı manipüle ettiğini ve savaşı böylece lehine çevirdiğini iddia etmektedir.

1994'ye darbeci rejim bir taşla iki kuş vurabilmek amacıyla rejim muhalifi iki kesim olan İslami kesimle Kabiliye Berberilerini birbirine düşürmeye karar verdi. Cezayir'deki stratejik ve dağlık konumu nedeniyle Kabiliye'nin özellikle batı bölgesi İslami silahlı muhalefetin önemli üslerinden birine dönüşmüştü.

Çoğunlukla laik partileri destekleyen Kabiliye Berberileri İslami kesime hoş bakmamakla beraber Cezayir rejimine de muhaliftiler. 1994'te İslamcılar ve Kabiliye Berberileri arasında bazı şaibeli çatışmalar ve kaçırma olayları yaşandı. Bu da Kabiliye Berberileri'nin politik unsurlarının İslami muhalefete savaş açmasıyla sonuçlandı.

Kabiliye Berberileri bu süreçte normalde muhalifi oldukları Cezayir rejiminin korucu gücü olarak Kabiliye'de GIA ile savaşmaya başladılar. Daha sonra Cezayir rejiminden kopan bazı isimler bu çatışmaların Kabiliye Berberilerini seferber edebilmek için Cezayir rejimince organize edildiğini itiraf edecekti.

Cezayir'de darbeci rejimin yeni cumhurbaşkanı Zerval olmasına rağmen perde arkasından Muhammed Medyen'in yönetimdeki ağırlığı sürdü. Yeni yönetime meşruiyet arayışının gereği olarak 16 Kasım 1995'te cumhurbaşkanlığı seçimi düzenlendi. Seçimi oyların %61'ini alan Liamin Zerval'in kazandığı duyuruldu ama bu seçim uluslararası gözlemcilerce adil bulunmadı.

GIA'da Antar Zuvabri dönemi ve köy katliamları

Temmuz 1996'da Cemal Zeytuni'nin öldürülmesinin ardından iç krizdeki GIA'nın liderliğine Antar Zuvabri'nin (1970-2002) getirildiği açıklandı. 26 yaşında olan ve az bir eğitime sahip olan Zuvabri, Zeytuni'nin yardımcısıydı. Bu süreçte GIA'yı, cihat yanlısı kesimlerin ifadesine göre "aşırıcı ve bozuk bir anlayışa" götüren genç ve tecrübesiz kadronun içerisinde yer alıyordu.

Zuvabri başa geçmeden önce GIA yurt dışındaki desteğini büyük ölçüde, cihat yanlısı hareketlerin desteğini ise tümüyle yitirmiş bulunmaktaydı.

Zuvabri bu desteği yeniden sağlayabilmek için genel ifadelerle aşırı olmadıklarını, Ehl-i Sünnet yolunu izlediklerini belirten bir bildiri yayınladı. Ancak GIA'nın yurt dışındaki destekçilerinin ezici çoğunluğu bu bildiriyi inandırıcı bulmadı.

1996'nın ikinci yarısında Cezayir'de kırsal kesimde sivilleri taşıyan toplu taşıma araçları durdurulmaya ve siviller bıçaklarla katledilmeye başlandı. Bu katliamlar kimse tarafından üstlenilmedi.

Ocak ve Şubat 1997'ye denk gelen Ramazan ayında Cezayir İç Savaşı'nda yeni bir dönem başladı. Bu tarihten itibaren Cezayir'de merkezi bölgelerdeki köylerde alışılmadık ve çok vahşi köy katliamları gerçekleştirildi.

1997-1998 döneminde süren bu katliamlarda binlerce Cezayirli köylü gece vakti kimliği belirsiz kişilerin ani saldırılarıyla toplu katliamlarda öldürüldü. Köylüler genellikle kurşunla değil kesici aletlerle öldürülüyor, bazen kadınlara da tecavüz ediliyordu.

Bu katliamlardan en kanlı olanı Ocak 1998'de Relizane'de üç köyde aynı anda gerçekleştirilip 1000'den fazla ölüme sebep olan katliamdı.

