Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Ne olsun, soğuk havanın tadını çıkartıyorum (Carlos gülüyor). Yağmur da yağmaya başladı.
Haberler neler?
(Av. Yılmaz, aynı durumun geçerli olduğunu, herhangi bir problemin bulunmadığını söylüyor.)
Bana soracağınız bir soru var mı peki?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği konu hakkında konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Ne hakkında konuşalım acaba? Birçok şey var temas edilebilecek. Fransa, Türkiye, Venezüella, Filistin; hepsi hakkında konuşabiliriz. Filistin davasını ilgilendiren “merak uyandırıcı” bir gelişme var bu aralar; onun hakkında konuşalım o zaman.
Dün gece geç vakitte, meşhur bir Filistinli fotoğrafçı tarafından çekilmiş, Filistin konulu bir belgesel gösterildi televizyonda. (Carlos, Batı Şeria’nın Ramallah şehri yakınlarındaki Belin köyünde yaşayan Filistinli yapımcı-yönetmen İmad Burnat’ın çektiği ve kazanamamış olsa da Oscar’a aday gösterilen “Beş Kırık Kamera” adlı belgesel filmi kastediyor). Bu filmi hazırlarken, Batı Şeria’daki İsrail askerlerinin saldırıları yüzünden beş kez kamerası kırılıyor o fotoğrafçının.
Bu belgeselin gösterilmesinden bir gün önce de, bir başka belgesel –yok, daha ziyade bir filmdi bu-, o gösterildi televizyonda. Filistinli bir kadın ve arkadaş olduğu İsraillilerle falan ilgiliydi. Bu film de, Fransa ve Almanya’nın ortak kamu televizyon kanalı olan Arte’de gösterildi. İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak; artık hangi dilde seyretmek isterseniz seçebileceğiniz şekilde yayınlandı.
Söylemek istediğim şey şu:
Hafta içi yahut hafta sonu, verdiği haberleri her gün benim de takib ettiğim Arte gibi oldukça üst seviyedeki resmî bir kanalın bu Filistin filmlerini yayınlanması ilginç bir durum doğrusu.
Görülüyor ki, Filistin halkının haklarını tanımaya yönelik bir temâyül sözkonusu şu sıralar. Çok ilginç bir hâdise bu. Bunda amaç nedir acaba?
Tüm bunların ardında yatan, -birisi İsrail olmak üzere- Filistin’de “iki devlet” bulunması fikridir. Bugün siyonist taraftarı yahut düpedüz siyonist olan birçok kişi, çıkıp “Filistin devleti” kurulmasının kavgasını veriyor. Çünkü, Filistin’i işgal ederek 1948’de kurulmuş olan illegal, siyonist, yabancı gücü korumak istiyorlar!..
Bu adamların vermek istedikleri intibâ hernekadar bir “Filistin devleti”ni destekledikleri ise de, bunların kurulmasına rıza gösterdikleri bir Filistin mini devletinin, mikro devletinin, gerçekte hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır. Her tarafı kuşatılmış, ayakta kalamayacak ve hiçbir yere de açılamayan bir devletçik olacaktır bu. Hâlbuki bize lâzım olan, Filistin’deki herkes için kurulacak tek bir devlettir.
(Carlos, devrimci olmasa da vatansever bir yoldaş olarak gördüğü Mahmud Abbas’ın tutumundan bahsediyor ve kendisi de bu anlaşmanın imzacılarından olmasına rağmen, 13 Eylül 1993’te İzak Rabin’le Yaser Arafat arasında imzalanan Oslo Anlaşması’nın “tarihî bir hata” olduğu şeklinde yakın zamanlarda ve ilk kez bu istikamette yaptığı değerlendirmeye atıf yapıyor… Peşinden; savaşçı olmasa da, Filistin mücadelesinin finans ve teşkilât cebhesinde yıllar yılı faaliyet gösteregelmiş Mahmud Abbas’ın, Kara Eylül örgütü tarafından gerçekleştirilen 1972 Münih Olimpiyatları Baskını’na katılan Filistinli eylemcilere verdiği büyük malî destekle ilgili olarak, daha önce BARAN için yaptığı değerlendirmeleri özetliyor… Mahmud Abbas’la, yanlarında Filistinli bir KGB ajanı olduğu hâlde, uzun zaman önce yaptıkları bir görüşmeden de bilvesile bahsediyor…)
Tekrar Arte televizyon kanalına dönersek; bu kanalın Fransa tarafının başındaki kişi siyonist bir Fransız yahudisiyken, birden ne oluyorsa, hava değişiyor ve Filistin halkının haklarını ve “iki devlet” fikrini savunucu yayınlar öne çıkmaya başlıyor. Ki bu da, -dediğim gibi- maddî olarak, coğrafî olarak imkânsız bir hâdise. Ayrıca, 1967 ateşkesine rağmen savaş sınırlarını nasıl tanımadıklarını da hep birlikte gördük.
