Bilindiği üzere özellikle cumhurbaşkanlığı seçimiyle beraber Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin altını çizdiği mühim hususlardan birisi de “Yeni Türkiye” vurgusudur. “Yeni Türkiye” söyleminin muhteva ve kasdı bir yana bunun psikolojik açıdan memleket sathındaki aksülâmelinin müsbet olduğunu kabul etmek lazım. One Minute, Mavi Marmara, Gezi Hadiseleri, 17 ve 25 Aralık kalkışmaları ile beraber ele alındığında; “Yeni Türkiye” söylemi Atatürkçü-Lâik kesime işlerin eskisi gibi gitmeyeceğini ihtâr ederken diğer kesimlere ise; “bakın değiştiriyoruz” mesajıdır. Söylediğimiz gibi bu mesajın içeriği henüz tam manâsıyla bilinmese de psikolojik bakımdan iyi bir taktik ve yerinde bir vurgu olduğunu kabul etmek lâzım. Tabî ki biz bu mevzûda, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor” sözlerinin gölgesinde bakıyoruz. Çünkü dünyanın gidişatına baktığımızda Türkiye’nin eski alışkanlıklarından kurtulmasının vaktinin çoktan geldiği ve hattâ geçtiği gözükmektedir. Türkiye’nin “eski” ye nazaran yenilendiği yâhut yeni bir ukde kazanmasının arefesinde olduğu, ayrıca tartışmanın lüzumsuz olduğu bir husus. 28 Şubat’ın baş düşmanı Salih Mirzabeyoğlu’nun 16 yıl aradan sonra cezaevinden çıkışı da “Yeni Türkiye”nin bizce asıl milâdı niteliğindedir. Mirzabeyoğlu’nun çıkışının ardından toplumun bütün kesimlerinde oluşan neşeli hava da bunun belirtisidir. Anadolu’nun en ücrâ kasabasındaki Ramazan Amca’nın selâmı sevinci ve iyi niyet dilekleri basit bir heyecanın değil, bu milletin haksızlığa ve adaletsizliğe karşı olan öz ruhunun bir vesîkasıdır bizce.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Yeni Türkiye” söylemine geçmeden evvel; Fransız İhtilâli Tarihi’nin yazarı Pierre Gaxotte’un bir memleketteki “değişim”in nasıl gerçekleştiğine misâl olacak şu sözleri paylaşalım; “aslı aranırsa XVIII. yüzyılın dramı ne savaşlarda, ne de ihtilâl günlerindedir. Sadece XVII. yüzyılı aydınlatıp; ona hâkim olmuş düşüncelerin, çözülüp değişmesindedir. Ayaklanmalarla toptan öldürmeler sadece bu hâlin patırtılı bir ifâdesidir.” (1)
“Gaxotte”un bu sözlerini memleketimize hamlettiğimizde “Yeni Türkiye”nin temellerinin Büyük Doğu Mimârı Necip Fazıl tarafından geçen asrın ilk yarısında atıldığını, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun ise; İBDA fikriyâtı ile, Büyük Doğu’nun yürütücülüğünü nasıl üstlendiğini ve bu yüzyılın başından itibâren ise bu iki büyük fikir adamının tasavvurlarının ademe mahkûm edildikleri yerin altından ancak ilâhi bir elin lütfuna bağlanabilecek bir şekilde nasıl şuurlara alternatif olduğu açık bir biçimde görülür.
Bu hâdise, bir başka açıdan Hak Resûl Hz. İsa’nın Allah tarafından göğe çekilmesinin ardından tarihteki en büyük işkencelere mâruz kalan İsevileri ve sonrasında ise Hz. İsa’nın üflediği merhamet nefesinin bütün Roma’nın taş kalbini eritecek bir çapa ulaşarak İseviliğin Roma’nın dîni olmasını da hatırlatıyor.
