Esselâmü Aleyküm.
Sizi bu kadar geç aradığım için kusura bakmayın, meşguldüm.
(Av. Güven Yılmaz, mesele teşkil etmediğini söylüyor.)
Neyse, nasılsınız bakalım?
(Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Çocuklar nasıl peki?
(Av. Yılmaz, herkesin iyi olduğunu söylüyor ve gülüyor.)
Bir keresinde kendileriyle de konuşmuştum, şimdi hatırlıyorum.
(Carlos, gülüyor.)
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl, iyi mi?
(Av. Yılmaz, “dün” kendisini ziyaret ettiklerini, iyi olduğunu ve Carlos’a devrmci selâmlarını gönderdiğini söylüyor.)
Allah razı olsun, Allah yardımcısı olsun.
Bu arada, Erdoğan’ın o trajediden sonra [13 Mayıs 2014’de Soma’daki bir kömür madeninde gerçekleşen ve 300’den fazla madencinin öldüğü kaza dolayısıyla] gittiği Soma’da söylediği şeyler aptalca. Türkiye’de neler oluyor öyle? Hâlbuki bu meselede hükümetin de bir sorumluluğu var. Devlete ve halka âid olması gereken madenleri gidip özelleştirdiler. Saçma işler…
(Av. Yılmaz, aktivist şair ve heykeltraş Ümit Yaşar Işıkhan’ın, Carlos’un gönderdiği mektubu aldığını haber veriyor.)
Tamamdır, güzel, güzel.
(Av. Yılmaz, Işıkhan’ın, Paris’te Carlos’un kaldığı cezaevinin idaresine de bir mektub yazdığını ifâde ediyor.)
Evet, biliyorum, bende de bir nüshası var. Kendisine izin vereceklerini zannetmiyorum gerçi. Söylememesi gereken şeyleri de söylemiş çünkü. Fransa’nın kendine has özelliklerini unutuyor ve benim hakkımda çok iyi şeyler söylüyor o mektubta. İnşallah kendisine ve kendisiyle birlikte bir tercümanın da gelmesine izin verirler, böyle ümid ediyorum, ama emin değilim. Bekleyip görelim.
Bana vereceğiniz başka bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, yeni bir haber olmadığını söylüyor.)
Ya bir sorunuz?
(Av. Yılmaz, sorusunun da olmadığını söylüyor.)
Geçen hafta, Sudan hakkında, Sudan Cumhuriyeti hakkında, (gülerek) Sudan İslâm Cumhuriyeti hakkında da konuşmak istiyordum. Ancak o gün diğer şeyleri konuştuğumuz için, başka bir zamana kalmıştı Sudan mevzuu. İşte bugün bu konuda konuşmak istiyor, bu vesileyle bazı şeyler paylaşmak istiyorum.
(Carlos, İslâm geleneğine ve hukukuna, yâni şeriate göre, müslüman bir erkeğin “Ehli Kitab”tan müslüman olmayan bir kadınla evlenebileceğini söylüyor... “Çocuklarını yetiştirecek müslüman bir kadınsa, sadece bir müslümanla evlenebilir” diye ekliyor... Şimdi Sudan’da, müslüman bir baba ve hıristiyan bir anneden doğan ancak babasından uzakta annesi tarafından başından beri hıristiyan olarak yetiştirilmiş bir kadının, hıristiyan bir adamla evlendiğini, bunun da normal olduğunu ifâde ediyor... Ne var ki, babası müslüman bir kadının otomatikman müslüman olacağını, sözkonusu kadının hıristiyan bir erkekle evlenmesinin de bu yüzden idam cezası gerektiren bir suç olduğunu iddia eden Sudan mahkemelerinin, bugün bu kadına idam cezası verdiğini söylüyor... İslâm’da kimsenin müslüman olmaya yahud kalmaya zorlanamayacağını, dilediği zaman bir dine inanıp dilediği zaman dinini değiştirebileceğini, İslâm dininin ihtişâmının da işte bu olduğunu vurguluyor; bir insanın kalbinde “bir dine inanç varsa var, yoksa yoktur, bu kadar basit” diyor... İslâm’ın bu büyüklüğü dolayısıyladır ki, müslümanların ulaştığı her yerde milyonlarca ama milyonlarca insanın eski dinini değiştirip müslüman olduğunu, İslâm’ın getirdiği kalbî ve fikrî hürriyetin cihad yoluyla fethedilen topraklardaki