Sultan Abdülaziz, II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan'ın oğlu, Abdülmecid'in kardeşidir. Sultan Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin vefatı üzerine, 31 yaşında iken Osmanlı Sultanı olmuştur. Devrinden önceki alınan bütün yanlış kararlar sebebiyle Osmanlı’nın durumu çok fenaydı; bütün ileri uçlarda basiretsiz devlet adamları elinde bozguna uğrayan Osmanlı, devletin içine girdiği buhranın “Batı mukallidliği” ile aşılacağını söyleyenlere itibar eden Abdülmecid elinde “Tanzimat Fermanı”nı ilan ederek içteki hâkimiyetini bir yönüyle artık kaybetmişti. Artık Osmanlı’ya karşı toplu hareket eden Avrupa Devletleri’nin eline büyük bir koz verilmişti. Tanzimat Fermanı ile birlikte 500 yıldır kendi memleketindeki, topraklarındaki her insanın hakkını müdafaa eden Osmanlı “insanlarımın hakkını müdafaa edeceğim!” demeye zorlanarak hazin bir duruma sokulmuştu.
Bu hazin durumun insanlardaki aksülâmeli ise, tıpkı Genç Osman’ın katlinin ardından gelen süreçte çocuk yaşta padişah olan ve Kösem Sultan ile yine bazı basiretsiz paşalar elinde uzun yıllar bekledikten sonra iradeyi eline alarak memlekete yeni bir ruh aşılamayı başaran IV. Murad devrindeki gibiydi: Her iki devir de, halkın yeni bir şahlanış beklentisini ve kötü gidişatın son bulması talebini içinde barındırır. Nitekim kendisinden önceki felaketler biri bir üzerine yıkılan Sultan Abdülaziz de halk için böyle bir heyecan unsuruydu…
Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle “31 yıl ve 16 gün padisahlık etmis ve Osmanlı Devleti’nin en nâzik dönüm noktasında birtakım mânâsız ve fikirsiz şiddetlerden başka bir şey gösterememiş, husûsiyle etraflı bir dünya muhasebesine uzak kalmış olan ikinci Mahmud”un ardından Sultan Abdülmecid gelir; “Tarihçi (Angelhard)ın Türkiye ve Tanzimat isimli eserinde: Avrupa'yı hoşnut etmeye çalışmaktan başka politikası yoktu!”(1) denilen Mustafa Reşit’in yönlendirmesi altında saltanat kudretini kavrayamayan ve göstermeyen Sultan Abdülmecid eliyle ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın ardından Osmanlı topraklarının nasıl bir tezgâh içine sokulduğu kimse tarafından düşünülmüyor, hâdiseler bir nevî denizde rotasız hareket eden bir sal gibi koca bir memleketi sürüklüyordu. Doğrusu, bütün olanlar bir yandan Rus tehdidi dolayısıyla Avrupa Devletleri’nin, özellikle İngiltere’nin siyâsî müdahaleleri tarafından yönlendiriliyor, tam anlamıyla saldırmaya güç yetiremedikleri Osmanlı’nın bütün siyâsî nüfuzunu yavaş yavaş kırıyorlardı…
İkinci Mahmud’un bütün felaketleri üstümüze çekmesinin ardından gelen Abdülmecid’in “kadın ve içki iptilâsı” altında memleketinin meselelerinden uzaklığı, halkta Sultan Abdülaziz’in pehlivanvârî vücûduna bakarak onda bir Yavuz Sultan Selim vehmetmelerine sebeb oldu. Üstad Necip Fazıl’ın “Asırlar boyunca ne Haçlı Seferleri, ne de cepheden toslamalarla dize getirilemeyen vatan, simdi içinden tedariklenme taklit ajanlarının yaydığı mikroplar yüzünden hasta edilmiş ve bitik hâle getirilmiştir” dediği bu demlerde Osmanlı’nın başına geçen Abdülaziz’in ilk icraatları, bütün memlekette bir hayâl kırıklığı doğuruverdi. Yayınladığı ferman-ı hümayun ile kendisinden önce göreve getirilmiş bütün paşaları yerlerinde tutmakla kalmıyor, üstüne üstlük mali bir (kriz) içindeki devletin kasasına ayrıca yük bindirecek hiç de lüzumu olmayan tahsisler yapıyordu.