Cezayir rejimi katliamlardan muhalefeti suçluyordu. Fakat katliamlardan çoğunun Cezayir şehrine ve askeri kışlalara çok yakında gerçekleştirilmesi, katliama uğrayan köylerin yüzde 90'a varan oranlarda 1991'deki seçimlerde FIS'i desteklemesi bu iddiaya dair şüpheler doğuruyordu. 

İslami Selamet Cephesi Ordusu katliamları kınarken GIA katliamlarla ilgili sessizliğini başlangıçta korudu. Pek çok tarafın katliamların rejim tarafından muhalefete iftira için organize edildiğinin düşünüldüğü bir sırada, Antar Zuvabri ve GIA 27 Eylül 1997'de resmi bir açıklamada bulunarak Cezayir halkının kendilerini desteklemediği için kafir olduğunu ve katliamları GIA'nın işlediğini belirtti.

Bu şok edici açıklama üzerine zaten 1996'da GIA'ya desteği kestiklerini ilan eden kesimler GIA'yi çok daha sert bir biçimde lanetlemeye başladılar ve GIA'da bulunanlara bu örgütü terk etmenin, başka bir çatı altında darbeci rejime karşı savaşmanın İslami bir zorunluluk olduğunu belirttiler.

Bu süreçte darbeci rejim kitleler nezdinde meşruiyetini büyük ölçüde tekrar sağlarken, GIA halkın desteğini tamamen kaybedecekti.

GIA, rejime karşı savaşan diğer grupları da hedef almış, liderlerini büyük ölçüde öldürmüş, mensuplarını da sindirmeyi başarmıştı. Böylece rejime karşı savaşan grupların tamamı pasifize edilmiş oldu. Muhalif liderlerin çoğu öldürülmüş, kalanlarının büyük bir bölümü de özellikle köy katliamları sonrası halkın tamamen rejime bağlı hale gelmesiyle savaşı bırakmak durumunda kalmıştı.

İslami Selamet Cephesi Ordusu'nun ateşkes ilanı

Bu gelişme üzerine 1 Ekim 1997'de Medeni Merzak liderliğindeki İslami Selamet Cephesi Ordusu tek taraflı ateşkes ilan etti. Medeni Merzak ve İslami Selamet Cephesi Ordusu savaş boyunca atıl kalmakla ve sahayı GIA'ya terk etmekle eleştirilmişti.

Dağlık kesimlerde ve bazı kırsal yerleşimlerde hakimiyet kuran İslami Selamet Cephesi Ordusu, merkezi bölgelerde rejim güçlerine yönelik etkili harekatlara girişmemiş, bu yapıyı öncelikli tehdit görmeyen Cezayir'in askeri rejimi de İslami Selamet Ordusu'nu ortadan kaldıracak harekatlara öncelik vermemişti.

Bu sırada Abbas Medeni'nin de hapishaneden ev hapsine çıkarılması, İslami Selamet Cephesi ile Cezayir rejimi arasında gizli ve sınırlı müzakereler yürütüldüğü tahminlerine neden olmuştu.

Cezayir rejimi köy katliamlarını fırsata çeviriyor: Af ilanı

Eylül 1997'de GIA'nın şok edici bildirisini fırsata çevirmek isteyen cumhurbaşkanı Liamin Zerval muhalefetin teslim olan savaşçılarının affedileceğini açıkladı. Cezayir istihbaratının lideri ve Zerval'in perde arkasından ortağı General Tevfik (Muhammed Medyen) ise bu affa karşıydı ve silahlı muhalefetin savaşla imhasını istiyordu.

Zerval silahlı muhalefetin yaşadığı iç krizin muhalif savaşçıları savaşmaktan vazgeçirdiğini ama rejimin onları itmesi durumunda sonuna kadar savaşmak zorunda kalacaklarını, teslim olmalarını sağlamanın rejimin menfaatine olduğunu düşünüyordu.

