KadınErkek Karşılaşması

10 Temmuz 1984 günü Milâno’da bir basın toplantısı yapan 52 yaşındaki Sovyet yönetmen Andrei Tarkowski, artık ülkesine dönmeyeceğini, ancak hangi ülkede kalmak istediğine henüz karar vermediğini açıklıyor, 20 yıllık sinemacılık hayatında altı büyük film gerçekleştirebildiğini, ülkesini, dilediği biçimde çalışma imkânlarına erişemediği için terkettiğini belirtiyordu.

Sinemaya, görüntü, müzik, kurgu, resim, happening sanatları yanı sıra, derin bir edebiyat ve felsefe birikimi getiren Batılı yazar-yönetmen Fellini, Bergman, Herzog, Fassbinder, Bunuel, Saura, Bill Daugless’la karşılaştırıldığında, Tarkowski’nin yalnız kendi birikimini değil, bütün Rus fikir ve sanatının birikimini sinemaya aktarışı sözkonusu.

Le Monde gazetesinde yayınlanan bir konuşmasında, hem sosyalist ve hem de kapitalist sistemi reddettiğini, her iki düzene de filmin şiiriyle karşı çıktığını söyleyen Tarkowski, şu alâkaya değer tesbiti de getiriyordu:

— «Neşeli insanlar beni yanıltır, onlara hiç, tahammülüm yok… Ancak hiçbir pürüzü olmayan ruhlar neşeli olabilir; çocuklar veya çok yaşlılar… Ama neşeli insanlar hiç de bu nitelikte değil!.. Kanaatimce neş’e, insanın ancak çevresini ve içinde yaşadığımız şartları kavrayamamasından kaynaklanıyor.»

Ve «nostalghia – eskiye hasret» mevzuunda da şunu söylüyor:

— «Nostalghia, yalnızca memleket hasreti değil… Rusça’da nostalghia bir hastalık, öldürücü bir hastalık anlamına gelir; Andrei, ülkesinden uzak, bu hastalığa tutulmuştur… Giderilmesi imkânsız bir hasretin hastasıdır… Neyi özler? Gerçeği, gerçek hayatı özler.»

Kasım 1983’te, gazeteci ve psikiyatrist İrena Brezna, Tarkowski ile Londra’da bir sohbet yapmayı başarmış!.. Bu mülakattan parçalar:

Brezna — Filmlerinizi ruhumun derinliğinde duyuyorum; hadiselere bakışınız da bana yabancı değil… Ancak, kadın olarak filmlerinizde kendimi göremiyorum. Eserlerinizde kadın klâsik bir rol oynuyor, siz yalnız erkeğin dünyasını yansıtıyorsunuz; ve erkeğin bakış açısından, kadın sadece bilmece… Seven, erkeğini anlayan ve bütün varoluşu ancak erkekle ilişkisinde beliren bir kadın var filmlerinizde.

Tarkowski — Bu mevzuyu hiç düşünmedim; «kadının iç dünyasını» demek istiyorum… Kadına, kendine has bir iç dünya sunmak çok güç, bunu yapmak da istemiyorum. Kadının bir iç dünyası var; ama kanaatimce kadının iç dünyası, birlikte yaşadığı erkeğe sıkı sıkıya bağlı. Bence, kadının yalnız olması hiç de tabiî bir durum değil…

***

Tarkowski — Birlikte yaşadığınız erkekten, hayatını sizinkine bağımlı kılmasını mı istiyorsunuz?

Brezna — Hiç de değil!.. Ben kendi dünyamı yaşayayım, erkek kendi dünyasını yaşasın!

Tarkowski — Bu mümkün değil; çünkü kadın ve erkek kendi dünyalarını yaşarlarsa, onları bağlayan hiçbir şey kalmaz… Kadın ve erkeğin iç dünyalarının müşterek bir dünya oluşturmaları gerekir; eğer bu olmazsa, kadın ve erkeğin beraberliği mutsuz, uyumsuz ve giderek ölmeye mahkûmdur… Bir kadının erkeğini değiştirmesi bana çok garip geliyor; önemli olan onun kaç erkeğin karısı olması değil, önemli olan bir ilke… Kadın, bu ilişkileri ve bu evlilikleri bir hastalık gibi çeker; yani, kadın bir hastalığa tutuluyor, sonra diğerine, sonra yine bir diğerine… Sevgi öylesine bütün bir duygudur ki, bir kere daha tekrarlanması imkânsızdır; ne durumda olursa olsun imkânsızdır… Kadın bu duyguyu tekrarlayabiliyorsa, o zaman sevgi onun için mânâsız demektir.

