1950 Yılında Ordu Korgan’da doğdu. Tokat İmam Hatip Okulu ve Amasya Lise’sini bitirdi. İstanbul İktisadi Ve Ticari İlimler Akadamisi’nden 1976 yılında mezun oldu. Bingöl İl’inde askerlik görevini tamamladı.
30 yıla yakın muhasebeci ve mali müşavirlik mesleklerinin her kademesinde bağımlı ve serbest olarak görev yaptı.
Bu arada siyasi ve sosyal çalışmalarda eğitimci ve icracı olarak görevler yaptı.
Bir dönem İstenbul Büyükşehir Belediye Meclisinde Meclis üyesi olarak plan bütçe komisyonunda görev yaptı.
Tarihi konularda araştırmalar yapmaktadır.
Çanakkale Savaşları ve yakın tarih konularında yayımlanmış eserleri bulunmaktadır. Tarihi konularla ilgili çeşitli kuruluşların organize ettiği konferans, seminer ve sohbetlerde bulunmuş ve halen de devam etmektedir. Çeşitli radyo ve tv programlarında tarihi konularda program yapmayı sürdürmektedir.
Tarihi gençliğimize sevdirmek için yazılmış çeşitli şiir denemeleri vardır.
Çeşitli derneklerde ve gönüllü kuruluşlarda yardım ve tanıtım amaçlı faaliyetleri devam etmektedir.
İstanbulda ikamet ediyor.
Orta derecede Arapça ve Fransızca bilmektedir.
Evli 4 evlat babasıdır.
Adaletle hükmedilmiş eski Osmanlı topraklarının bugünkü içler acısı hali hakkındaki düşüncelerinizle başlayalım.
Öncelikle bu söyleşi için teşekkür ederim. Mazlum ve mağdur olan arkadaşlarımızın, başta Salih Bey olmak üzere durumlarının yeniden süratle gözden geçirilmesi ve mağduriyetlerinin bir an evvel giderilmesini temenni ediyorum.
Abdülhamid Han’ın 33 yıllık saltanatı boyunca ilk 10 yılı acemilik dönemidir. İlk 10 yılı amcasını şehid eden paşaların tesirinde geçmiştir. Bu süre zarfında Abdülhamid Han kendi siyasetini icra edememiştir. Sonra gelen on yılda; Ermenilerle ve Yahudiler’le yoğun uğraşı içerisinde, dünya çapında onların anti propagandaları neticesinde yine kendi projelerini uygulayamamıştır. Son on yılında ise gerçekten etkili bir çalışma yapmıştır. Jön Türkler muhalefetine rağmen, İttihat ve Terakki’nin muhalefetine rağmen Anadolu ve Osmanlı coğrafyasında hatta bütün İslam coğrafyasında Müslümanların birliği için dev adımlar atmayı başarmış olan bir padişahtır Sultan Abdülhamid Han.
Devletlerin hayatında on yıl, yirmi yıl uzun süreler değildir. Yapılan icraatlar o dönem anlaşılamadı. Müslüman âlimlerce dahi anlaşılamadı. Bediüzzaman Said Nursi tarafından, Elmalılı Hamdi Yazır tarafından hatta ve hatta Mehmet Akif tarafından bile tam olarak anlaşılamadı. Abdülhamid Han’ın bu şartlar altında attığı dev adımlar, batı sevdalılarının elinde badireden badireye sürüklenerek paramparça edildi. Abdülhamid Han’ın icraatları ancak bugün bakıldığında anlaşılmaktadır. Abdülhamid Han’ın çizgisinden ayrılmakla beraber Osmanlı Devleti’nin kalbi sayılabilecek olan Anadolu’da kurulan T.C.’den başka elimizde kalan bir şey olmadı.
Osmanlı coğrafyası olarak anılan eski toprakların bugün tamamında kan kaybı devam ediyor. Bakınız daha on sene öncesine kadar Balkanlarda yaşananları hatırlayınız. Oradaki bir avuç Müslüman’ı Avrupa’dan atabilmek için haçlılar var güçleriyle çullandılar, hatta BM’i, NATO’yu kullandılar. Yaptıkları katliamları unutmadık yani. Bunlar haçlıların bir nevi uzuvları. BM, NATO, AB bunlar uzuvları.
Bu uzuvlar dünyaya barış getirmek için değil, sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına kurmuş oldukları organizasyonlar.