Eylül 1997'de Fransa destekli General Tevfik'in ABD destekli Zerval'e darbe yapacağı konuşulmaktaydı. Fakat bu krize ABD doğrudan müdahil oldu. ABD böyle bir darbenin İslami muhalefete yarayacağını, General Tevfik'in olumsuz imajının da rejimin doğrudan başına geçmesi durumunda Cezayir'deki darbeci laik rejime zarar vereceğini düşünmekteydi. 

ABD'nin Cezayir büyükelçisi taraflarla görüşerek General Tevfik'in Zerval'i devirmesi durumunda ABD'nin Cezayir'e askeri olarak müdahalede bulunacağı tehdidinde bulundu ve ABD'nin de Zerval'in af planını Cezayir'deki rejimin lehine gördüğünü belirtti.

Ekim 1997'de İslami Selamet Cephesi Ordusu'nun ateşkes ilanına paralel olarak af kararı ilan edildi. Buna göre silahlı muhalefete mensup olanlar silahlarıyla teslim oldukları takdirde eğer birini öldürdükleri tespit edilmediyse serbest kalacak ve yargılanmayacaklardı. Bu süreçte İslami Selamet Cephesi Ordusu tamamen teslim oldu. GIA ve GIA'ya da karşı olan FIDA gibi bazı küçük gruplar affı kabul etmedi ve mensuplarından da kabul etmemesini talep etti.

Bu af sürecinde Cezayir rejiminin diğer Arap rejimlerinden talebiyle Arap dünyasındaki pek çok din bilgini de Cezayir'deki silahlı muhalefetin silahlarını bırakıp teslim olması çağrısında bulundu.

Fakat Eylül 1997'de liderleri Antar Zuvabri'nin köy katliamlarının sorumluluğunu üstlenmesinden dehşete düşen GIA mensuplarının çoğu gruplarından gizlice kaçarak teslim oldu. Böylece Cezayir İç Savaşı'nın en şiddetli kısmı 1998 başlarında sona erdi. 1998'de de devam eden köy katliamları GIA mensuplarının GIA'dan kaçıp teslim olma hızını artırdı.

Hapiste tutulan ve rejim mensuplarını bizzat öldürmekle suçlanmayan muhalefet mensuplarının çoğuna 5 yıl hapis cezası verilerek bu süreyi tamamlayanlar serbest bırakılmaya başladı. Bununla beraber af kararı öncesinde 1991-1997 döneminde Cezayir hapishanelerinde 12 bin siyasi mahkumun kaybolduğu, bu kaybolanların tamamının yargısız infaza tabi tutulduğu veya işkencede hayatını kaybettiği belirtilmektedir.

Serbest bırakılanların arasında İslami Selamet Cephesi'ne 26 Aralık 1991 seçimlerinde liderlik eden Abdulkadir Haşani de vardı. Haşani 22 Kasım 1999'da 53 yaşındayken faili meçhul bir suikastta hayatını kaybetti. Haşani'nin rejim veya GIA tarafından katledildiği iddia edilmektedir.

Köy katliamlarının faili ve rejimin GIA'ya sızması

1997 ve 1998'de Cezayir'i saran ve vahşice yöntemlerle binlerce kişinin katledildiği köy katliamlarını kimin yaptığına dair tartışmalar halen sürmektedir. Eylül 1997'de Antar Zuvabri'nin bu katliamların sorumluluğunu üslenmesi tartışmaları bitirmemiş, bazı katliamların rejim askerlerince yapıldığına, rejimin GIA'ya sızdığına dair iddialar sürmüştür.

Sürgündeki İslami Selamet Cephesi'nin Cezayir'deki katliamlara dair bir belgeseli. Katliamların rejim tarafından organize edildiğinin işlendiği belgeselde GIA'ya rejimin sızdığı, GIA'nın rejim tarafından manipüle edildiği de işleniyor. Bu belgeselde savaş esnasında rejimden kopan kimseler köy katliamlarını rejimin organize ettiğini belirtiyorlar.

İç savaşın ilerleyen dönemlerinde rejimden kopup Cezayir'den kaçan pek çok isim katıldıkları program ve verdikleri röportajlarda rejimin GIA'ya sızdığını, savaşı lehine çevirebilmek için bu katliamları hem GIA'ya işlettirdiğini, hem de rejim askerlerinin GIA milisi kılığında bu katliamları işlediğini belirtmektedir. Rejim muhalifi Muhammed Arabi Zeytut da bu kanaattedir.

