Her şeyden soyutlanmış olan bu yapıya, insan sadece tüm elbiselerinden kurtulup ihrama bürünerek gelmiyor; zanlardan, kibirden, gururdan, nefsin tüm desise ve isteklerinden de uzaklaşarak, yani bir ölünün kendini gassala bırakması gibi geliyor.

Ciltler dolusu kitap yazılsa, hatta her açıdan çeşitli fotoğrafları çekilip gösterilse, Kâbe’nin güzelliğini, endamını, vakarını, nurunu bizzat yanına gitmeden hissedemiyor insan. Her şeyden soyutlanmış olan bu yapıya, insan sadece tüm elbiselerinden kurtulup ihrama bürünerek gelmiyor; zanlardan, kibirden, gururdan, nefsin tüm desise ve isteklerinden de uzaklaşarak, yani bir ölünün kendini gassala bırakması gibi geliyor. Mekânın ötesinde olan bir mabede insan da dünyadan soyutlanarak gelmiş oluyor. Kâbe bu manada insanın faniliğini gösteriyor. Âdem Peygamberden beri de Kâbe bu manayı ihtiva ediyor. O sanki dünyadan bir yer değil de biz dünyadan olmayan bir yere ayak basıyoruz ve ihlasımız kadar ona yaklaşıyoruz. Özellikle Allah Resulü’nü ve sahabîsini sürekli idrak etme gayesiyle bu topraklara ayak basınca da buraya ne için geldiğimiz ve ne için yaşadığımız daha bir anlam kazanmaya başlıyor. Bu vesileyle 12 günlük umre ziyaretimi gün gün ele aldım ve nasıl geçirdiğimi tafsilatlı olarak yazdım.

1. gün: 16 Şubat Perşembe günü uçaktan indikten sonra ilk ziyaretimiz Medine'ye oldu. Medine'ye yatsı namazına yarım saat kala vardık. Otele yerleştikten hemen sonra yatsı ezanı okundu. Kafileyle birlikte Mescidi Nebevi'ye doğru yola koyulduk. Otelle Mescidi Nebevi arası bir dakika. Ezan okunurken geçtiğimiz tüm dükkanlar ya kapalıydı ya da kepenk indiriyorlardı. Her sokaktan Mescidi Nebevi'ye doğru akın akın gelenler vardı. Ben de aralarında hızlı hızlı yürürken sahabe dönemini tasavvur etmeye çalıştım. Ezan okunduğunda her işi bırakıp her an hatırladıkları ve sürekli idrak ettikleri Resullerine koşuyorlar. Mescidi Nebevi'nin içi, dışı, avlusu ve avlusunun da ötesi taşmış vaziyetteydi. Herkes boş bulduğu yere geçiyor, kimi boş mermerlerde, kimi getirdikleri seccadede kılıyordu namazını.

Namaz bittikten sonra avludaki şemsiyelerin altına geçtim ve orada biraz Kur’an-ı Kerim okudum. Burada Allah Resulü zamanında hurma ağaçları varmış. Onları temsilen gölgelik şeklinde şemsiyeler yapılmış.

Mescidi Nebevi

2. gün: Sabah namazını Mescidi Nebevi'de eda ettikten sonra Medine'yi dolaşmaya karar verdik. İlk olarak, Mekke'den çıkan ve Medine'de ilk Kuba köyüne uğrayan ve burada dört gün kalan Allah Resulü'nün sünneti üzere Kuba Mescidi'ne uğradık. Müslümanların ilk mescidi olan, Allah'ın takva üzerine atılan mescit diye buyurduğu Kuba Mescidi'nde namazımızı eda ettik. Allah Resulü bu köyde Amr bin Avfoğulları'na misafir olmuş ve köy ahalisi tarafından muhteşem bir şekilde karşılanmış. Günlerce Resulün gelişini bekleyen Medine halkı da sokaklara dökülmüş. Medine halkıyla Medine'ye giriş yapmışlar ve büyük bir sevinçle karşılanmışlar. Biz de otobüste Kuba Mescidi'nden çıkıp Medine'ye girerken "Taleal bedru aleyna" ilahisini söyleyerek Medine halkına eşlik ettik. O anları hissetmeye çalıştık.