Sadece sömürü değil, katletmek için de. Hem sömürecek, hem Müslüman nüfusu yok edecekler. Afganistan’dan batının süzgecinden geçip gelen haberleri düşünün. Adam NATO askeri, sivili öldürüyor, onunla fotoğraf çektirmeyi marifet sayıyor. Bu bir müdahale politikasından ziyade bir soy kırım politikasına dönüşüyor. Ayrıca Irak, Çeçenistan ve Filistin’de yapılanlara baktığımızda BM’in rızası olduğunu, Bosna gibi yerlerde ise direk dahli olduğunu görüyoruz.
NATO demişken şuna değinmek isteriz ki; Libya’da cereyan eden hadiselerde hükümetin NATO’nun müdahalesine karşı son derece net bir tutumu vardı. NATO operasyona başlayınca bu tavır değişti yerini bölgeye barış getirecek olan NATO söylemi aldı. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz.
Burada NATO’nun 1990’lı yıllardaki dönüşümüyle başlamak istiyorum. NATO, Varşova Paktına karşı kurulmuş olan bir organizasyondur. Varşova Paktının yıkılması itibarıyla aslında NATO’nun da yıkılması gerekirdi. Ancak böyle olmadı ve NATO Müslümanları hedef alarak varlığını sürdürdü. O dönemlerde bizim buna karşı durmamız gerekirdi. Müslümanları kökten dinci falan diye yaftalayıp hedefe koymak ne demek? Ne yazık ki iktidara gelenler o dönem bunu beceremedi. Sonra bu NATO değişen hedefiyle birlikte Afganistan’a girdi, Irak’a girdi ve bir taraftan bölgede haçlı varlığını perçinlemeye çalıştı.
Bu iktidar döneminde NATO sorgulanmaya başlamıştı ki malum geldiler ve ülkemize füze kalkanı adı altında Müslüman coğrafyalara namlusunu doğrultmuş füzelerini topraklarımıza yerleştirmeye kalktılar. Bu füzeler Rusya’ya karşı falan değil. Füze kalkanı, anti füze, belki de füzeler yerleştiriyorlar. O zaman da bizim Başbakanımızın kahraman gibi pozlar vermeye başladığı dönemde gerçekleşti. Şimdi füze ve vize, biz hangi tarafız. Farkında ya da farkında olmadan İslam dünyasına karşı yapılan operasyonlara alet olmaktayız.
Tam bu sıralarda, İslam coğrafyasında bir takım halk ayaklanmalarıyla siyasi diktatörlüklere karşı ayaklanmalar gerçekleşti. İyi niyetli başlamış bu hareketler Batı’nın müdahaleleriyle başka bir mecraya sürüklendi. Erbakan Hocamızın kurmak için uğraştığı D-8 kurulmuş olsaydı Batı’ya bu bizim iç işimiz diyebilir ve kendi içimizde bu sorunlara müdahale edebilirdik. İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Savuna birlikleri kurulmuş olsaydı bugün bunlar yaşanmazdı. 2004’te Başbakan Cidde’de yaptığı konuşmada; “Din esaslı birliktelikler kurmayın” dedi. Batı Hıristiyan Kulübü olmuş sen birleşmeyin diyorsun. İşte o zaman ektiğin diken tohumları bunlar. Elbette ABD’ye göbekten bağlı olduğu içine AB kapısında yalvardığı için bunları dile getirecek erkek bir ses çıkmadı.
Libya için de söz konusu olan budur. Başbakan önce Libya’da NATO’nun ne işi var dedi. Bizde sevindik bari Libya’ya girmesinler diye ancak nereden bilelim bu NATO oraya girecek demekmiş.
Peki bu sorunlar bir rejim meselesi midir yoksa hükümet meselesi midir? Bu rejim altında bu gibi sorunlar farklı hükümetler vasıtasıyla çözülebilir mi? Yoksa değişmesi gereken kökten rejim midir? Bugün Türkiye’de de yüzün üzerinde ABD üssü var.
Biliyor musunuz Amerikan üslerinin ilk defa kapatıldığı dönem 1975-1976 dönemidir. Erbakan Hoca’nın Kıbrıs Barış Harekâtı vesilesiyle uygulanan ambargolara karşı yaptığı baskılar neticesinde kapatılmıştır. Üslerin kapanmasıyla da Ambargo kaldırılmıştı ve ardından üsler açılmıştır.
Kıbrıs dedik, burada Kaddafi’ye bir parantez açalım. Kaddafi’yi eleştirebiliriz; fakat ABD ve Batı ile savaşırken Kaddafi’yi eleştirmek onların ekmeğine yağ sürmek demektir. Aynı hata Amerika ile savaşan Saddam’ı eleştirerek yapıldı. Başka zaman Kaddafi ve Saddam’ı istediğin gibi eleştir. