Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)
İyiyim, teşekkür ederim. Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl, iyi mi?
(Av. Yılmaz, “dün” Av. Hasan Ölçer’le birlikte kendisini ziyaret ettiklerini, iyi olduğunu söylüyor.)
Kendisiyle ilgili yeni bir gelişme var mı? Yok, değil mi?
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun durumuyla ilgili yeni bir gelişmenin olmadığını söylüyor.)
Aynı durumlar yâni...
(Av. Yılmaz, Carlos’u tasdik ediyor. Bu arada, Carlos’un Paris’ten cezaevi arkadaşı olan Nurettin Güven’in kendisini telefonla aradığını, Fransa’dan naklen geldiği Türkiye’deki cezaevinden “20 gün önce” serbest bırakıldığını söylüyor.)
Demek 20 gün önce serbest bırakıldı, Eylül ayı içerisinde; güzel, güzel...
(Av. Yılmaz, Nurettin Güven’in Carlos’tan telefon beklediğini, Poissy Cezaevi idaresinin buna müsaade edip etmeyeceğini kendisine sorduğunu söylüyor Carlos’a. Carlos da cezaevinin buna izin vereceğini zannettiğini, hiç olmazsa aramayı deneyeceğini belirtip, Nurettin Güven’in telefon numarasını alıyor Av. Yılmaz’dan.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Geçen hafta, Şebab, Somali ve Kenya hakkında konuşacaktım aslında ama araya başka bir mevzu girdi.
Evet, Kenya’da bir saldırı gerçekleşti geçenlerde [Carlos, 21 Eylül 2013’te, Batılı diplomatlar ve aileleri başta olmak üzere, Kenya’nın başkenti Nairobi’deki Batılıların ve Kenya’nın “elit” tabakasının tercih ettiği Westgate Alışveriş Merkezi’ne yönelik olarak Somalili eş-Şebab örgütü militanlarınca düzenlenen ve aralarında bazı Batılıların da bulunduğu 70’den fazla kişinin ölmesine, yüzlercesinin de yaralanmasına sebeb olan Kenya’daki saldırıdan bahsediyor].
İlk bakışta, isterse zengin insanlar gitmiş olsun ancak neticede silâhsız sivillerin bulunduğu ticarî bir merkeze saldırmak ve 60-70 insanı ateş ederek öldürmek, “korkunç bir terörist hareket” olarak görünüyor. Ne var ki işin gerçeği, işgal altındaki Somali’nin kurtuluşu için mücadele eden bu savaşçılar, iyi müslümanlardır. Zaten Mogadişu’da bir de katedralleri olan ve İtalyanlar döneminden kalan çok küçük bir hıristiyan azınlığı saymazsanız, tamamen müslüman bir ülkedir Somali. Üstelik hakiki müslümanlardır Somalililer. Eski zamanlardan bugüne gelen bir İslâm geleneği, hattâ Sufi bir gelenek mevcuttur orada.
Neyleyelim ki, farklı aşiretler ve siyasî grublar arasındaki iç çatışmalar yüzünden tahribata uğradı bu ülke, sonra da yabancı işgali geldi peşinden.
Ben, bildik anlamda ne bir “müslüman köktenci” ne de bir “mücahid”im, fakat halkı soymayan, insanları rahatsız etmeyen, kadınlara tecavüz etmeyen kimseler saygıyı haketmektedirler. İşte Eş-Şebab da böyle. Yine bu bakımdan, Somali’deki diğer sözde siyasî hareket veya partilerin birçoğundan farklıdır eş-Şebab. Çünkü azınlıktır ötekiler ve yalnızca belli aşiretleri veya belli aşiret liderlerinin şahsî çıkarlarını temsil ederler.
Önce bölgenin coğrafyasını, bölgenin jeopolitiğini anlamak zorundayız.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, tüm Somali’yi işgal etti İngiltere. Ne zaman ki Somali’ye bağımsızlığını vermeye karar verdiler, Kenya’nın şimdiki en büyük vilâyeti olan bölgeyi de Kenya Cumhuriyeti’ne bağışladılar. Kenya’nın kuzeydoğu vilâyeti... 1963’te gerçekleşti bu. Zaten daha önceki sömürge idaresi altında da böyle bir bölmeye gitmişlerdi.