İddialara göre Cezayir'deki darbeci rejim, 1992'de ziyaret ettiği Arap rejimlerinden, özellikle de Suriye'deki Hafız Esed rejiminden İslami muhalefete sızmaya ve onları manipüle etmeye dair pek çok bilgi edinmiş, bu bilgilerle hem GIA'ya sızmış, hem de GIA'yı rejimin lehine şeyler yapması hususunda manipüle etmiştir.

Yine bazı iddialara göre 1994-1996 döneminde GIA lideri olan Cemal Zeytuni (Ebu Abdurrahman Emin) Cezayir istihbaratının ajanıydı. 1996-2002 döneminde GIA lideri olan Antar Zuvabri ajan değildi ancak bilgi ve tecrübe yokluğu, ayrıca darbenin hemen arkasından ailesinin darbeciler tarafından öldürülmesi sebebiyle aşırılaşmış, Cezayir istihbaratı tarafından manipüle edilmişti.

Bu iddiaların doğruluğuna dair net bir bilgi ise bulunmamaktadır.

Muhammed Arabi Zeytut Cemal Zeytuni'den itibaren GIA'nın Cezayir'deki rejimin lehine olan çıkış ve eylemlerini rejimin GIA'ya sızmasına ve GIA'yı manipüle etmesine delil olarak göstermektedir. Zeytuti şu örnekleri vermektedir:

- Köy katliamları ve bu katliamların üslenilmesi rejime yaramıştır. Af ilanından sonra da bu katliamların tüm vahşeti ve yoğunluğuyla sürmesi silahlı muhalefetin teslim olma hızını artırmaya yaramıştır.

- Cezayir'deki devlet petrol şirketi işçi çıkarmak istemekte ama işsizliğin yaygın olduğu ülkede bu karar halktan tepki görmekteydi. Tam da bu sırada GIA petrol şirketi çalışanlarına ölüm tehdidinde bulundu. Rejimin çıkarmak istediği işçiler korkudan kendiliğinden istifa etti.

- Cezayirli gençler askere alınmak ve bu savaşa girmek istemiyorlardı. Cezayir'de rejimin ordusundan firarlarına arttığı bir dönemde GIA sadece askerlerin değil askerlik çağına gelip de saflarına katılmayan her erkeğin hedefleri olduğuna duyurarak ordudan firarları azalttı.

- GIA Cezayir'in laik kesimlerinin yaşadığı semtleri hedef almazken köy katliamlarını daha dindar bölgelerde yoğunlaştırdı.

Cihat yanlısı hareketin ideologlarından Suriyeli Ebu Musab es-Suri (1958-) ve Libyalı Atiyetullah el-Libi (1969-2011) Cezayir'de yaşananlara dair konuşma ve yazılarında GIA'da baştan beri sertlik ve cehalet nedeniyle aşırılık potansiyeli olduğunu, bu aşırılığın Cemal Zeytuni'nin 1994'te başlayan emirliğinde su yüzüne çıktığını belirtmektedirler.

Suri ve Libi köy katliamlarının tamamının rejim tarafından işlenmediğini, bilakis çoğunu GIA'nın işlediğinin sabit olduğunu, GIA'nın cehaleti ve aşırılığı nedeniyle manipüle edildiğini, elde net bir veri olmasa da rejimin GIA'ya sızmış olmasının ihtimal dahilinde olduğunu belirtmişlerdir.

GIA'nın 'Selefi Davet ve Savaş Cemaati'yle savaşı ve çöküşü (1998-2000)

1998'de köy katliamlarının sürdüğü dönemde af kararı GIA'nın mevcudunda büyük bir erimeye yol açtı.

1996'da GIA'yı "Harici" ilan eden ve Cemal Zeytuni'yi öldüren FIDA öncülüğünde af kararına uymayıp darbeci rejime karşı savaşa devam etmek isteyen küçük gruplar 1998'de 'Selefi Davet ve Cihad Cemaati' adı altında birleştiler. 