Garxotte’un tesbiti ve ardından verdiğimiz iki misal Sosyal Hayât’ın “insan’ı aşan veya kuşatıp çerçeveleyen bir şey değil, bilâkis ‘insan keyfiyeti’ sosyal hayatı kuşatır” (2) teşhisini hatırlatıyor. Bu, “zamana hâkim şuur” meselesiyle ele alınmalıdır. Çağından mes’ul aydın’ın-mütefekkir’in o günün şartlarında ademe mahkûm edilmesine nazaran fikrinin tohumlarını kimsenin ta’rizlerine aldırmaksızın toprağa sererek istikbâli gözetmesi gibi…
Bugün bir sarmaşık gibi her tarafı saran yenilik ihtiyâcının kaynağını, sadece eskiyenin köhnemesinden mütevellit basit bir sebep-netice ilişkisi ağı içerisinde değil, bilakis, yenileyici fikir adamlarının kendi çağlarından ötesini görmelerinde aramak lazım! Zarûri olanın, gerekli olanın, çağımıza uygun bir misalle “bütün fikrin gerekliliği”nin zarûretinin “mihraksız tümevarımın zâfiyetiyle mâlul” olanları eskiye çıkartması, birer ıskarta hâline getirmesi söz konusu…
Yukarıda zikrettiğimiz hususlarla birlikte söylersek; “Yeni Türkiye” mesajı, Büyük Doğu Mefkûre’sine dayandırılan bir önermedir; bu husus iç ve dış basında “İslâmî İdeoloji’ye yaklaşım” olarak da birçok defa dillendirildi. “Büyük Doğu” denildiği yerde de İBDA’yı görmezden gelmeye çalışmak, artık tarihin tozlu sayfalarında kalmış birkaç müteşâire has kıskançlık olarak hatırlanıyor. Buraya kadar anlattıklarımız bir hareket, bir ameldeki itici güç olan şuuraltının ne olduğuna dâirdir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve başbakan Ahmet Davutoğlu’nun cebhesinden bakıldığında “yeni” imajının altı her fırsatta çizilerek psikolojik bakımdan çok iyi hareket edildiğini kabul ve takdir etmek lâzım. İki hususun altını çizmek gerekiyor; birincisi, yüksek duvarlarla çevrili sırma köşklerden ahkâm kesen değil, milletin, bu aziz milletin ruhunu terennüm ettirici bir pozisyonda durulacağı mesajı… İkincisi ise birincisiyle iç içe olarak eski’nin alışkanlıklarının, teamüllerinin terkedilebilir olduğunun gösterilmesi…
Yeni Türkiye söyleminin mahiyeti hakkında iyi niyetli bir bakış açısı ile şunları söyleyelim:
İç dinamiklerin henüz zapt-ü rapt altına alınamamasından mütevellit, içeriğinin açık bir şekilde ifade edilmesinden ziyade, uluslararası hukuk kaidelerine dayandırılması siyaseti güdüldüğü söylenilebilir. Bizce burada yapılması gereken ise, bu müphemliği koruyarak pratik sağalarda dozajın artırılması olmalı. Çünkü “karşı taraf”ın haline bakıldığında bunun zarureti ortaya çıkıyor. Bu duruma Zaman Gazetesi’nin bugünkü anlayış tarzı misal gösterilebilir; bütün foyası (Ilıman İslam Projesi dahil herbir şeyi buna katalım) ortaya çıkmışken “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” edasıyla saldırıyor, çirkinleşiyor, çirkefleşiyor. Bu ve bunun gibi misaller göz önüne alındığında, söylemde müphem bırakılan “Yeni Türkiye”, pratikte daha etkin (eskinin tasfiyesi ve yeninin inşası içinde) olunmalı…
Sermayenin urlaşması, eğitim, hukuk gibi bir devletin hiçbir zaman geri plana atamayacağı meseleler köklü çözümler ışığında hâli yoluna koyulması gerekiyor; dede yadigârı Süleymaniye’nin “restore” edilmesi ne kadar mühimse, restore edilmesi mümkün olmayan köhne fikir ve yapıların -gecekonduların- bir an evvel tasfiye edilmesi de o kadar mühimdir.
Her ne olursa olsun “Yeni Türkiye” istikbâlinin, 21. asrın yenileyicisi’nin ellerinde yoğrulacağı aşikâr; bütün mesele bu idrak çerçevesi etrafında aksiyoner bir tavır gösterilip gösterilemeyeceği meselesidir.
Kaynak:
1- Pıerre Gaxotte. Fransız İhtilâli Tarihi, Varlık Yayınları, İst. Kasım 1962.
2- Salih Mirzabeyoğlu. Kültür Davamız – Temel Meseleler -, 3. Baskı Kasım 1993 İbda Yay. İstanbul.
Baran Dergisi, 399. Sayı