Mescidi Nebevi, Allah Resulü'nün Medine'ye ilk geldiğinde devesinin çöküp durduğu yer. Deve Eyyüb El Ensari'nin evinin önünde durmuş ve orası konakladığı yer olmuş. Daha sonra Neccarlardan satın almışlar burayı ve Allah Resulü ve sahabenin inşasıyla mescid kılınmış. Şimdi içerisinde Ravza-ı Mutahhara denilen yerde Peygamber Efendimizin, yoldaşları olan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in kabirleri bulunuyor. Hz. Ebubekir kızından rica etmiş ölürsem Allah Resulü'nün yanına gömer misin beni diye. Hz. Ömer de onların ayak ucuna gömülsün diye vasiyet etmiş.

Ravza-ı Mutaharra Peygamber Efendimizin vefat ettiği yer. Aynı zamanda Hücre-i Saadetleri... Buraya girmek kolay değil. Hem çok sıra var hem de izdiham yaşanıyor. Girenler ise çıkmak istemiyor. Çünkü oraya girince anlıyor insan neye hasret duyduğunu. İçinde biriken hasretin neye olduğunu hissediyor. Orada olduklarını, tüm zerremizle hissediyoruz. Ruhumuz çığlık çığlığa. O sadece sahabe devrinin değil tüm zamanların peygamberi. Zaman onda başladı ve onda bitti. Biz sadece onun zamanına bir nebze de olsa gidebilme derdindeyiz.

Varlığın manası, kâinatın özü, insanlığın tacı Allah Sevgilisi tüm berraklığıyla orada duruyor, herkes hissesi kadar alıyor, hissediyor. Orada bulunduğum anlarda mekânın ve zamanın olmadığını hissettim. Sanki insanlar dünyadan akın akın başka bir aleme geçiş yapıyorlar. Mescidi Nebevi'ye giren onun nurunun hala dipdiri ve taptaze olduğunu hissedebiliyor. Dünyadan ve dünyalıklardan ne kadar soyutlanabiliyorsak o kadar hissedebiliyoruz O'nu. Her renkten insan tek biri için gelmiş ve o tek biri için canını vermeye hazır. Fakat buradaki portrenin aksine İslam dünyası bölük pörçük durumda. Zelil halde. İslam alemini ayağa kaldıracak bir kıvılcım gerekiyor, o kıvılcım, aynı yöne eğilen bu gönülleri bir kılacak ve kafire balyoz gibi inecek. “Bize o kıvılcımı nasip et” diyerek dua ettim. Yine Mescidi Nebevi'de Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun duasını okudum. “Bizleri İslam ihtilal ve inkılâbını gerçekleştirmenin madde ve mânâ şartlarına erdir ya Rabbi. Güç senin kuvvet senin kudret senin Yarabbi, izninle büyüklerin, büyüklerimizin ruhaniyetini üzerimizden eksik etme ya Rabbi. Kâfirleri bizim hareketimizin lehine olacak şekilde birbirlerine kırdır, onların güçlülerini helak et, binalarını başlarına yık ya Rabbi. Onları korkudan dolayı iş ve hareketten kes, kalplerine korku düşür, bize davanın istediği heybeti, haysiyeti ve vakarı ver ya Rabbi. Bize şehidlik şuuru ver Yarabbi ve bunun zevkini yaşayarak iş ve davranışta bulunmayı nasib et ya Rabbi. Hareketimizin başarısı için huruç gerekiyorsa hurucu, savunma gerekiyorsa savunmayı hayırlı ne ise onu nasib et ya Rabbi.” Mekke'de de okudum bu duayı.

Okçular Tepesi

Ziyaretimiz kapsamında Uhud Şehitliği, Okçular Tepesi (Ayneyn Tepesi) ve Kıbleteyn Mescidi'ni ziyaret ettik. Okçular tepesine varır varmaz tepenin eteğini öptüm. Yarısına kadar çıktım ve burada cereyan eden hadiseleri dinledim rehber hocadan. Ziyaretçilerin Okçular Tepesi'nden sürekli taş toprak götürmesinden dolayı dağ küçülmüş ve oyuk oyuk olmuş. Yakında buranın tepesine çıkışın yasak olacağı bile konuşuluyor.