Sultan Abdülaziz devrine baktığımızda gördüğümüz, Batı’dan alınan borçlarla yapılan ihtişamlı saraylar ve benzeri “lüks” bayındırlık işleri dolayısıyla devlet hazinesinin acziyet içine düşürülmesidir. İlk sinyallerini Abdülmecid devrinde veren bu temayül, Abdülaziz tahta geçtikten sonra daha bir ivme kazanmıştır. Hâlbuki o vakitler ihtiyaç olan şey, ortadaki bütün başıbozukları tasfiye ederek memlekete yeni bir ruh üflemekti. Bunun yerine Abdülmecid’in açtığı borç gediğini genişletmek de Sultan Abdülaziz’in Osmanlı’nın başına ayrıca açtığı bir belâ oldu… Dış yüzden her şeye hâkim gibi gözüken ama gerçekte Üstad Necip Fazıl’ın tabiriyle “sirk hayvanı” gibi etrafındakilerin tazyikiyle hareket eden bir padişah… Sonradan İttihat ve Terakkî gibi bir felaketi içinden doğuracak “Genç Osmanlılar”ı himâye edecek kadar basiretsiz bir hâlet-i ruhiye içinde dış borçlarla, boğazda demirleyip kalacak, memlekete bir demir yığınına sahip olmaktan öte maddî-manevî bir katkısı olmayacak bir donanma tesis etmek hep Sultan Abdülaziz devrinde…
Sultan Abdülaziz ve devrinin devlet adamlarının hâlini Üstad Necip Fazıl şu hâdise etrafında anlatarak memleketi dört bir yandan sarmaya başlayan hazin manzarayı özetler:
“Abdülaziz, kendisine fena haberler arz edilirken tokadı basarmış... İki dakika sonra da hareketinden pişman olurmuş... Devrinin politikacıları düşünmüşler, taşınmışlar ve fena haberleri onun derhal kollarını hareket ettiremeyeceği bir anda bildirmek kararına varmışlar. Bir oturuşta dirseklerine kadar yağ içinde, bütün bir kuzuyu yiyip bitiren Sultan’a, kötü haberleri sofrada bildirmeye başlamışlar. O anda tokadı basmak için ellerini ve kollarını yıkamaya davranan ve su isteyen Padişah, ziynetli leğenlerle su gelip bir temiz yıkandıktan ve kurulandıktan sonra öfkesini unutur, vezir dövmekten vazgeçermiş.
İşte öfkesi bu kadar çabuk geçen safdil Hükümdar... İşte su ile bağlanan imparator elleri, yahut burnuna halka geçirilmiş koca imparatorluk ve işte Tanzimat markalı (MABEYN) ve politika dehâsı!..”
İki İngiliz Casusu
Biri herkesin az-çok ismini duyduğu “Âli Osman oluyor da Âli Mithat neden olmasın!” diyecek kadar gözü dönmüş hainlerden Mithat paşa, diğeri ise İngilizlerden para alarak onlara hizmet eden Hüseyin Avni Paşa…
Yukarıda belirttiğimiz hengâme içerisinde harekete “Genç Osmanlılar”ın başından gelme olan Mithat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Harbiye Mektebi Nâzırı Süleyman Paşa’nın başını çektiği grup 30 Mayıs 1876’da 60 kişilik bir çapulcu sürüsüyle Dolmabahçe Sarayı’nı bastı… Sultan Abdülaziz derdest edilerek Topkapı Sarayı’na götürüldü ve “aklını kaybetti” denilerek hakkında bir hal’ fetvası hazırlandı… Bu mevzudaki ilginç detaylardan birisi de bu darbeyi gerçekleştirenlerin maksat ve mizaçlarını göstermesi bakımından mühim: Hepsi, Devlet’ten aldıkları maaş ile o günkü mâlî (kriz)e mukâbil refah içinde yaşarlarken Sultan Abdülaziz’in hal’i esnasında fırsattan istifade Dolmabahçe Sarayı’nı da bir güzel yağmaladılar. Çapulcu ruhiyatlarına ne kadar da uygun bir davranış!..
Abdülaziz Topkapı Sarayı’nda gözetim altında tutulurken, yerine geçirilmesi planlanan 5. Murad’ın buhranlar içindeki hali darbecilerde ümitsizliğe yol açtı. Eğer Abdülaziz sağ bırakılırsa, Murad’ın padişahlığa yanaşmayacağını hisseden caniler padişahı öldürmeye karar verdiler.
Sultan Abdülaziz’in hal’ edildikten sonra saray fotoğrafçılarından Vasilaki Kargopulo tarafından çekilmiş ve çok sonra ortaya çıkan bir fotoğrafı, bu çapulcu gürûhunun nasıl insanlar olduklarını başka hiçbir delile ihtiyaç göstermeden bize anlatıyor: İki düşük rütbeli subay, ancak kanı bozuk ajan tiplerin yapabileceği şekilde, hal edilmiş Sultan’ın omuzlarına dirseklerini dayayarak poz vermişlerdir.
