“İslâm inancı”nı bütünüyle benimsemiş bir Müslüman, ruhunu Allah ve Resulü’nün belirlediği çerçeve içerisinde imar ederken, ruhun tezahürlerinin görülebileceği uzviyetini de imar etmeye çalışması gerekmez mi?

Kâinatın, kendisinin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyuruyor;

“Allah güzeldir, güzeli sever.”

İslâmiyet ile şereflenen bir ruhun güzelliğinin madde planındaki tezahürleri bakmayı bilenler için muazzamdır. Nasıl ki bir pırlanta ya da bir elmasın çerden çöpten çıkacağı düşünülemeyeceği gibi, ruh vahidini Allah ve Resûlü’nün emirlerine ve yasaklarına dayamış, böylece mukaddeslerin mukaddesine erişmeye talip olmuş bir şahsiyetin güzellik ve sıhhat hususiyetinden nasibini almayacağı da düşünülemez. Dinimizin sağlığa, sıhhate, afiyete, temizliğe, sadeliğe ve güzel görünüşe ne denli önem verdiği birçok ayetten anlaşılabilir. Böylece hem temsil ettiğimiz İslâm Davası’nın madde kıymetini yansıtabilir, hem de bizden olmayanları bu ihtişam karşısında büyüleyebiliriz. Allah Resûlü’nün şu hadisinde buyurduğu gibi...

“Sizin en hayırlılarınız o (mü’min) kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah (Azze ve Celle) hatırlanır.”

Burada bahsetmek istediğimiz bir ayrıntı var. Yüce Yaradan kullarını en güzel şekilde yaratmış ve dünyaya göndermiş. Mukaddes Kitabımızdan bu cümleyi doğrulayan ayetleri görebiliriz. “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı ve insanı çamurdan yaratmaya başladı.” (Secde Suresi 7. Ayet)

“Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin Suresi 4. Ayet)

O’nun yarattığında hiçbir eksiklik olmayacağını biliyoruz. Fakat etrafımıza baktığımızda; doğuştan ya da sonradan bir özürle yaşamak zorunda olan birçok kişi görüyoruz. Bunlar elbette olabilecek durumlar ve hayatın bir hakikati … Ve bu durumlarda insanların mutlaka pay sahibi olduğu göz ardı edilmemeli... Yaradan’ın kullarını bu şekilde sağlığıyla, sıhhatiyle imtihan edebileceği de unutulmamalı... Bizim, bir İslâm temsilcisi olarak, kul bilinciyle sadece Kur’an-ı Kerim’in emrettiği gibi sadece sağlığımızı, sıhhatimizi ve şifamızı aramamız gerekiyor. Öyle değil mi? Allah Resûlü’nün (s.a.v.) buyurduğu gibi...

“Tedavi olunuz, Allah her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Ancak haram olan şeylerle tedavi olmayınız.”

Önemli olan da, her meselede bize örnek teşkil eden, Büyük Doğu Mimarı’nın tabiriyle; “tek hadisiyle bütün kâinatı ihata etmiş bulunan Peygamberler Peygamberi”nin buyurduklarına feraset nuruyla bakabilmek değil mi? Yine bu hususta Kur’an-ı Kerim’de Hazret-i Eyyub Peygamber’in amansız ve şiddetli hastalığını anlatan ayetleri örnek verebiliriz.

“Eyyûb’u hatırla. Hani o, Rabbine: “Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!” diye dua etmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş, kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir öğüt olarak ailesini ve onlarla beraber bir katını daha vermiştik.” (Enbiyâ Suresi 83.-84. Ayet)

Güzellik ve sıhhatin cehd ve tedbirlerine gelirsek; bu mevzuda da Kâinatın Nuru’nun (s.a.v.) güzel olanı medh buyuran sözleri dayanağımız olmalı… Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “İman ve İslâm Atlası” isimli eserinden öğrendiğimiz Âlemin Fahri Nebi (s.a.v.)’in bir kaç hâdisini burada örnek gösterebiliriz;

“Mübalâğa ile gülmeyi fazlalaştırmayınız! Bu hâl kalbi öldürür.”

“Vücut sıhhati ve gönül huzuru iki büyük nimettir.”

“Erkeğin güzelliği lisanının fesahatindedir.”

“İnsanoğlu kendi karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana gıdanın, kendisini ayakta tutacak kadarı yeter. Eğer nefs galip gelecek olursa üç kısımdan biri yemek için, biri içmek için, biri de nefs için olmalıdır.”

“Mü’min bir bağırsağı dolduruncaya kadar yer ve onunla yetinir. Kâfir ise yedi bağırsağı dolmayınca doymaz.”

“Tefekkürü çok olan kimsenin yemesi az olur. Tefekkürü az olanın hem yemesi çok hem de kalbi kasavetle doludur.”

“Biliniz ki, yiyip içmekten pay alan nice nefs vardır ki, nefsi ona ihanet edicidir. Nefsine ihanet edici çok kimse vardır ki, nefsi ona ikram edicidir.”

“Sizden biri, içerken, ağzında süze süze içsin; yutarak içmesin!”

“Mü’minin libasındaki temizlik ve kolaylık Allah’ın ikramıdır.”

“Giyim eşyasından toprağı süpüren her şey ateşliktir.”

“Yemekte ‘Bismillah’ de ve sağ elinle ye! Yiyeceğin nokta da sana yakın olan yer olsun; kimsenin önünden yeme!”

“Yemeklerden önce ve sonra el yıkamak bereket sebebidir.”

“Allah’ın ihsan eserinin kişi üzerinde zuhur etmesi o güzellik yönündendir ki, Hak onu sever ve nimetin belirtilmesi nimetin şükrü olur.”

Ve...

“... Biz, pırlantaların pırlantasını, asırlar boyunca, içi saman ve gübre dolu bir kese içinde gezdirmişiz ve bundan hiçbir gocunma, liyakatsizlik hissi duymamışız.” (Üstad Necip Fazıl Kısakürek-İdeolocya Örgüsü)

Sonuç olarak düşünüyoruz ki;

Sakın bu yüzden bugün mutlak mânâda güzelin ve güzelliğin bütün yollarının yalnızca İslâmiyete dayandığını göremiyor olmayalım?  Bu durumun bir sebebi de; yine Üstad’ın tabiriyle, “güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanları” olan nesillerden, dinimizi öğrendiğimizi sandığımız için olabilir mi? Düşünmeden, sorgulamadan, anlamadan, duymadan, görmeden tek kelimeyle öğrenmeden ve en önemlisi de hissetmeden çoğu şeyi körü-körüne uyguladığımız için hakikati anlayamıyoruz sanki. Bu yüzden, her şeyin hakikatinin ancak ve ancak İslâm’da olduğunu da bilemiyoruz. Belki de Hazret-i Ali (r.a.)’ın şu sözünü idrak edebilmeye muhtacızdır:

Mesut Uçakan’ın konferansı iptal edildi Mesut Uçakan’ın konferansı iptal edildi

“Hakikati, söyleyene bakarak öğrenme; hakikati öğren, söyleyeni öğrenirsin!”

Hanife Kındır, Aylık Dergisi 145. Sayı Ekim 2016