Okçular Tepesi'nden etrafı seyrederken aklıma Uhud'da tepeyi terk eden hiçbir sahabînin isminin bilinmediği geldi. Hiçbir İslam tarihçisi onların ismini yazmamış, duyurmamış. Bu bir saygı ve incelik. Ola ki sahabîye kötü söz gelir endişesi. Onları da diğer sahabîlerden hiçbir şekilde ayıramayız. Şimdiki bazı kendini bilmez sapıklar sahabî konusunda çok lakaytlar. Bu çağın da en büyük sapıklığı; sahabîyi eleştirmek, sahabîye hakaret etmek, sahabîye küfretmek... Biri Okçular Tepesi'ndeki mübarek sahabîlere hakaret eder, biri Hz. Muaviye'ye, biri de Hz. Vahşi'ye. “Hamza'yı şehit eden Vahşi için Allah affetse de ben affetmem” diyebilecek kadar çukurlaşmış “Müslüman”lar. Ki İmamı Rabbani Hazretleri Mektubat'ında "Hz. Hamza'nın katili olan Vahşi (ra), bir defalığına Peygamberimizle sohbet etme şerefine eriştiğinden, tâbiînin en hayırlısı olan Veysel Karanî'den daha üstündür." der. Eğer sahabîyse her birine can fedadır, hele bizim gibilere hiç söz düşmez. Salih Mirzabeyoğlu'nun Sahabilerin Rolü ve Manası eserinde dile getirdiği "Sahabîlerden herhangi birine dil uzatan kimse, dine suikast ve hıyanet ruhunun temsilcisidir!.." sözü tam ihtar olarak dikkate şayandır. Onlar baş tacıdır ve derece olarak en geride olan sahabînin bile ayağının tozu olamayız. Peygamberimizin her hareketini en ince ayrıntısına kadar takip edip aynı şekilde davranan, rikkat ve dikkatle inceleyen sahabî, O'nu temsilen yaşadı, en iyi şekilde idrak etti. Topluluk hakikatinin temsilcilerine kötü söz söylemek, eleştirmek, hedef haline getirmek Allah Resulü'ne terbiyesizlik yapmak demektir. Sahabîlere sövmek, O'na sövmektir.

Kıbleteyn Mescidi'nde namaz kıldık. Burası da Kâinatın Efendisi Mescidi Aksa'ya karşı kıldığı namaz sırasında inen ayetle birlikte yönünü Kâbe’ye çevirdiği cami. Bu hadiseyi rehberden dinliyorum fakat asıl tesirini Üstad Necip Fazıl'ın Çöle İnen Nur eserinden alıyorum: "Bütün insanlığın imamı, namaz içinde ağır ağır istikamet değiştiriyor ve mukaddes yüzünü, cephesini, görünmeyen bir başka noktaya çeviriyor. Kâbe... Döndüler ve adeta sahabîleriyle yüzyüze. Kâbe istikametinde durdular. Namaz içinde... Namaz devam ediyor... Sahabîler kendinden geçmiş, elleri önlerinde, bir an Allah Resulü'nün arkasına nasıl geçecekleri kaygısıyla ürpermekte... 'Yüzünü Mescidi Haram'a döndür!' Namazın son iki rekâtı yeni istikamette devam etti. Sahabîler yavaşça Allah Resulü’nün arkasına doğru süzüldüler ve saf bağladılar."

Hazreti Ali Camii'ne bakan Babünisa bölümünde avluda Akşam ezanının okunmasını beklerken not almaya devam ediyorum.

3. ve 4. gün: Mescidi Nebevi'nin olduğu bölgede Gamame Mescidi, Hz. Ebubekir Mescidi, Hz. Osman Mescidi, Hz. Ömer Mescidi, Hz. Ali Mescidi bulunuyor. Bu mescitler kullanılmıyor. Sadece Hz. Ömer Mescidi hepsinin gerisinde birkaç büyük otellerin arasında kaybolmuş vaziyette. Oteller Mescidi Nebevi'nin hemen dibindeler. Bu da Mescidi Nebevi'yi daraltmış. Görüntü de hoş değil. Bir km uzağında olacak şekilde imar edilmiş olsa Mescidi Nebevi'yi ve çevresini ferahlatacak. Babünnisa bölgesinin hemen bitişiğinde 7 kattan oluşan Selam Müzesi isimli bir inşaat var. Bu da Mescidi Nebevi'nin Babünnisa bölümünü kapatmış. Binaları dikerken Allah Resulü'ne hürmeti, saygıyı hiç önemsemiyorlar. Bu saygısızlık Mekke'de daha çok görülüyor.