Brezna — Kadının tâbiatını bildiğiniz kanaatinde misiniz?

Tarkowski — Bu mevzuda bir düşüncem var, tıpkı sizin gibi!

Brezna — Ama ben kadın olarak kendimi derinliğimden tanıyabiliyorum…

Tarkowski — İnsanın hükme varabileceği en zor vakıa kendisidir… Kendi dünyasını koruyabilme çabası gösteren kadınlara şaşıyorum; bence kadın olmanın mânâsı, kadınca sevginin kabiliyeti ve onun fedakârlığında yatar… Kadının büyüklüğü de bu; ve böyle kadınlara saygı duyuyorum… Böyle kadınlar da tanıyorum.

Brezna — Söyleyecek söz bulamıyorum… Size göre kadının, varoluşu ancak erkeğe olan sevgisinde mânâ kazanıyor…

Suha Arın belgesellerinde Mimar Sinan’ın izini sürmek Suha Arın belgesellerinde Mimar Sinan’ın izini sürmek

Tarkowski — Böyle birşey söyledim mi? Yalnızca kadın erkek ilişkisinden sözettik. Henüz bir durumu açıklığa kavuşturamadım; siz beni saldırganlıkla suçluyorsunuz!

Brezna — Yeterince söylediniz, bunu siz de biliyorsunuz!

Tarkowski — Evet, ya vardır, veya yoktur; ve sevgi olmazsa, hiçbir şey olmuyor demektir… İnsan yavaş yavaş ölüme gidiyor demektir… Ben yalnız kendi düşüncemi aktarıyorum… Tabiî herkesin kendi dünyasını yaşadığı, ilişkilerin soğuklaştığı ve bencilleştiği durumlar var. Belki böylesi durumlar daha kolay, böylesi ilişkiler daha az sakıncalı; ve feminizm akımı da bu doğrultuda. Gerçekten de bu ve benzeri mevzularda tartıştığım kadınların hepsi, kadın olmanın olağanüstülüğünü kavramamışlar. Her zaman şaşırttı bu durum beni; çünkü kadının iç dünyası, erkeğin iç dünyasından çok başka… Bence, bu özelliğinden dolayı erkeğe bağımlı olmadan yaşayamaz; erkeksiz yaşamaya başladığında, hususi hayatını yitirir. Toplumda dilediği yere gelebilir, bir erkeğin işini de üstlenebilir; ama bunlar onu kadınca kılmaya yeter mi? Hiçbir zaman yetmez… Feministlerin neyi amaçladıklarını biliyorum; artık mesuliyetlerini istemiyorlar… Her zaman ezildiklerini ve eşit haklar kullanarak bu durumdan kurtulacaklarını sanıyorlar. Kavrayamadıkları durum şu: İnsan, kadın veya erkek, gerçekten yürekten bağımsız olmak istiyorsa, zaten bağımsızdır, hürdür… Hürlüğü kendisi seçtiği için hürdür; hürriyetçi bir ülkede yaşadığı için değil… Ferdin hürriyeti, ülkesinin hürriyetçi oluşuna değil, kendi seçimine bağlıdır… Kadının uzun bir süre dünya politikasının önemli hadiselerinden dışlandığı şüphesiz; bu tabiî ki haksız bir durum… Ama günün birinde kadın, bütün içtimaî hayata katıldığında ne olacak? Bunu bilemiyorum… Ama bana öyle geliyor ki, kadın o durumda kendi dilediği yeri bulamayacak.