Kenya’da kalan bu bölgede sadece Somalili kabileler yaşar. İşte sürüleriyle bir yerden bir yere giderek hayat süren göçebe kabileler. Şimdiki Kenya Cumhuriyeti’nin en büyük vilâyeti de işte burasıdır. Bu bakımdan, Kenya’nın sayıca büyük bir azınlığı olarak, böylesine çok sayıda “Kenya vatandaşı” Somalili vardır orada. Ne Kenyalılar gibi Kikuyu dili ne de İngilizce falan konuşurlar, çünkü başkaları okula giderken, onlar göçebe oldukları için okula gitmez, böyle olunca kendi dilleri olan Somali dilini konuşurlar sadece. Okumaya gelince, yine çoğu, sadece bazı imamlardan öğrendikleri şekilde Kur’an okurlar, hepsi bu.
Şöyle bir durum sözkonusu Kenya’da: Kenya’nın yüksek düzlüklerinde yaşayan Kikuyu kabilelerinin, bağımsızlığını kazandığı günden bu yana bir ağırlığı vardır Nairobi hükümeti üzerinde. Sayıca baskın Kikuyu kabilelerine nazaran azınlıkta kalan güneydeki veya batıdaki göçebe kabilelerin, aynı şekilde sahil bölgelerinde yaşayan göçebe “müslüman” kabilelerin ise böyle bir ağırlığı yok. Oysa, unutulmamalıdır ki, bin yıldan fazla bir süredir yaşamaktadır müslümanlar orada. İranlılar, Yemenliler, Ummanlılar ve diğerleri gelip geçmiştir oralardan ki, Doğu Afrika’nın bir parçası olarak o bölgede hüküm süren sultanlıkların ve hâkimiyetleri altında yaşayan müslümanların geçmişi bin yıldan fazladır.
Demek istediğim şey, Kenya’nın sahil bölgelerinde yaşayan o hakiki müslümanlar, öyle Afrika’nın yahut dünyanın başka bazı bölgelerinde görüldüğü gibi, yakın zamanlarda İslâmı seçmiş veya kendilerine para verildiği için müslümanlığı seçmiş insanlar değildir. Çok uzun zaman önce kendi vicdanlarıyla karar vermiş ve Kur’an vahyine iman etmiş müslümanlardır.
Bir örnek vereceğim size:
Kenya’daki kadınlar, “çok açık fikirli” ve tabiî “çok açık bacaklı” insanlardır. Ancak müslüman kadınlar, özellikle tarihî olarak İslâm toprakları olagelmiş sahil bölgelerinde yaşayan müslüman kadınlar öyle değildir. Bazı Arab geleneklerine, hattâ İslâm öncesi geleneklere uygun olarak başlarını örter ve sağda solda kimi görse yatan diğerleri gibi davranmazlar. Bu bir “eleştiri” değil, “müşâhede”dir.
Diğer bir ifadeyle, hakiki İslâmî gelenekler yaşatılmaktadır o sahil beldelerinde.
Unutulmaması gereken bir diğer nokta da, sömürge zamanlarında bir Doğu Afrika Federasyonu vardı, şimdi de farklı bir isimle devam ediyor [Doğu Afrika Topluluğu]. Kenya, Uganda ve Tanzanya’dan oluşuyordu bu birlik. Hernekadar Kenya’nın bir kısmı son derece elverişsiz bir çöl bölgesi ise de, özellikle Kikuyu kabilelerinin yaşadığı bölgelerde iklim son derece elverişliydi ziraate, su ve toprak çok müsaitti. Böyle olunca, sömürge zamanlarından bu yana, İngilizler başta olmak üzere birçok Avrupalı ziraat sahaları kurdu orada ve bugüne kadar da “resmen” devam ettirdiler bunu. Hâlâ bile çoğu yerleşiktir orada. Meclislerinde bazı “beyaz” milletvekilleri dahi vardır.
Siyonist unsurlar çok güçlü olagelmiştir İngiltere’de. İşte bunlara, şimdi Uganda denilen ülkede bir “İsrail” kurmaları teklif edilmiştir. Uganda ismi ise, oradaki en büyük kabile olan “Baganda”dan gelir.
Bu arada, aynı sömürge döneminde, sözkonusu Doğu Afrika ülkelerinden geçen ve Mombasa’dan Victoria Gölü’ne uzanan çok önemli bir demiryolu inşâ edilmiştir. Böylece, Orta Afrika’nın zenginliklerini ticaret için dünyanın kalanına açacak bir yol sağlanmıştır. (Carlos, bu vesileyle, sözkonusu demiryolunda çalıştırılmak üzere Hindistan’dan getirilen Hindlilerden bahsediyor. Bunların bir kısmının o bölgelere daha sonra yerleştiğini, Uganda’da kalan kısmının “Uganda vatandaşlığı”na geçmeyenlerinin ise İdi Amin zamanında sınır dışı edildiğini, bunların da mülteci olarak İngiltere’ye geldiğini, fakat kendilerine otomatik olarak vatandaşlık hakkı verilmediğini, “ırkçı” bir kanun çıkartılarak bunun engellendiğini söylüyor.)