Her ne olursa olsun, sözkonusu “iki devlet” fikrini destekleyenler, ya bir yanlış yapıyor –ki çoğu için durum bu çerçevede- veyahut da hain veya düşman ajanıdır bunlar. Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’nin (FHKC) ilk kuruluşunda ilân ettiği üzere; iki devlet değil, herkes için tek bir devlet olmalıdır Filistin’de.
(Carlos, yıllarca Filistin’de yaşamış “siyonist olmayan” yahudilerin de, müslüman Filistinlilerin çoğunluğu teşkil edeceği böyle bir devlette yaşamaya devam edebileceklerine dair, daha önce BARAN’da dile getirdiği düşüncelerini tekrarlıyor; tek çözümün, mevcut siyonist ırkçı devletin ortadan kaldırılması olduğunu vurguluyor… Bugünün siyonistlerinin, ırkçı ama güya antisemitist Fransız Arthur de Gobineau’nun politikasını takib ettiklerini; oysa antijudaizmin modern teorisyeni olan de Gobineau’nun, Almanya’daki Nazilerin örnek aldığı ve bu şekilde yahudilerin uğradığı zulümlerin de fikrî sorumlusu olmuş bir kişi olduğunu ifâde ediyor…)
Dünkü veya bir önceki günkü filmle kendini gösteren “iki devlet” yaklaşımı yeni bir hâdise de değil. Bir seneden fazladır devam ediyor bu temâyül. Ne var ki, Filistin halkını destekler görünen bu temâyül, Filistinlilerin millî, tarihî ve tabiî haklarını savunuyor değil. İsrail’in de varolmaya devam edeceği “iki devlet” fikridir onların asıl derdi.
(Carlos bu arada bir bilgi veriyor ve “ben 20 yıl önce Fransa’ya bu uzatılmış ve bana zorla yaptırtılan tatile geldiğimde, yâni 1994’te, Fransa’nın nüfusu 55 milyondu ve yahudilerin nüfusa oranı da yüzde 1’di; öyle açıklanıyordu. Diğer bir deyişle, resmî olarak 550.000 yahudi vardı Fransa’da. Gerçekte ise, Fransa’da etkili olan siyonistlerce abartılmış ve tahrif edilmiş bir sayıdır bu ve böyle olduğu da geçen 20 yıl boyunca görülmüştür. Müslümanlar ise, çoğu yabancı kökenli olmak üzere, nüfusun yüzde 10’unu teşkil eder” diyor… Hemen sonra da; yahudilere yönelik olarak gerçekleştirilen ve her gün herkese karşı benzerleri zaten yaşanmakta olan birtakım “âdi suçlar” dolayısıyla siyonistlerin nasıl bir gürültü kopardıklarını ve güya “yahudi davası”nı öne çıkardıklarını anlatıyor… Hâlbuki siyonistlerin gerçek derdinin, işinde gücünde ve yüzyıllarca olduğu gibi huzur içinde yaşamak isteyen, çoğunluğu da siyonist olmayan “yahudiler” olmadığını vurguluyor… Bu vesileyle, FHKC içinde kendileriyle birlikte savaşan, üstelik en iyi savaşçılar arasında bulunan farklı milliyetlerden erkek veya kadın yahudi yoldaşlarını hatırlayarak duygulanıyor; “duygular insanları hataya sevkeder, bu yüzden şimdi kendilerinden bahsetmemem ve zındanda olsun olmasın tüm yoldaşlarımı koruyarak dikkatli konuşmam gerekir” diyor, dilinin ucuna gelenleri tutuyor ve siyonistlerin “yahudi” propagandasına aldanılmamasını söylüyor… “Yahudi davacısı” bu medya manipülasyonunu yapan üst seviye siyonistlerle, şimdi Arte televizyonundaki gibi “iki devlet” propagandası yapanların, aynı siyonist mihraktan olduğuna dikkat çekiyor… Fransız siyonistlerinin tüm dünyadaki en güçlü ve teşkilâtlı siyonist yapı olduğunu hatırlatıyor… Siyonist ve emperyalistlerin Suriye’ye karşı başlattığı saldırı kampanyası çerçevesinde konuşmaya başlıyor ve sözü Türkiye’ye getiriyor… )
Tam burada, Türkiye ve Erdoğan hakkında da bazı şeyler söylemek istiyorum.