Sultan Abdülaziz’in Katli
2 Haziran Cuma sabahı Ortaköy’deki Feriye Sarayı’na nakledilen Sultan’ın 4 Haziran 1876 Pazar günü iki bileğini de keserek intihar ettiği bütün İstanbul’a duyuruldu. Sadrazam Rüştü Paşa ve Mithat Paşa’nın da Feriye Karakolu’na geldiği hâdisenin sıcak demlerinde Serasker Hüseyin Avni Paşa “Sultan Aziz vefat etti. Makasla bileklerini kesmiş. Şimdi doktorlar gelip rapor tutacak. Padişahımız nereyi irade buyururlarsa oraya gömeceğiz. İşi uzatmamak lâzımdır.” diyerek karakolun perdelerinden birisini indirerek Sultan’ın naaşını buna sardı… Feriye Karakolu’na gelen doktorların naaş üzerinde inceleme yapmalarına müsaade edilmedi ve hazırlanan rapora imza atan doktorlardan sadece birkaçı padişahın kesilmiş bileklerini uzaktan görebildi... Ölüm raporunu imzalamak istemeyen doktorlardan birisi Trablusgarp’a sürüldü, diğer doktorun ise apoletleri söküldü. Cenazeyi yıkayan hocaların ise daha sonraları, “Sultan Abdülaziz’in iki dişinin kırık olduğunu, sakalının sol tarafının yolunduğunu, sol memesinin altında büyük bir çürüğün bulunduğu”nu söylemeleri hâdisenin intihar olmadığını, esasında bir boğuşma neticesinde olduğunu gösteren mühim delillerdendir.
Sultan’ın cenazesi ertesi gün Enderun ağalarının ve vükelânın hazır bulunduğu bir merasimle babası Sultan II. Mahmud’un Divan Yolu’ndaki türbesine alelacele defnedildi; Serasker Avni Paşa’nın gazabına uğramaktan korktukları için, halktan cenazeye katılan çok az insan vardı ve İstanbul halkı hâdisenin nereye kıvrılacağını kestiremediğinden evlerine kapanmıştı.
Nasıl Gerçekleşti?
Sultan’ın katledilişine bizzat şahid olanlardan birisi de, kızı Nâzime Sultan’dır…
Babası katledildiğinde (1876) on yaşında olan Nâzime Sultan’ın annesi Çerkez’dir ve 1846 yılı Kars doğumludur… 1947’de Beyrut’un Cünye kasabasında 80 yaşında vefat eden Nâzime Sultan, o gün gördüklerini akrabası olan Adil Sulh ismindeki bir ilim adamına anlatır. Adil Sulh’un oğlu Munah Sulh babasından intikal eden bazı vesika ve bilgileri o zamanın tarihçi-yazarlarından olan Halid Ziyâde’ye vererek El-Hayat Gazetesi’nde “Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in Vefatındaki Esrar Kızının Şahitliği ile Dağılıyor” başlığıyla yayınlatır:
“Padişahın kızı Nâzime Sultan’ın ifadelerini aynen bana anlattığı şekilde aktaracağım. Nâzime Sultan diyor ki:
Kuşkusuz, babamın intihar ederek vefat ettiğine hükmedenler aldatıcılardır. Ben babamın öldürülüşüne bizzat kendi gözlerimle şahit oldum. Gördüklerim şundan ibarettir:
Bir gün babam sarayın salonlarından birinde oturuyordu. Ben de hemen yanı başında idim. O zaman on yaşında idim. Birden yanımıza pehlivan gibi sekiz adam girdi. Kuvvetli ve kötü niyetli oldukları belli oluyordu. Babam onları görünce kötü niyetli olduklarını anladı. Kurtulmaya çalışarak ayağa kalktı. Adamlar ilerlemeye başladılar. Bir taraftan da babamdan gelecek bir mukavemete karşı ihtiyatla hareket ediyorlardı. Babam büyük cüsseli, sağlam bünyeli ve güçlü pehlivanlardandı. Birkaç oyuna getirme teşebbüsünden sonra babam adamlardan uzaklaşarak sarayın bir üst katına çıkan seyyar merdivenin olduğu yere ulaşmayı başardı. Ancak oraya varınca şaşırdı kaldı. Çünkü merdiven yerinde yoktu. İhtiyat olsun diye komplocular onu kaldırmışlardı. Sonra durdu ve yüksek bir sesle haykırdı:
‘Burada merdiven vardı. Kim aldı?’ Bu soruyu tekrar tekrar sordu. Telaşla sarayın salonlarında dolaşmaya başladı. Adamlar da arkasından onu takip ediyorlardı. Gördüğüm bu sahne beni korkuttu. Kapılardan birinin örtüsünü kendime siper ederek olup biteni izlemeye başladım. Nihayet adamlar babamın şiddetli mukavemetinden sonra onu bir köşede sıkıştırarak ele geçirdiler. Sonra sırt üstü yere yatırdılar. İkisi sağ koluna, ikisi sol koluna, ikisi sağ ayağına, ikisi sol ayağına oturdular. İçlerinden biri bir ustura ile iki elinin atardamarlarını kesti. Çok kan kaybedinceye kadar üzerinden inmediler. Babam bu hal üzere ruhunu teslim etti. Sonra onu pencerelerden birinin perdesine sardılar. Girişte olan karakola götürdüler. Mithat Paşa da orada idi. Babama karşı niyetlerinin kötü olduğu baştan belli idi. Zira babam hal’ edildikten sonra münadileri mahallelere gönderip ‘Sultan Abdülaziz öldü. Sultan Murad onun yerine geçti’ diye nida ettirdiler.”
Katlin Sorumluları Kimler?
Sultan V. Murad'ın 93 günlük saltanatının ardından padişah olan Sultan II. Abdülhamid Han amcasının ölümünün “intihar” olmadığını, aksine plânlı bir “cinayet” olduğunu zaten biliyordu. Mevcut durum içerisinde idareyi zapt eder etmez bu mevzuda derhal bir tahkikat başlatarak 27 Haziran 1881'de meşhur “Yıldız Mahkemesi”ni kurdurdu. Yapılan bütün tahkikatlar sonrasında, İngilizlerle işbirliği yapan, aralarında Mithat Paşa'nın da bulunduğu bazı şahısların Abdülaziz Han'ın katlinde rol oynadıkları ortaya çıktı; dokuz sanık hakkında idam kararı verildi… Sultan II. Abdülhamid ise her zamanki merhametli tavrıyla hükmü tatbik ettirmedi ve idam cezalarını müebbet hapse çevirdi…
Asıl Katil İngilizlerdir!
Sultan Abdülaziz, İngilizlerden maaş alan Serasker Hüseyin Avni Paşa ve İngiliz sefiri (Sör Hanri Elyot)a yapacağı katliamı bildiren Mithat Paşa eliyle Pehlivan Mustafa ve arkadaşları tarafından katledilmiştir. Ama bütün bunlara mukâbil bu hâdisedeki gizli ve baş müessir İngilizlerdir. Bu bakımdan bahsettiğimiz dirayetsiz paşalar, bu katliamda tıpkı çapulcu Pehlivan Mustafa ve arkadaşları gibi İngilizlerin bir kuklası olmaktan öte bir kıymet belirtmezler. Sultan Abdülaziz, bizzat İngilizlerin dahliyle katledilmiştir; Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin “İslam’a en düşman millet İngilizlerdir!” buyurmalarını unutmamak lazım.
İngilizlerin böyle bir cinayeti azmettirmelerinin sebebi Sultan Abzülaziz’in yerine V. Murad’ı tahta çıkararak Osmanlı’yı kukla bir devlet hâline getirmekti. Zahirde bağımsız gerçekte ise İngiliz müstemlekesi bir devlet yapmaktı. Allah’ın işi, Abdülhamid Han’ın başa geçmesi ile bu plan bozuldu ve 1923 yılına kadar gerçekleştirilemedi.
Dipnotlar:
1) Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan
Vahidüddin, Necip Fazıl Kısakürek
Yararlanılan kaynaklar:
Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han, Necip Fazıl Kısakürek.
Vatan Haini değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin, Necip Fazıl Kısakürek.
Abdülhamid Han Hazretleri’nin hatıratı. (Halil Rifat Paşa torunu muharrir Vedat Örfi Bey’in yayınladığı Abdülhamid Han Hazretleri’nin hatıratları. Bu hatırat hakkında Üstad Necip Fazıl: Büyük Padişaha isnat edilen ve Beylerbeyi Sarayında kaleme alındığı rivayet edilen bazı hâtıralar ve notlar vardır. Abdülhamîd'in sadrâzamlarından Halil Rifat Paşa torunu muharrir Vedat Örfi Bey tarafından 1922 tarihinde neşredilen ve 72 sahife tutan bu hâtıralar, Abdülhamîd'e aidiyeti bakımından tam ve emin bir vesika mahiyetinde olmasa da şahane üslûbu ve hâdiseleri tahlil ve terkipteki kudreti, onun, Ulu Hakan elinden çıkmış olduğuna en kuvvetli şahittir.”der. Bu hatırat “(Laypzig) basması Vedat Örfi hatıraları” diye bilinir.
Baran Dergisi 437. Sayı