Bir “arka plân” temin etmek üzere tüm bunları anlattıktan sonra, Kenya’daki alışveriş merkezine eş-Şebab tarafından yapılan saldırıya ve bu ticaret merkezinin yaklaşık dört gün işgal edilmesine dönelim.
Eş-Şebab liderliği, şunu bildirdi Kenyalılara:
- “Ülkemizi terkedin ve halkımıza karşı Somali’de yürüttüğünüz saldırıları derhâl durdurun! Yoksa size saldıracağız!”
Üstelik bu ihtarı yaparken, şimdi saldırdıkları alışveriş merkezinin ismini bile zikrettiler. Siz bizi vurursanız, biz de sizi vururuz uyarısını yaptılar ve dediklerini de aynen gerçekleştirdiler.
Kenya’dan bugün gelen haberlere bakılırsa, alışveriş merkezine bütün bu saldırıyı gerçekleştiren eş-Şebab savaşçıları, tam sayıları netleşmedi ama, 4 ilâ 6 kişi sadece. Hepsi hepsi bu kadar! Böyle büyük bir saldırıyı bu kadar az sayıda insanla gerçekleştirebilmek için, o kişilerin çok iyi eğitimli ve derslerine de çok iyi çalışmış olmaları gerekiyordu ki, öyle olduğu açık. Kaldı ki, eş-Şebab “sizi orada vuracağız!” dediği için, çok iyi korunuyordu bu alışveriş merkezi. Ancak bu tedbirleri yeterli olmadı. Savaşçılar, sadece buraya saldırmakla kalmadı, hem Kenyalı polislerle hem de çoğu İsrailli olmak üzere Batılı güvenlik güçleriyle çatışarak, 3-4 gün boyunca ellerinde tuttular bu alışveriş merkezini.
Uganda’da bir “İsrail devleti” kurma şeklindeki İngiliz plânı gereğince, birçok siyonist yahudi gelip, dünyanın bu köşesine yerleşmiştir. Bugün bile birçoğu burada yerleşiktir hâlâ. Bu bölgeden ayrılanları bile irtibatlarını tamamen koparmamış, hem ticarî hem de başka türden bağlantılarını muhafaza etmişlerdir. Çok tuhaftır belki ama, çok çok uzun zamandır orada yerleşiktir İsrailliler. 1948’de “İsrail devleti” ilân edilmeden bile önce!
Yedi yoldaşımızı kaybettiğimiz meşhur Entebbe Operasyonu da unutulmamalı bu vesileyle [3 ve 4 Temmuz 1976 günü, Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’ne bağlı militanların, Tel Aviv - Paris seferini yapmakta olan Air France uçağını, Batı karşıtı İdi Amin’in devlet başkanlığı yaptığı dönemde Uganda'nın Entebbe Havaalanı'na indirmeleri ve İsrail'in beklenmedik bir operasyonla 1.5 saat içinde tüm militanları ölü olarak ele geçirmesi ile sonuçlanan askerî operasyondur. Operasyon sonucu üç rehine ölmüş, beş İsrail askeri ise yaralanmıştır. Dördüncü bir rehine ise Uganda Ordusu'na bağlı askerler tarafından yakınlardaki bir hastahânede öldürülmüştür. Operasyonda ölen tek İsrail askeri ise, operasyonu yöneten komutan -sonradan İsrail başbakanı olan Benjamin Netanyahu'nun de ağabeyi- Yonatan Netanyahu oldu. Hava korsanlarının yahudi olmayan yolcuları serbest bırakmaları ve hapisteki Filistinli gerillaları salıvermeleri için kendilerine 48 saat süre vermeleri üzerine, İsrail zaman kazanmak amacıyla müzakerelere başlamayı kabul etti. Bu arada İsrail ordusunun en seçme 200 askeri hazırlanarak, gizli bir şekilde Uganda'ya doğru yola çıktı. İsrail Hükümeti'nin, baskın planından, ancak uçaklar yola çıktıktan sonra haberi oldu. Gece yarısı saatlerinde Entebbe Havaalanı'na inen askerlerin rehineleri kurtarmaları ve 7 militanı öldürmeleri sadece 1.5 saat sürdü.  İsrailli komandolar bu arada 45 Ugandalı askeri de öldürdü ve Uganda'nın Sovyet yapımı çok sayıda savaş uçağını havaalanında iken imha etti].
İşte bu operasyon, Kenya’dan başlamıştır. İşgal edilmiş Filistin’den kalkan uçaklar önce Kenya’ya gelmiş, Kenya’dan da vurmak üzere Uganda’ya uçmuşlardır. Entebbe, Victoria Gölü’nün kıyısında bir sınır bölgesidir ve hiç farkedilmeden Uganda’ya bu şekilde gelinmesi çok kolaydır zaten.