(Av. Yılmaz, önceki telefon görüşmesinde Carlos’a söylemeyi unuttuğu önemli bir gelişmeyi hatırlayarak, tam bu sırada söze giriyor ve Salih Mirzabeyoğlu’nun 29 Kasım 2014 günü Haliç Kongre Merkezi’nde verdiği tarihî konferanstan hemen önce, Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ile 20 dakika başbaşa görüştüğü bilgisini veriyor.)
Çok güzel, çok çok güzel…
Öyleyse, yine Erdoğan üzerinden devam edelim: Kendisinin bazı politik pozisyonlarını tasvib etmiyorum. Ancak teslim etmemiz gereken bir şey var: Müslümanlığından hiçbir kuşkumuz olmayan bu insan, yabancıların ajanı değildir. Müslüman Kardeşler ideolojisine yakındır ki, bu insanlar bizim düşmanlarımızın da düşmanlarıdır. Yaser Arafat gibi, Ebu İyad gibi büyük milliyetçiler, büyük savaşçı liderler, Müslüman Kardeşler saflarından çıkmıştır meselâ.
Bu vesileyle söylemek istediğim şudur: Siyonist olmadığı gibi siyonist taraftarı da olmayan Erdoğan, onun görüşüyle benim görüşüm tam örtüşmese bile, olumlu yönde değişip dönüşebilecek bir insandır benim gözümde.
(Carlos, Erdoğan’ın, belki haklı sebeblerle Beşşar Esad rejimini sevmese bile, Suriye’de daha olumlu pozisyonlar alıp, emperyalistlerin oyununu bozabileceğini; çünkü Suriye’nin düşmanlarıyla Türkiye’nin düşmanlarının, Suriye halkının düşmanlarıyla Türkiye halkının düşmanlarının, Suriye’deki müslümanların düşmanlarıyla Türkiye’deki müslümanların düşmanlarının aynı olduğunu; asıl bu ortak düşmanın iyi tesbit edilmesi ve buna göre politikalar geliştirilmesi gerektiğini ifâde ediyor… İslâm’ın ve müslümanların bu ortak düşmanının da, Alevî veya Dürzî küçük mezhebler falan değil, lâfta protestan veya lâfta yahudi olan ve bugün dünyanın büyük kısmını tahrib eden siyonist ve emperyalistler olduğunu belirtiyor... Çözümün, -Türkiye’nin inşallah takib edeceği- başta İslâm’ın çıkarı olmak üzere, Türkiye’deki herkesin, her neye inanırlarsa insansınlar, tüm inananların hak ve çıkarlarını üstte tutacak, objektif ve gerçekçi bir politik çizgiden geçtiğinin altını çiziyor…)
Erdoğan’la ilgili bana verdiğiniz haberden dolayı çok sevindim; çok güzel bir gelişme. Üstelik, bunu bekliyordum da zaten. Çok güzel, çok güzel, çok güzel. İyi bir başlangıç bu…
Hatırlarsınız, şöyle söylemiştim daha önce size: “Kumandan Mirzabeyoğlu zındandan çıkmalı ve İçişleri Bakanı olmalıdır!”. Siz de hani “yok, öyle olmaz” demiştiniz. Olmaz diye bir şey yok, politika böyle yürüyen bir şey zaten (Carlos gülüyor). Neyse; güzel, güzel…
İBDA Hareketinin, Türkiye’deki kanun ve nizam hâkimiyetini sağlamada bir rolü, hem de resmî ve önemli bir rolü olacaktır. Bence böyle…
Allahü Ekber.

Baran Dergisi 413. Sayısı