kitlelerin kalbini de fethettiğini ifâde ediyor... Fakat bir de meselâ Bizans imparatorluğu döneminde, Şam havalisinde, müslümanlar bölgeye hâkimken müslüman, hıristiyanlar bölgeye hâkimken hıristiyan olan ve tüm bunları da “çıkarları” öyle gerektirdiği için yapan bazı tüccarlar gibilerin idamla karşı karşıya kaldığını, çünkü bunun en büyük ikiyüzlülük, en büyük münafıklık olduğunu söylüyor... İnsanların vicdanî kanaatleri istikametinde din değiştirebileceğini, hıristiyanken müslüman yahud müslümanken hıristiyan olabileceğini, ancak bunu bir çıkar mevzuu yapamayacaklarını, sadece başka bir dinden İslâma girip de “çıkarları” icabı sonra yine İslâmdan çıkan böylesi ikiyüzlülerin, böylesi münafıkların şeriate göre idam edilebileceğini belirtiyor... Sudan’daki bu kadının durumunun ise farklı olduğunu; isterse müslüman olarak yetiştirildikten sonra hıristiyanlığa dönmüş olsun, samimi inancı bu olduğu için, elbette İslâma göre, şeriata göre, Hazret-i Peygamber’den ve sahabîlerinden bize intikal eden hakiki şeriate göre, idam edilmesinin mümkün olmadığını vurguluyor... Babası kendisini müslüman olarak büyütmediği hâlde –ki müslüman olarak yetiştirilse de farketmezdi- ve sırf babası müslüman diye bu kadına idam cezası verilmesinin, İslâm adına işlenen sapkınlıkların bir numûnesi olduğunu ifâde ediyor... Birtakım münafıkların iktidarı ele geçirmesiyle teşkil edilen, lâfta “İslâmî” Sudan hükümetinin bu yaptığının asla tasvib edilemeyeceğini söylüyor; aynı Sudanlıların kendisine yaptıklarının da bu münafıklığın bir başka örneği olduğunu belirtiyor... Hikâyesini daha önce de BARAN için anlattığı üzere, sırf para için, Sudan’ın düşmanı olan, Sudan’ı bombalayan, Sudan devlet başkanını yargılayan Batılı güçlere, CIA’ye satıldığını vurguluyor... Tüm İslâm hukukuna ve mirasına ters biçimde, zavallı bir vatandaşları olan bu kadıncağızı böyle bir gerekçe öne sürerek idamla yargılayanların da, ya tam bir ahmak yahud basbayağı münafık olduklarını söylüyor... Hakiki bir müslümanın ise, böyle ahmakça ve kabasaba şeyler yapmayacağını, bulunduğu cezaevinde kalan dindar bir Cezayirli müslümanın, gardiyanlar da dahil, hıristiyan veya yahudi –ki bunların hepsi de İslâm dostu değil- herkes tarafından çok sevilmesi gibi, hakiki bir dindarlığın bambaşka bir yüceliğinin ve tesirinin olacağını vurguluyor... Afganistan’da binlerce yıl öncesinden kalan tarihteki ilk Buda âbidelerinin, Molla Ömer ve Üsame bin Ladin’in yıkıma muhalefetine ve heykellerin bulunduğu yerde kimse yaşamamasına rağmen “haram” diye yıkılmasının da böyle bir kabalık olduğunu vurguluyor, yine binlerce yıldır varolan o muazzam Mısır âbidelerini o bölgeye hâkim olan müslümanların hiçbirinin yıkmadığını, oysa bunların da “put” olduğunu belirtiyor... Zaten “İslâmî hassasiyet” bahanesiyle ancak Afgan halkının İslâmî asaletine ve geleneğine ters biçimde Buda heykellerinin yıkılmasını isteyenlerin hepsinin, Batı işgalinden sonra Amerika için çalışmaya can atan münafıklar olduğunun açığa çıktığını ifâde ediyor... Aynen Afganistan’daki o büyük münafıklar gibi, kendilerinin diğerlerinden “daha müslüman” olduğunu iddia edercesine davranan, Sudan halkının İslâmî geleneğine ve asaletine ihanet ederek gerçekte Sudan’ı aşağılayan ve zavallı bir kadına idam cezası veren bu büyük münafıkların asıl idam edilmesi gerekenler olduğunu vurguluyor...)
Allahü Ekber.
24 Mayıs 2014