Bugün konumuz Entebbe olmadığı için burada bırakıyorum ama Kenya’yı anlamak bakımından böyle bir hâdiseyi paylaşmış oldum.
İlâve bir bilgi daha: Sömürge döneminde, polis gücünde birçok Somalili istihdam etmiştir İngilizler. Gururlu, güçlü ve çok güçlü insanlardı çünkü Somalililer. Şimdi Kenya’nın kuzeybatı vilâyetini teşkil eden bölgede, birçok Somalili polis vardı İngilizlerin istihdam ettiği.
Bir başka deyişle, Kenya hükümetinin tek yaptığı, İngiliz sömürgecilerinin ve oraya yerleşmiş İsraillilerin uşaklığını yapmaktır, bundan başka hiçbir vasıfları yoktur. Gerçek iktidar, Kenyalılarda değil, bunlardadır. Geçmişten bugüne hep bu olagelmiştir durum.
Somali’nin güneyindeki Şebab üssüne yönelik bir saldırı gerçekleştirildi malûm ancak başarısızlıkla sonuçlandı [Carlos, Kenya’daki eş-Şebab baskınından hemen sonra seçkin Amerikan komandolarınca gerçekleştirilen ancak müslüman savaşçılarca püskürtülen “başarısız” Somali operasyonundan bahsediyor].
Söylemek istediğim şey şudur: İnsanlar şayet şerefli ve imanlıysa –ki hayatın temel prensibidir iman!-, hangi düşmandan gelirse gelsin tüm saldırıları püskürtebilirler!
Yine unutmayın ki, bir “dünya gücü”dür İsrail, öyle işgal edilmiş Filistin’deki bilmem kaç kilometrekarelik bir “devlet”ten ibaret değildir. Siyonist bir dünya gücüdür. Dünyanın esas güçlerinden de biridir bu bakımdan. Buna rağmen, kendilerine karşı böyle bir saldırı gerçekleştirileceği eş-Şebab tarafından önceden ilân edilmesine rağmen engelleyemediler! Yalnızca 4 ilâ 6 insan, tebessüm ederek, savaşarak, direnerek, neredeyse dört gün hepsiyle savaştı Kenya’da.
İnanılmaz bir hâdisedir bu, ancak hakikattir.
Şayet saldırılarınıza devam ederseniz, biz de sizi vurmaya devam edeceğiz diye de hâlâ uyarmaya devam ediyor eş-Şebab.
Yine unutmayınız ki, Nairobi’de büyük bir Somalili nüfusu vardır; sömürge zamanlarından beri varolan Somalili mahalleleri vardır. Daha önceki Somali hükümetinin devrilmesinden sonra da birçok Somalili gelip mülteci olarak yerleşmiştir buralara. Kısacası, yüzbinlerce Somalilinin yaşadığı mahallelerden bahsediyoruz. Bu çok riskli bir durum Kenya için.
Toparlamak gerekirse, ben bir eş-Şebab taraftarı değilim ama bu insanlara saygı duyuyor ve şunu söylüyorum:
İslâm bayrağı altında birleşmiş, herkesin saygı gördüğü, tüm aşiretlerin eşit seviyede temsil edildiği bir Somali ülkesi arzu ediyorum. Ve yine biliyorum ki, bütün o emperyalist güçler, bütün o atom bombaları, bu insanlar karşısında etkisiz kalmaya mahkûmdur. Şayet direnmeye hazır öncü teşkilâtı olan bir halk varsa, herkese karşı direnilebilir. Zaten hatırlarsanız, daha önce de bu olmuş, ABD ordusu geri çekilmek zorunda bırakılmıştı Somali’den. Son günlerde tekrar bazı akınlar yapmayı denediler ama işe yaramadığı çıktı yine ortaya. Somali Direnişi ve onun temsilcisi Eş-Şebab, kendi halkı içinde çok iyi teşkilâtlandı ve yerleşti çünkü. Onlar halkın bir parçası çünkü.
Bu bakımdan, Somali halkı, dünyada direnen herkese, tüm toplumlara bir örnek teşkil etmelidir. Düşman her kim olursa olsun, şayet haklıysanız, kendi toprağınızda ve kendi halkınız arasındaysanız, kendinizi fedâ etmeye de hazırsanız, her türlü saldırıya, her türlü işgale karşı direnebilirsiniz. Somali’de bugün yaşanan da işte budur.
Allahü Ekber.
5 Ekim 2013 

Baran Dergi 352. Sayı