Gamame Mescidi'nde namaz kılınmıyor. Peygamber Efendimiz bayram namazı ve yağmur duası için buraya çıktığında O'nu bir bulut gölgelemiş. Bu sebepten Gamame adıyla anılır olmuş. Bu mescit Abdülhamid Han döneminde restore edilmiş. Elbette sadece bu hizmet değil Osmanlı'nın çokça hizmetleri olmuş burada. Mesela buralarda çıkan yangınlara müdahale için yangın tulumbaları gönderilmiş, sadece Mekke ve Medine halkına değil diğer bölge halklarına da yardım yapılıyormuş. Kafilelerin su sıkıntısı çekmemesi için birke dedikleri su havuzları yapılmış. Osmanlı padişahları Harameyn'de birçok eser bırakmışlar. Hatta Anadolu’daki çeşitli vakıflar da Haramayn’e tahsis edilmiş. Yine Mekke ve Medine için çokça kitap bağışlanmış, mali yardım yapılmış. Cami mescit ve benzeri binaların inşa ve restorasyonunda bulunmuşlar. Mesela I. Mahmud Medine surlarını bile inşa etmiş. Sultan Abdülmecid, Mescid-i Nebevi’nin birçok bölgesini tamir ettirmiş. Mekke ve Medine'de bulunan hastaneleri genişletmiş. Osmanlı'nın projeleri içerisinde en güzeli olanı ise Abdülhamid Han'ın 1908 yılında Şam ile Medine arasında yaptırdığı Hicaz demiryolu.

Etrafa bakıyorum, her milletten insan var. Medine ve Mekke'de Arap milleti dışında en çok Endonezya, Malezya ve Türk milletini gördüm. Ayrıca Türkler genelde kafile ile geldiği için ibadetin tadını çıkaramıyor. Haliyle en az ibadeti Türkler yapmış gibi duruyor. Kafileye uydukları için ferdî hareket etmek zorlaşıyor ve bu da rahat biçimde ibadet etmeye mâni oluyor. Yine bunun yanında diğer milletler, özellikle Arapların elinden Kur'an hiç düşmüyor ve sürekli namaz kılıyorlar.

Ravaza-ı Mutahhara'yı tekrar ziyaret etmek nasip oldu. O'na arka dönülmez, sırt kıbleye verilerek ziyaret edilir ve geri geri çıkılır. Bu sebepten kabrinin olduğu ön tarafta namaz kılınmaz. Mihrap da kabirle aynı hizadadır. Mihrabın birkaç saf gerisinde tahiyyetül mescid namazı kılmak nasip oldu. Oradan çıkarken üç tane yan yana direk gördüm. Bunlar İtikaf Sütunu, Tevbe Sütunu ve Hz. Aişe Sütunu.

Tevbe Sütunu

Tevbe Sütunu'nun hikayesini Riyazüs Salihin'de okumuştum. Kendisini direğe bağlayan Ebu Lübabe Hazretleri ile ilgili uzun bir hadisti. Beni Kurayza 25 günün sonunda muhasara altına alındı ve Ebu Lübabe teslim olmaları için Yahudilere gönderildi. Onlar da teslim olursak bize ne yapılacak dediğinde Ebu Lübabe boynunuz kesilecek işaretini yaptı. Bu durum karşısında Yahudilerin içine soğukluk düştü. Ebu Lübabe anlaşmayı bozduğunu anladı ve kendisini Mescidi Nebevi'deki direğe bağladı. Allah beni affedene kadar buradan çıkmayacağım dedi. 7 günün sonunda tevbesinin kabul olduğuna dair “Ey iman edenler! Allaha ve Resulü’ne hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin.” ayeti nazil oldu. Daha sonra Allah Resulü onun ipini çözdü ve affedildiğini söyledi.