***

Tarkowski — Şimdiye kadar süren kadın-erkek ilişkileri dışında yeni ilişkiler olamaz ki… Çünkü dünyamız iki cinsiyetli; istesek de istemesek de… Belki herhangi bir gezegende tek cinsiyetli veya beş cinsiyetli bir dünya varolabilir ve böylesi bir durum o gezegenin varlığının sürdürülmesi için zorunludur. Böyle bir gezegende hem bedence ve hem de hissi için beş varlığa ihtiyaç vardır; ama yeryüzünde iki varlığa ihtiyaç var.. Her zaman bu durum unutuluyor… Neden bu gerçek unutuluyor, bilmiyorum… Haktan, durumdan, bağımsızlıktan söz ediyoruz, ama kadının kadın, erkeğin erkek olduğundan hiç söz etmiyoruz.

Brezna — Bir ân için düşünün, kendinizi bir kadının yerine koyun… Yüzyıllardır hep başkaları için varolmaya şartlandırılmışsınız; büyük bir yük değil mi?

Tarkowski — Erkek olarak ayakta kalabilmek de, kadın olarak ayakta kalabilmek kadar güç. Bütün mutsuzluk, bütün mesele başka yerden kaynaklanıyor, o da şu: Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, genel düşünce seviyesi çok yetersiz. Bugün gözümüzü yumup yarın uyanmayacağımızı da biliyoruz. Herhangi bir akıl hastası bir düğmeye basarsa, üç adet bombanın dünyamızdaki hayata son verebileceğini de biliyoruz. Bütün bu gerçeklerin şuurundayız ama, onları yine de unutuyoruz. Aklî ve mânevî ilgilerimiz o kadar maddî, varlığımızın esiri ki, hiçbir zaman aklımıza bile gelmemesi gereken meselelerle ilgileniyoruz… Bu kadar içtimâî problemin varlığı, ne kadar akılsızca davranmış olduğumuzun delilidir. Aklî ve mânevî açıdan doyum kazanmış bir kadın, hiçbir zaman erkeğin gölgesinde kaldığını veya onun esiri olduğunu dü-şünmez. Aynı şekilde, doyum sağlamış erkek de, kadını zorlamayı hiçbir zaman aklından geçirmez… Oysa siz, getirdiğiniz örneklerle beni böylesi cevaplara zorladınız. Bu tür meselelerin açıklanması bizi hiç de ilgilendirmemeli; çünkü bu meseleler, bizim akıldan yoksunluğumuzun belirtileri… Aklî zenginlikleri şaşılacak seviyelerde kadınlar da tanıdım; bu kadınlar bu meseleleri hiç büyütmez, aksine öylesi bir ruh zenginliğine sahiptirler ki, öylesi bir moral güçleri vardır ki, her erkek önlerinde diz çökmeye hazırdır… Ayrıca böyle kadınların önünde diz çökmek ayıp değil, bir şereftir… İşte mesele burada!.. İlişkileri açıklamaya çalışmak, kötü bir çıkış noktasıdır ve bu mevzuda çaba harcamak, hoşnutsuzluğumuzun belirtisidir, yoksa eşitlik aramanın değil; bu ikisi çok ayrı mevzular… Bence bugün kadın korkunç bir duruma sürüklenmiş; gerçekten seven kadın, bu tür sorular sormaz ve bunlar onu ilgilendirmez bile.

***

Brezna — Mesuller, dünyamıza hakim olan erkeklerin gücü… Kadının kadınca içgüdülerle hâkim olacağı bir dünya, belki de bu apokaliptik sonuca varmazdı. Böyle bir dünyada kadının mesuliyetini taşımayıp, kendisini sevgiye ve erkeğe adamasını nasıl düşünebiliyorsunuz? Erkeğin, kadının sıcak sevgisiyle gezegenimizi perişan etmesine seyirci mi kalsın?.

Tarkowski — Bu korkunç, korkunç bir varsayım… Ne demek istediğinizi anlıyorum; ama söylediklerinize şaşıyorum!.. Erkeğin dünyamız hakkında aynı kuşkuları taşımadığını mı sanıyorsunuz?.. Erkeğin bu dünyanın efendisi olduğunu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz!..

Brezna — Ya kim?

Tarkowski — O.

Brezna — Nerede o?

Tarkowski, eliyle yukarıyı (Allah'ı kastediyor) gösteriyor.

Salih Mirzabeyoğlu, Şiir ve Sanat Hikemiyatı “Estetik ve Ahlâk” s.203-210