Dünya genelinde yaşanan bir takım hâdiselerden bahsetmek istiyorum. İlk ülkem olan Venezüella’dan bahsedelim. Venezüella vatandaşıyım; ama ilk ülkem diyorum, çünkü ayrıca 1979’dan beri bir Filistin vatandaşıyım. Yaser Arafat, el Fetih’in üç komutanının önünde açıklamıştı. Sanırım, Fetih’in o gün orada bulunan dört görevlisinden sadece biri bugün yaşıyor. Pasaportum daha sonra aşağılayıcı bir saçmalıkla elimden alınmaya çalışıldı. Onun benim içim sembolik bir ehemmiyeti vardı. Evet, ben bir liderim. Fakat Mossad’ın raporu çerçevesinde hainler tarafından kurulan kumpasla, üç Fransız Gizli Servisi DST personelini öldürmek suçlaması üzerime atıldı. Bu süreçte birbiriyle dayanışma içinde herkes, her şeyin suçlusu olarak beni gösterdiler.

Her neyse bu parantezden sonra Venezüella’ya gelelim. Şu anda Venezüella’ya dönebilmem için ihtimaller var bunu da söyleyeyim. Son yüz yılda, Venezüella için önemli olan üç insan vardır. Bunlardan birisi, 1941-1945 yılları arasında başbakanlık yapan Medina Angarita. Ona karşı bir darbe yapılmıştı. Angarita, anneannemin anne tarafından kuzeniydi. Bu meseleler hakkında pek konuşmuyoruz; çünkü onlar askerî darbeyi dağıtmayı hedeflemediler. Orduda, Amerikancı ve Almancı gruplar vardı. Babamdan küçük olan amcam, Venezüella ordusunun genelkurmay merkezinde tutsak edildi. Orada çatışmalar yaşandı ve birçok insan öldü. Verdiği mücadeleyi kaybedince amcam da kendisini Adeco süreci olarak adlandırılan geçiş hükümeti döneminde öldürdü. Dışarı çıkabilmek için teslim olmak zorundaydılar. Dışarıya iç çamaşırlarıyla çıkarıldılar. Çorapsız, pantolonsuz, gömleksiz, elleri yukarıda… Bu hadiselerden pek bahsedilmez. 18 Ekim 1945’te darbe başarılı oldu. Babam bu süreçte daha şanslıymış. Şimdi Venezüella’nın askerî okullarında olanlar da, o günkü askerlerden daha şanslılar. En azından Angarita’nın ne kadar iyi bir asker olduğunu öğrenebiliyorlar. Babam daha sonra bir hukukçu oldu. O dönemde birçok öğrenci gibi o da Peru’ya gitmiş ve daha sonra geri gelmiş. Her neyse, 1948’de bir Sosyal Demokrat hükümeti kuruldu. Venezüellalıların iyi bilmesi gereken tarihî hâdiseler bunlar. Bu süreçten sonra Venezüella’da siyasî iktidar çok fazla el değiştirmiştir ve asla istikrar olmamıştır. 1961’de sağ akımdan Katolik bir hükümet iktidara gelmiştir. Sonra sosyal demokratlar, Hıristiyan demokratlar vesaire… Venezüella tarihi tüm diğer sömürülen ülkeler gibi çalkantılarla doludur. Venezüella politik uyumu çökmüş ve yeniden kurulması çok zor bir ülkedir. Benim cezaevimde olma sebeplerimin en başında da bu gelir.

Niçin Venezüella’ya dönme ihtimalim olduğunu söylediğime gelirsek. Chavez iktidara geldikten sonra, 1999 senesinde Fransa cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile ben de cezaevindeyken bir anlaşma imzaladı. Chirac, çeşitli sebeplerle suçlanan birçok mahkûmu Venezüella’ya geri gönderdi. Bu Venezüella devleti ile Fransa devleti arasında imzalanan bir anlaşmasının neticesiydi. Şartları devam eden uluslararası bir anlaşmadan bahsediyoruz. Kendi şahsî meselemden bahsediyorum; ama benim meselem birçok şeyi gözler önüne seriyor. Ortada uluslararası bir anlaşma var, Venezüella devletinin başında komünistler var ve Amerika’ya karşılar; sadece bu durum bile Venezüella devletinin içinde bulunduğu durumu gösteriyor. Mesela referandum sonrasında bu hafta görevden alınan başsavcı Ortega… Amerika’nın emrine amâde, Venezüella devriminin ve halkının düşmanı olan bir kadının Venezüella’da başsavcı olması nasıl izah edilebilir. Bunun gibi görevlerde olan Katolik görünümlü birçok Yahudi var orada. Ortega’nın görevden alınması benim şahsî meselemin çözülebilmesi adına bir adım atılmasını sağlayabilir. Burada orduya bir parantez açarsak; Venezüella ordusunun çok çok büyük bir kısmının Bolivarcı vatanseverler olduğunu belirtmemiz gerekir. Onlar Bolivar devriminin devamlılığını sağlamak ve onu savunmak için her şeyi yapacaklardır. Koruyamamaları hâlinde ise hükümet düşer ve hiç istenmeyen şeyler olur. Hükümetin de bugüne kadar birçok yanlışı oldu. Bunların başında ise “Chavista”ların hükümetten tasfiyesiydi. Bu insanların sayısı hem halk arasında, hem de devlette çok fazladır. Hatta Güney Amerika’nın her yerinde, halklar ve devlet görevlileri arasında Chavez takipçileri vardır; Arjantin’de, Ekvator’da, Şili’de, Kolombiya’da, Paraguay’da, Brezilya’da Chavez’in yolunu izlemeye çalışan liderler var. Bu insanların hepsi baskı altında tutuluyor. Yeni bir emperyalist dizayn yapıyor ve Putin liderliğindeki Rusya’nın da burada söz söyleyeceğini düşünüyorum.

En önemli meselelerden birisine gelirsek, Venezüella’nın petrol rezervleri. Venezüella en zengin ve en kaliteli petrol yataklarına sahip olmasına rağmen ihracat konusunda problemler yaşıyor. Bu bir gerçek. Venezüella’nın üzerindeki emperyalist baskının bu denli fazla olmasının sebeplerinden birisi de bu zaten.

Güney Amerika’nın diğer ülkelerindeki, Arjantin’deki, Peru’daki, Ekvator’daki ve diğer ülkelerdeki vatanseverlerin Amerika’nın arkada bahçesi olmaktan kurtulması için birlikte hareket etmesi ve Venezüella’ya sahip çıkması gerekiyor. Avrupa devletleri de bugün açık bir şekilde Venezüella’ya saldırıyorlar. Bilhassa Fransa, Venezüella’ya iktidar tarafından yapıldığı iddia edilen şiddetin durdurulması yönünde çağrılarda bulunuyor. Fransa, Libya’ya saldırdı, Suriye’ye saldırıyor, Afrika’ya saldırıyor. Bunun yanı sıra bir de Venezüella’ya saldırıyor. Niçin? Çünkü Venezüella, Fransa tarafından yapılan “Lambertist” sızmanın önüne geçecek adımlar atıyor. Bu da kontrolü kaybetmelerini sağlayacak. Avrupa rejimleri, emperyalizm ve Siyonizm destekçisi rejimlerdir. Hatta Fransa, Almanya’dan ve İngiltere’den daha fazla böyledir. Venezüella’nın üzerindeki bu baskının bir an evvel savuşturulması gerekmektedir.

Allahü Ekber

05.08.2017

Baran Dergisi 552. Sayı