Giriş

Bu yazımızda sofistlerin, kim olduklarından bahsedeceğiz. Onların din, bilgi ve ahlak, devlet ve hukuk anlayışları üzerinde durup günümüze akseden düşünceleri çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağız.

Sofist Kelimesi ve Sofistler

Sofistler, M.Ö. 5. yüzyılda Atina’da ortaya çıkmışlardır. Sofizm Yunanca “sophia” kelimesinden gelir ve “bilgi” mânâsı taşır. Sofist kelimesinin kökeni ise, Yunancada “bilge, herhangi bir alanda öne çıkmış” anlamlarına gelen sophities kelimesine dayanmaktadır. Esas itibariyle modern anlamdaki filozofa tekabül eder. Sofist kelimesi başlarda âlim ve hikmet sahibi kimseleri de ifade ederdi. Aynı zamanda sofistler gezerek para karşılığı felsefe, bilgi öğreten kişiler olarak tarihe geçer.

Bununla beraber sofist kelimesi sofistler hakkında verilen kanaatlere göre farklı anlamlarda kullanılmıştır. Genel itibariyle sofistler, safsatacılar olarak isimlendirilmiştir. Aristo sofisti sahte ilimle uğraşan kimse olarak tarif eder. (1) Üstâd Necip Fazıl da Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu kitabında sofizmi akıl yobazlığı ve mantığı sahte mantıkla bulandırma hüneri olarak tanımlar. (2)

Protagoras, sofistlerin en önemli düşünürü olarak kabul edilir. Protagoras aynı zamanda ilk sofisttir. M.Ö. 5. yüzyılda ilahlara inanmama suçundan mahkûm edilmiş ve Sicilya’ya kaçarken denizde boğulmuştur. Eserleri resmi karar gereği yakılmış ve günümüze eserlerinden sadece 20 sayfalık bir bölüm ulaşabilmiştir. Onun hakkındaki en önemli kaynak Eflatun’un Theaitetos kitabıdır. Protogoras’ın genel önermesi her şeyin temel ölçütünün insan olduğudur.

Yine sofistler arasında önemli yer tutan isimlerden biri olan Georgias aslen Sicilyalıdır. Sicilya’dan gönderilen bir heyetin başında Atina’ya gelmiştir. Atina’da felsefeye başladığı, parlak zekâsı ve etkili konuşmasıyla iyi yerlere geldiği nakledilir. Georgias’a göre hiçbir şey var değildir, herhangi bir şey var olmuş olsa bile bilinemez, bilinmesi mümkün olsa bile başkasına iletemeyiz. Bu görüşüyle nihilizmin (hiççilik) bilimsel kurucusu olduğu kabul edilir. (3)

Diğer sofistler hakkında fazla bilgiye sahip olunamamakla beraber Eflatun’un kitaplarında Prodikos, Kallikles ve Hippios gibi isimler geçmektedir.

İlk filozoflardan sofistlere kadar olan döneme baktığımızda varlığın hakikatini araştırmak üzere olduklarını görüyoruz. Antik Yunan’dan gelen plastik hissini bu filozoflarda da görmek mümkün. Fakat hiçbir zaman bir konuda uzlaşma sağlanmış değil, zira bu bakımdan felsefenin birbirinin yanlışını çıkarma özelliğiyle öne çıkmaktadır. Sofistler de buna dayanarak hakikat arayışının boş bir uğraş olduğunu, insan idrakiyle hakikatin öğrenilemeyeceğini savunmuşlardır. Bu düşüncenin bir neticesi olarak da artık tabiat, tabiat olayları ve varlığın özünü değil de, insanı tartışma konusu yapmaya başlamışlardır, yani insan merkezli bir anlayış ortaya çıkmıştır.

Bugün benzer bir düşüncenin hâkim olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Rönesans öncesi Batı’da kaynağını ilâhî olandan alan görüşler hakimdi ve sistem bu düşünce üzerine bina edilmişti. Mesela kralın gücünü Tanrı’dan aldığına inanılırdı. Dolayısıyla iktidarın kaynağı ilâhî olandı. Yine Katolik Kilisesinin yönetim ve insanlar üzerinde etkisi çok büyüktü. Batı’da, sofizmin “insan merkezli” görüşünün dayanak teşkil ettiği şekliyle ilâhî olan meseleler beşerîye döndürüldü. Rönesans ile birlikte insan aklına dönüş başladı.  Hümanizmin ortaya çıkması ile beraber insan her şeyin temel ölçüsü olarak kabul edildi. Dolayısıyla modern dönemde hâkim olan “insan merkezli” görüşün sofistlere dayandığını söyleyebiliriz.

O dönemlerde Persler ile olan savaşlarda galip gelen Atinalılar müreffeh bir yaşama kavuşmuşlardır. Ticaret yolları da açılınca zanaatkârlar sınıfı çok zenginleşmiştir. Atina’da o zamana kadar zanaatkârlar düşük bir sınıf olarak görülürdü. Bu tabaka zenginleşince devlet idaresinde siyasî hak talep etmeye başlamıştır. Bu vaziyet, Fransız İhtilali öncesinde Avrupa’da burjuva sınıfının iktidarda hak talep etmesi ile mukayese edilebilir. Atina’da, bugünkü demokratik sistemle tam mutabakat halinde olmasa dahi tarihteki ilk demokrasinin uygulandığı görülmektedir. Bu sebeple iktidara sahip olabilmek adına, insanların oyunu alabilmek için ikna meselesi politikada merkezi bir yer alıyor. Bu ihtiyaca binaen ortaya çıkmış olan, “retorik” dediğimiz ikna etme ve hitabet sanatının bir ders olarak kurucusu Sofistlerdir. Günümüz siyasî hayatında da hitabet son derece ehemmiyetli bir yere sahiptir. Siyasetçiler lafı evirip çevirip kendi istediği yöne getirmek ve bunu karşısındaki kişiye kabul ettirmek adına hitabet dersleri almaktadırlar. Hatta bugün sofistlerin temelini attığı insanları ikna ve istenilen yöne yönlendirmek için kullanılan hitabet, medya vasıtasıyla kurumsallaşmış, geliştirilmiş ve son derece zararlı bir hâl almıştır.

Sofistlerin para karşılığı bilgi öğrettiğini söylemiştik. Bu dönemde artık insanlara sadece kendilerine fayda sağlayacak olan bilgiler öğretiliyor. Yani insanlar kendi ihtiyaçları doğrultusunda bilgiyi satın alıyorlar. Bu da bilginin metalaştırıldığının bir göstergesi…. Bugüne genel olarak baktığımız zaman da insanların sadece para kazanmak veya bir yerlerde itibar görmek için öğrendikleri ve öğrettikleri çok aşikâr... Bugün her ne kadar bu normal olarak görülse de o dönemlerde Atina’daki aristokratlara göre para için bilgi öğretmek alçak bir iş olarak görülüyor.

Sofistlerde Din Anlayışı

Sofistler hakikatte var olan bir tanrıdan ziyade, insan yaşamının fenomenal bir gerçeği olan tanrıdan söz etmişlerdir. Yani Sofistler, tanrısal bir hakikat peşinde olmadıkları gibi belli bir tanrı veya din anlayışının da savunucusu olmamışlardır; aksine onlar tüm tanrı ve din tasavvurlarına karşı kuşkucu ve eleştirel bir tavır alırlar. Bu bakımdan modern bilimsel anlayışta tezahür eden septik düşünce de Sofistlerin bu yaklaşımıyla tam mutabakat içerisindedir.

Sofistlerin tanrı ve din hakkında ortaya koydukları görüşler benzer bir bakış açısına dayansa da muhteva bakımından bütünüyle aynı değildir ve farklılık göstermektedir. Örneğin Protagoras epistemolojik bağlamda tam bir bilinemezcidir. Bu görüşü din konusunda da etkisini göstermektedir. Tanrının var olup olmadığının, insan aklıyla bulunamayacağını söyler. Onun bu tutumu dinde de agnostik olduğunu gösterir.

Diğer taraftan Prodikos’un tanrı ve din görüşü ise hem basit ve rasyonel hem de en azından, psikolojik açıdan evrensel sayılabilecek bir içeriğe sahiptir. Faydalı olan şeyin zamanla kutsallaştırılması ve fayda sunan bu kutsala minnet ve şükran duyulması, tanrı ve din düşüncesinin temeline insanın faydayı esas alan psikolojik motivasyonunu yerleştirmekten ibarettir. Dolayısıyla bu çıkarım, aynı zamanda tanrı ve din düşüncesinin insanın kendi zihni kurgusu olduğunu, yani gerçekte karşılığının olmadığını söylemektir.

Kritias ise tanrı ve din düşüncesinin zeki ve kurnaz kişilerce insanın korku duygusundan hareketle onları kontrol etme adına ortaya atıldığını iddia etmiştir. Dahası tanrı ve din düşüncesinin siyasal bir işlevi olduğunu, yani yönetsel boşlukları doldurup yasaların yetersiz kaldığı noktalarda iş gören bir araç olduğunu iddia etmiştir. Böylelikle Kritias korku ve fayda temelli tanrıtanımaz bir tezi açıktan ortaya koymuş ve dinin siyasal otoriteyle ilişkisine göndermede bulunmuştur. (4)

Sofistlerde Bilgi Anlayışı

Protagoras ve Gorgias başta olmak üzere sofistlere göre insan duyular yoluyla edinilen bilgilerde algı yanılması yaşar. Sofistlere göre bilgi metafizik bir yol ile elde edilemez. Duyusal bilginin var olduğunu savunan sofistler insandan insana ve toplumdan topluma da bilginin değişebileceğini söylerler. Bilgi edinme sürecinde duyuların kullanılması, elde edilen bilginin hatalı olma ihtimalini doğurur. Dolayısıyla onlara göre her zaman geçerli olan kesin bir bilgi yoktur. Çünkü bilgi, kişiden kişiye değişen göreceli bir niteliğe sahiptir. Bu açıdan Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” derken bir şeyin doğru veya yanlış olmasını tamamen kişiye bağlar.

Benzer mantıkla Gorgias da, “Hiçbir şey yoktur, olsa da bilemeyiz, bilsek de aktaramayız.” sözüyle üzerinde uzlaşılabilecek hiçbir bilgi olmadığını savunur.(5)

Sofistlerde Devlet ve Hukuk Anlayışı

Protagoras’a göre uzlaşmacı yani halkın yararına bir devlet anlayışı vardır. Herkes eşit haklara sahip olur, toplum nimetlerinden eşit olarak yararlanır ya da yararlanması gerekir. Bu sözü edilen eşitlik, doğal bir haktır. Çünkü her insan dünyaya aynı şekilde gelir, yani her insan aynı olanak ve araçlardan yoksun olarak doğar. Bu açıdan insanlar arasında hiçbir fark yoktur. Devlet ve hukukun, insanların birlikte yaşamak için aralarında yaptıkları bir anlaşmadan doğduğunu varsaymıştır. Bu sözleşme teorisi bize hiç de yabancı değildir. Bu deyimin Rousseau’nun adıyla anıldığını biliyoruz. Fakat Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi devletin kuruluşunu bir sözleşmeye dayandıran tek kitap değildir. Sofistlerden günümüze kadar birçok dönemde devlet anlayışı olarak benimsenmiştir. Dolayısıyla bu görüşü İlk Çağ’daki Sofistlere kadar götürebiliriz.

Protagoras’ın savunduğu anlayış devlet yönetimi açısından benzer bir anlayışta olan sosyalizmin temelleri arasında da kabul edilebilir.

Sofistlerin devlet hakkında savundukları ikinci düşünce, asırlar sonra geliştirilecek çağdaş devlet teorilerinden birinin temelini teşkil eden kuvvet kavramını esas almaktadır. Kallikles gibi Sofistlere göre devletin ortaya çıkışında sözleşme değil kuvvet rol oynamıştır. İnsanın genel eğilimi ve temel içgüdüsü kendi iradesini başkalarına kabul ettirmektir. İnsanlar, güçlüler ve zayıflar olmak üzere ikiye ayrılır; yasalar güçlülerin zayıflara kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerine hizmet eder.(6)

Devlete dair savunulan bu ikinci görüş, sözleşmeyi değil tersine mücadeleyi önceler. Devletin ortaya çıkışındaki asıl neden insanlar arasındaki mücadeledir. Bir toplumda herkesin aynı haklardan faydalanması söz konusu olamaz, toplumdaki nimetlerden güçlüler faydalanır, zayıf olanlar ise bundan yoksun olarak yaşarlar. Makyavel, Hobbes ve benzer düşünceye sahip filozofların görüşlerinden neşet eden modern siyasî sistem de bu çerçeveden değerlendirilirse Sofistlerin günümüze akseden başka bir düşüncesiyle daha karşılaşmış oluruz.

Ahlâk Anlayışı

Bir de sofistlerin benimsediği ahlak anlayışına göz atalım. Sofistlerin ahlâk anlayışında mutlaklık yoktur. “Herkes istediğine inanıp inanmamakta özgürdür; fakat herkes bunu kendi içinde yaşamak zorundadır.” “Kimse inancını herkesi bağlar nitelikte bir sisteme dönüştürme hakkına sahip değildir, yani hukuk senin inancından ayrı olacak.”

Sofistler, bilgi görüşlerinde olduğu gibi ahlak görüşlerinde de göreceliği temele alırlar. İyi ve kötünün insanın kendinde anlam kazandığını ileri sürerler. Onlara göre herkesin uymak zorunda olduğu ahlaki bir yasa, insanın bu göreceli algısından dolayı mümkün değildir. Bu yüzden herkesin ahlakı kendine göre doğrudur.

Bu ilkelere baktığımızda seküler düşüncenin ve modern başıboş hürriyet anlayışının neşet ettiği zemin ile karşılaşıyoruz. Bu anlayıştan bugüne akseden düşünceyi şöyle ifade edelim: Dilediğiniz şekilde propaganda yapabilirsiniz, inandığınız değerleri anlatabilirsiniz. Faşist, komünist, sosyalist vs. olabilirsiniz ama yanınızda bir sıfat daha olacak: Demokrat. Ve inanmadığın şeye sonuna kadar saygı gösterecek, inancınızın hâkimiyeti için mücadele etmeyeceksin.

Sofistlerin döneminde artık bir arayış yok ve bununla beraber halk da refah içinde. Herkes her şeyi istediği gibi yapmakta. Her şeyi elde ediyorlar ve artık bununla da yetinmiyorlar. Bundan dolayı (hedonizm) hazcılık ve konformizm ortaya çıkıyor. Tıpkı günümüzdeki gibi… Tabiî ki bundan rahatsız olan bir kimse var: Sokrates. Herkesin başıboş, hedefsiz bir şekilde ve üstüne bir şey koymadan yaşamına devam etmesini gören Sokrates bu durumu sorgulamaya başlayan kişi. Yolda yürürken dahi insanların önüne geçip insanın hakikati üzerine sorular soruyor. Sofistlerle diyaloglara girip onların görüşlerini boşa çıkarıyor. Ve Batı tefekküründe ilk vahdani görüşün habercisi olarak nitelendiriyor Üstâd, Sokrat’ı. Fakat Yunanlıların görüşlerine karşı olduğu için idam ediliyor.

Hülasası, maddeci bir medeniyet olan Batı’da neşet etmiş hemen hemen tüm fikirlerin temelinde Sofistlerin düşüncelerine tekabül eden bir yön bulmak mümkündür. Modern süreçte ortaya çıkan insan anlayışı, hürriyet görüşü ve diğer sosyal anlayışlar toplumların genelinde yerleşik düşünce hâline gelirken, tıpkı Sokrat’ın sofistlerin karşısına dikilmesi gibi Üstad Necip Fazıl da modern insanın önüne dikilerek “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak.” demiş, maddeci görüşün sakatlığını ortaya koymuştur.

Kaynak

1-Max Hamburger — The Awakening of Western Legal Thought. Biblo-Moser Yay. 1.Basım 1942, Londra, sah. 28 

2-Necip Fazıl Kısakürek - Batı Tefekkürü Ve İslam Tasavvufu, Büyük Doğu Yay, 27. Basım, İstanbul, 2019, s. 22.

3-Karl Volander - Felsefe Tarihi, İz Yayıncılık, 2. Basım, 2017, İstanbul, s. 82-84.4- İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi - Zeki Aktaş’ın Sofistlerde Din ve Tanrı Düşüncesi adlı makalesi.

5- Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi Cilt: IV /Sayı: XII /Ağustos/MMXVII Çiğdem Yıldızdöken’in Sofistlerin Epistemolojideki Yeri ve Önemi adlı makalesi.

6- https://www.felsefe.gen.tr/sofistlerin-devlet-teorileri-ve-devlet-anlayislari

Süleyman Arif Çelik

Yönetmen Nacer Khemir: Dünya canavarlaşmış bir noktaya gidiyor Yönetmen Nacer Khemir: Dünya canavarlaşmış bir noktaya gidiyor

Aylık Dergisi 197. Sayı, Şubat 2021