Rejime teslim olmak istemeyen, köy katliamları ve GIA'nın "aşırılıklarından" rahatsız olan pek çok GIA mensubu "mutedil" gördükleri bu yeni oluşuma katıldı. Rejime karşı savaşan 'Selefi Davet ve Cihad Cemaati' GIA'nın üslendiği dağlık ve ormanlık bölgeleri ele geçirmek üzere saldırı başlattı ve 2000 yılı itibariyle GIA'yı bu bölgelerden tamamen çıkarttı.

Affa uyanların yanı sıra 'Selefi Davet ve Cihad Cemaati'ne katılanlar ve merkezlerini kaybetmesi nedeniyle 2000'de GIA çökmüş durumdaydı. Tahminlere göre Antar Zuvabri 100 civarında mensubuyla başkent Cezayir ve diğer bazı şehirlerin banliyölerinde saklanmakta, var olma mücadelesi vermekteydi.

15 Nisan 1999'da Cezayir cumhurbaşkanı olan Abdulaziz Buteflika (1937-2021) 1997'deki af kararını 1999'da tekrarladı ve daha da genişletti.

Nisan 2001'de Kabiliye bölgesindeki Berberiler kültürel haklarının verilmediği gerekçesiyle Cezayir yönetimine isyan ettiler. Yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bu olaylar, zayıflamış durumdaki İslami silahlı direniş tarafından değerlendirilemedi.

Antar Zuvabri'nin ölümü ve Cezayir İç Savaşı'nın resmi sonu (Şubat 2002)

8 Şubat 2002'de Cezayir ordusu tarafından Antar Zuvabri'nin başkent Cezayir şehri yakınlarında, aynı zamanda Zuvabri'nin doğum yeri olan Bufarik'te öldürüldüğü açıklandı. 

Antar Zuvabri'nin öldürülmesiyle Cezayir rejimi savaşın bittiğini açıkladı. GIA daha sonra yeni emirinin Raşid Ebu Turab olduğunu duyurdu ama 2002'den sonra kayda değer bir etkinlik gösteremedi.

Raşid Ebu Turab'ın da Temmuz 2004'te yakınındaki kişilerce öldürüldüğü açıklandı. Onun ardından grubun başına geçen Şaban Yunus da Aralık 2004'te öldürüldü. Şaban Yunus, GIA'nın bilinen son lideriydi. Onun öldüğü tarihten sonra sadece 30 silahlı GIA üyesinin dağlık bölgelerde kaldığı ifade edildi ve grup dağıldı. Grubun üst düzey yöneticilerinden Nureddin Budeyfi Kasım 2004, 'Boulenouar Oukil' Nisan 2005 tarihlerinde yakalandı.

Daha sonra İslami Mağrip El Kaidesi'ne dönüşecek olan 'Selefi Davet ve Cihad Cemaati' Cezayir'deki rejime karşı savaşını devam ettirdi. Fakat bu grup GIA'nın 1994'teki gücünden çok uzakta dar imkanlara ve az sayıda savaşçıya sahipti. Bu dönemde ülkede savaşı sürdürenlerin sayısının 300 ila 500 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu gruplar, halkın desteğini kaybetmeleri sebebiyle ciddi bir etkinlik gösteremeyerek büyük ölçüde güney bölgelerine ve Sahra Çölü'ne doğru çekilmişlerdir.

2007'de bu grup İslami Mağrip El Kaidesi'ni dönüşmesinin ardından Cezayir'in güneyindeki diğer ülkelerde faaliyete ağırlık verdi. Özellikle Batı Afrika'daki Mali, Burkina Faso ve ötesindeki El Kaide varlığının temelini bu grup teşkil etti.