Kabe

5. gün: Mekke'ye gece vardık. İlk umremizi yaptık. Kâbe’yi görene kadar içimiz içimize sığmadı. Kâbe’yi canlı canlı ilk gördüğümüzde gözyaşları içinde duamızı yaptık ve selamlayarak umre tavafına başladık. İmamı Rabbani'nin ilahi hakikatlerin zuhuruna vatan olan Kâbe’ye yönelmektir dediği Kâbe, her şeyin üstünde ve adeta zaman ve mekânın ötesinde, maddeden de soyutlanmış vaziyette tüm haşmet ve heybetiyle karşımızda duruyor. Tüm şekillerin buradan başlayıp sonsuza doğru kıvrıldığı Kâbe, tüm kusursuzluğuyla çepçevre kuşatmış vaziyette. Gördüğümüz tüm sanat harikalarının nisbet ettiği nokta. Hat sanatına güzelliğini bahşeden metafizik yapı. Müslümanların merkezinde yer alan bu yapı, sonsuz boşlukta erişilmez bir ufuktadır. Müslümanın rabıtası da onadır. Çünkü İslam medeniyetleri bu merkezden yola çıkarak, bu merkeze yönünü çevirerek ondaki sonsuzluğu kendi iman, kültür ve sanatıyla doldurur. Tek bir merkez, Bir’e iman halinde çeşitlilik arz eden formuyla sürekli ruhumuzu yeniliyor.

Heybeti ne kadar büyükse etrafını çepeçevre kuşatmış ucube binalar da o kadar heybetsiz ve çirkin. Dışarıdan Kâbe’yi daraltmış fakat içeriden sonsuz ufuklar içinde dünyaya sığmadığından habersiz gafiller. Ve Kâbe’den en ufak bir vakar eksiltememiş. Kâbe’yi kapatan ucube otellerin de (Abraj Al-Bait Kuleleri) elbet hesabı sorulur. Allah'ın evininin bulunduğu mekâna nefes aldırmayan, bu saygısızlığını hâlâ yeni ucubeler dikerek devam ettiren, şehri kendi putlarıyla kuşatan ve Kâbe’nin de büyüklüğü karşısında ezilen kibir deryası krallar…

Umre tavafından sonra Safa ve Merve'de say'ımızı yaptık. Allah Resulü'nün akrabalarına ilk Peygamberliğini ilan ettiği yerin hemen ilerisinde servisler yer alıyor. Kâbe’den dışarı çıktıktan sonra servislerle otelimize döndük.

6. gün: Her gelenin farklı manalar sezdiği Kâbe’ye doyulamıyor. Gördükçe hasret artıyor. Fırsat buldukça tavaf yapıyoruz. Üst katlardan da tavaf yapıyoruz. Bu katlarda ihtiyarlar, âmâlar ve tekerlekli arabalı olanlar var. Bu katlardan yapmak biraz uzun sürüyor. Fakat yorgunluk kimsede yok ve herkes dinç. Âmâlar için de Kur’an-ı Kerim’ler mevcut raflarda.

Kâbe’nin her yeri çok güzel. Örtüsü cezbedici. İkinci katından tavaf ederken Kâbe’nin üstünü görüyorum, aklıma Peygamberimizin gür sesli dediği Bilal-i Habeşi geliyor. Allah Resulü'nün ahirete irtihalinden sonra Bilal'in ezan okuyamaz oluşu ve "Ya Ebubekir, Resulullah'tan sonra ezan okumaya takatim kalmadı. Beni zorlama." deyişi kulaklarımda yankılanıyor sanki. Küçük yaşlarda okuduğum Üstad Necip Fazıl'ın Çöle İnen Nur eserini tekrar umrede okumaya karar vermiştim. Medine'ye gelişimin ikinci gününde okumaya başladım. Bu eser buraları daha iyi bir şekilde idrak etmemi sağladı. Allah'ı arama gayesiyle sanatını icra eden ve Çöle İnen Nur eserinde de kronolojik ve ansiklopedik bilgiler vermek yerine bizzat hadiselerin keyfiyetini gösterici, işin sırrından haberdar edici ve onun tabiriyle "Sen de bizim gibi bir insansın. Sen bir derece daha fazlası olmayan bir insansın da, biz senden eksik olduğumuz kadar insanlığa uzak insanlarız" dediği Allah Resulü'nü, Kainatın incisini, Varlık sebebimizi zevken idrak halinde anlatıyor. Gittiğim yerleri Çöle İnen Nur'dan okuyor daha da tesirine giriyorum.

Günlerim kısıtlı olmasından ve bir daha gelememe durumu sebebiyle her güne birkaç tavaf sığdırmaya çalıştım. Öğlen birkaç kere yapıyoruz, daha sonra gece 1'den sabaha kadar tavaf yapıyoruz. Sabah da namazdan sonra dinlenmek üzere otele gidiyoruz. Her tavafta tekrar canlanıyor insan, daha çok tavaf yapası geliyor. Her dilden her bölgeden ayrı ayrı insanlar aynı dilde dua ediyor, tavaf ediyor, ibadet ediyor. Kâbe’nin örtüsüne dokunabilmek için mücadele ediyor. Herkes heybesini doldurmaya bakıyor.

7. gün: Mekke sokaklarını dolaştık. Akşam da tavaf yaptık. Pandemiden dolayı senelerce umre yapılamadığı için şimdi insanlar akın etmiş vaziyette. Haliyle müsait vakitleri kollayarak tavaf yapıyoruz.

8. gün: Hudeybiye ziyareti gerçekleştirdik. Hudeybiye, sahabîlerin ölümüne biat ettiği yer. Tarihi kayıtlarda ise Mekkeli müşriklerin Medine İslâm Devleti’ni resmen tanıdıklarını gösteren belgeyi imzaladıkları barış antlaşması olarak geçiyor. Allah Resulü'nün bir kısım sahabîyle birlikte Kâbe’yi tavaf etmesine izin verilmiyor. Allah Resulü harp kararı alınca anlaşma yapıyor müşrikler. İlk başta Müslümanların aleyhine gibi duran anlaşma daha sonra Müslümanların lehine dönüyor.

Sevr Dağı... Dağa bir sonraki günün gecesinde çıkacağız. Bugün ise ihramlı olduğumuz ve ikindiye doğru umre tavafı yapacağımız için uzaktan bakmayı yeğliyoruz.

Birçok tepeleri olan Sevr Dağı, Kâbe’ye yaklaşık 5 km uzaklıkta... Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Hz. Ebubekir ile gizlendikleri mağara. Umre ziyaretimin ikinci gününde anlattığım Peygamberimizin Medine'ye hicret hadisesi buradaki dağdan başlıyor. Ve örümceğin onları saklaması, sonradan Müslüman olan Süraka'nın atının çöle saplanması, daha sonra müşrikleri başka yöne yönlendirmesi hep burada gerçekleşmiş. Dağ bütün dağlardan daha heybetli...

Arafat'ı ziyaret etmek üzere yola koyulduk. Yolda Kâbe’nin örtüsünün dokunduğu yeri gördük. Örtüyü 300'e yakın işçi 3 ayda dokuyor. Kurbandan kurbana da örtü değiştiriliyor. Saf ipekten dokunan örtülerin eskisi ise zemzem ile yıkandıktan sonra çeşitli İslam ülkelerine müzede sergilenmesi için hediye ediliyor.

Hemen yanında Mekke Müzesi yer alıyor. Kapalı olduğu için uğramadık oraya fakat içerisinde Peygamberimizin döneminden kalma tarihi eserler, Kâbe kapısı, altın oluk, Kâbe örtüsü dokuma tezgâhı, el yazması Kur'an-ı Kerim kopyaları ve daha birçok eser bulunuyormuş. Yine müzede Osmanlı padişahlarının da gönderdiği eserler varmış.

Arafat'taki ağaçlar hacılar için gölgelik görevi görüyor. Bu ağaçların hepsi Turgut Özal tarafından dikilmiş. Hemen ilerisinde Kabil'in Habil'i öldürdüğü yer... Oradan ilerisi Müzdelife. Mekke ile Medine arasında hacıların rahat gidip gelmesi için Türk mühendisler tarafından 2017'de 460 km'lik hızlı tren yapılmış. 5-6 saatlik yol 1 saat 20 dakikaya düşmüş.

Arafat Dağı'na tadilat sebebiyle çıkamadık. Arafat Dağı, Peygamber Efendimizin 120 bin sahabiye Veda Hutbesi'ni okuduğu yer.

Buraları otobüsle geçerken camlardan izliyor, bazı yerlerde inip yürüyerek ziyaret ediyoruz.

Harem bölgesinde bulunan ve Müzdelife’ye dahil edilen Meşaril Haram Mescidi'nde namaz kıldık.

Şeytan taşlama yerinin olduğu Mina'dan geçiyoruz. Burası aynı zamanda Abdulmuttalip zamanında Ebrehe ordusunun Mekke'ye saldırmak ve Kâbe’yi yıkmak için konakladığı yer.

Az ilerisinde bir dağ... Bu dağın ortasındaki düzlükte İbrahim Peygamberin İsmail Peygamberi kurban etmek istediği yer. Küçük bir kubbe ile işaretlenmiş.

Az ilerisi ise Mina şeytan taşlama yolu. Burası aynı zamanda 2015 yılında yaşanan izdiham sebebiyle 753 kişinin ezilerek şehit olduğu bölge. 

Ardından Hira Dağı'na vardık. Peygamber Efendimizin dert ortağı Hira Dağı'nı başka bir gün çıkmak üzere sadece uzaktan izledik. Hatice annemiz bu dağa Allah Resulü için yiyecek getirirmiş. Koca tepeyi Allah Resulü için çıkıyormuş. Hatice annemizin mezarı da dağdan ileride Kâbe’ye daha yakın Cennetül Mualla denilen bir yerde. Bu kabristanda Hazreti Hatice'nin iki amcası da yatıyor.

İleride bir Cin Mescidi var. Allah Resulü buraya bir çizgi çekmiş ve orada cinlere vahiy tebliğ etmiş. Cinler burada Peygamberimize biat etmiş. Caminin yeni görünüşünü beğenmedim. Eski hali Mekke mimarisine daha uygunken, şimdiki hali tamamen Mekke'nin bozulmuş mimarisini temsil ediyor. Yine burada Mescidi Şecere bulunuyor. Ağaç dile gelmiş ve Peygamberimizin Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederek cinlere mucizesini göstermiş. Bu sebepten buraya ismini ağaçtan alan bir mescit yapılmış. Buralarda da şükür namazlarımızı eda ediyoruz.

Az ilerisinde Osmanlı kışlası var. Abdülhamid Han, buraya gelen hacıların barınabilmesi, yiyip içmesi, ihtiyaçlarını giderebilmesi için yaptığı bir misafirhane. Abdülhamid Han hal edilince burası da amacından çıkarılmış. Kışladan da geriye harabeden başka bir şey kalmamış. Ayrıca Suud hükümetinin geçmişe olan nefreti de buna eklenince tarihi eserlere hiç saygı ve hürmet duymuyorlar. Bu sebepten burada Osmanlı'nın izleri silinmiş vaziyette. Sadece Kâbe’nin avlusunda yer alan Osmanlı revakları bizi hatırlatıyor.

Suud eliyle yok olan geleneksel mimari

Güzelim Mekke'nin mimarisi Suud eliyle New York'un mimarisi haline getirilmiş durumda. Batı mimarisi her geçen gün dikilen otellerle yayılıyor. Mekke ve Medine'nin geleneksel mimarisinden esintileri ancak tek tük yerlerde görmek mümkün. Eskiyi hatırlatan Maşrabiya tasarımlar, delikli süslemeler, simetrik motifler Mekke'ye uygun unsurlar. Fakat bunları kaba binalara ekleyerek çirkin bir görüntü oluşturuyorlar. Elbette bundan yüz sene öncesi hacı akını bu kadar değildi haliyle onları taşıması kolaydı. Şimdi ister istemez uzun binalar gerekiyor. Fakat bu da geleneksel mimariden kopmadan yapılabilirdi. Fakat Mekke'de ne kadar geleneksel mimariye uygun yapı varsa hepsini yıkıp yerine otelleri diktiler. Modern bir yapıya büründürdüler.

9. gün: Cuma namazını Mekke'de bir camide kıldık. Tüm dükkanlar kapalı ve ikindi vakti açılıyor. İkindi sonrası tavaf yaptık. Kâinatın Efendisini okumaya devam ediyorum. Okurken, O'nu daha çok sevmeye başlamadığımızı anlıyorum. Çünkü sevmek de icrayı gerektirir. Bunu tam idrak edememişiz. Sevmenin hep aksiyon halinde olduğunu ise sahabîde müşahede ediyorum. Sahabî hep şartların üzerinde hareket etmiş, şartların üzerinde yaşamış. Hep canlı, taze, sürekli yeni!

Sevr Dağı

10. gün: Gece Sevr Dağı'na çıktık. 759 metrelik bir dağ. Tepeye 1 veya 1 buçuk saatte çıkılıyor. Yukarıya kadar çıkılabilsin diye sadaka toplayan kişiler dağın birçok yerini mesken edinmiş ve kayalıkları kırıp düzelterek merdiven yapmışlar. Gelip geçenler de onlara sadaka veriyor. Dağın girişinden mağaraya kadar her yer çöp içindeydi. Suyunu içen, yemeğini yiyen artıklarını kenarlara bırakmış. Bu hususta temizliğe hiç dikkat edilmiyor. Özellikle Kâbe ve Sevr Dağı gibi mukaddes yerlerde daha ihtimam gösterilmeli. Muhtemelen çöp toplama görevi de orada sadaka toplayanlara verilmiş fakat onlar da anladığım kadarıyla birkaç günde bir lalettayin biçimde topluyor.

Mağaranın olduğu tepeye çıktık ve mağaraya girmek için sıraya girdik. Mağaranın önü tam tepeye çıkılan yere bakıyor. Yani örümceklerin ağ bıraktığı yer. Biz bu mağaranın içine arkasından dolanarak giriyoruz. Bir metreden daha küçük olan yerden girdik içine. Mağaranın içi ayağa kalkılamayacak kadar küçük. Ve hakikaten müşrikler eğilip baksalar Peygamberimizin ve dostunun ayaklarını görecekler. Hatta arkadan dönüp dolansalar sırtlarını görecekler. Allah izin vermiyor. Kafiri aptallaştırıyor. Peygamberimiz ve dostu burada üç gün kalıyorlar.

Mağaranın olduğu tepeden karşıya baktığımız zaman eğer revaklar olmasaymış Kâbe tüm çıplaklığıyla görülebilirmiş. Oturup Peygamberimizi düşündüm. Buraya geldiklerinde nasıl hasret ve kederle Kâbe’ye bakmıştır. Daha şaşırdığım nokta ise bu dağın tepesine hiç yol yokken nasıl çıkabildikleriydi.

Öğleden sonra yine tavaf yaptık. Tavaf için en ideal zamanlardan biri de öğlen vakitleri. Güneş tam tepedeyken boş olmasa da daha rahat tavaf yapılabiliyor. Bu sıcak ne yakıyor ne de rahatsız ediyor. Yine gece 2'den sonra ve sabah namazından sonra kahvaltı vakitlerinde de çok yoğun olmuyor. Böylece 7 defa dönüş (1 tavaf) 15 dakika kadar sürüyor. Çok yoğunsa 25 dakika kadar sürüyor.

Hira Dağı

11. gün: Gece Hira Dağı'na çıktık. Aklın havsalanın almayacağı bir durum. Buraya merdivenler olmadan nasıl çıktı? Hatice annemiz nasıl bir aşkla çıktı? Hira nasıl dost oldu ki onlara kolaylık tanıdı? Hepsi meçhul! Hepsi sır! Mağaranın içine girmek için de birkaç kayalıktan geçmek gerekiyor. Buradan da Kâbe görünüyor. Tüm şehir ayaklarımızın altında. Burada üzüldüğüm noktalardan biri de Mağaranın taşlarına yazı yazılması. Türkler haricinde her milletten insan mağaranın tüm taşlarına çeşitli yazılar yazmış. Aynı durum Sevr Dağı’nda mevcut. Yazıların da silinmesi ve uyarı levhaları konulması gerekiyor.

12. gün: Geri dönüş... Medine'den çıktığımızda hasret düşmüştü içimize. Mekke’nin de Medine’nin de hasreti dayanılmaz biçimde boğazımızda düğüm düğüm... Medine de Mekke de O gitti diye garip. Burada bunu daha çok hissediyoruz. Neyin özlemini duyduğumuz daha da beliriyor. Kim için yaşamamız gerektiğini daha iyi idrak ediyor insan. Burada daha iyi anlıyor insan, İslam'ın bir aksiyon olduğunu ve Müslümanın her an aksiyon halinde olması gerektiğini. Donukluğa, hareketsizliğe, tembelliğe, uyuşukluğa yer olmadığını. Gayemiz de zaten buraya niçin geldiğimizi öğrenmekti. İbadetimizi yaparken ne için burada olduğumuzu bilme şuuruyla hareket ettik ve eve de heybemize aldıklarımızı hiç bırakmamak duasıyla dönüyoruz. Allah umremizi kabul, dersler çıkarmayı nasip eylesin!

Aylık Baran Dergisi 14. Sayı Nisan 2023