Darbe ve iç savaşta insan hakkı ihlalleri

1991-2002 döneminde Cezayir'de şiddet olayları nedeniyle 150-200 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bunların yarıdan fazlasını darbeciler tarafından katledilen siviller oluşturmaktadır. Darbe ve savaş esnasında rejim güçleri muhalefeti bastırmak için katliam, işkence ve tecavüzü sıklıkla kullanmıştır. Silahlı muhalefete katılanların yakını veya tutuklanan kadınlara tecavüz caydırıcı bir silah olarak kullanılmış ve uluslararası çevrelerce sık sık kınanmıştır. 

GIA tarafından daha önceleri sivillere ferdi olarak yöneltilen saldırılar 1997-1998 döneminde binlerce kişinin vahşi yöntemlerle katledildiği köy katliamlarına dönüşmüştür. Bu katliamlarda da rejimin sızma ve manipülasyonu olduğu belirtilmektedir.

İç savaşın ardından Cezayir

Darbe ve iç savaştan çok ağır yara alan Cezayir halkı, savaşın sona ermesini diktatörce bir yönetime sessiz kalma pahasına tercih ettiği gözlemlenmiştir. Savaşın acı mirası nedeniyle Cezayir halkı Aralık 2010'da komşusu Tunus'ta başlayan Arap Baharı'nda da nispeten sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Savaşın ardından geçen zamanın uzaması, yönetimin halka açılmayı kabul etmemesi ve yolsuzluk kaynaklı ekonomik sorunların artması nedeniyle 2019'da Cezayir'de geniş çaplı protestolar yaşanmış ve 20 yıldır sürmekte olan Buteflika dönemi kapanmak zorunda kalmıştır. Cezayir'de protestolar ve siyasi belirsizlik halen sürmektedir.

Darbenin Cezayir'deki İslami hareketlerin yükselişine karşı yapıldığı ortada olmakla beraber darbenin ardından, özellikle de 1994'te Zerval döneminin başlamasıyla Cezayir rejimi dindar halkı muhalefete kaybetmeme endişesiyle yavaş yavaş İslami söylemler kullanmaya başladı. Bu da Cezayir'de beklenilmeyen bir biçimde İslami bir dönüşümün yaşanmasına, darbecilerin ilk hedefi olan ülkenin tamamen laikleştirilmesinden sapılmasına yol açtı.

Cezayir'deki darbe ve iç savaşın Türkiye'ye yansımaları

Cezayir'deki darbe Türkiye'deki ve Avrupa'daki İslami çevrelerde büyük bir tepkiye yol açtı.

Bu konuyla ilgili pek çok protesto gösterisi ve açıklama yapıldı. Cezayir'deki cuntanın katliam, işkence ve tecavüzleriyle ilgili Türkiye'de farkındalık oluşturulması için Cezayir konusu İslamcı dergiler tarafından bolca ve uzun süreli olarak işlendi.

Cezayir'de cuntaya karşı silahlı mücadelenin ortaya çıkması da Türkiye'deki çeşitli kesimlerden İslami çevrelerce meşru görüldü ve desteklendi. Fakat GIA'nın kapalı yapısı ve dil farkı faktörü nedeniyle GIA ile ilgili tartışmalar Türkiye'deki İslami çevrelere oldukça geç yansıdı. 

Türkiye'deki 28 Şubat sürecinde Cezayir'deki savaş karşılıklı tarafların sık sık atıfta bulunduğu bir olgu haline geldi. "Türkiye Cezayir olur mu?" Türkiye'de zıt kesimlerin farklı amaçlarla sorduğu, sık tekrarlanan bir soru haline geldi.

Tam da 28 Şubat sürecinin başlangıcına denk gelen Cezayir'deki köy katliamlarının Türkiye'deki laiklik yanlısı medyanın başlattığı "İrticayla mücadele" seferberliğinde sık sık kullanılması ve "Şeriat/Şeriatçıların vahşeti" olarak Türkiye'deki İslami kesimle bağlantılı sunulması dikkat çekti.

Fakat Haziran 1997'de Erbakan hükümetinin görevden ayrılması üzerine doğrudan bir askeri müdahale ihtimalinin ortadan kalktığının düşünülmesiyle Türkiye-Cezayir benzetmesi iç ve dış basında büyük ölçüde ortadan kayboldu.

Kaynak: Mepa News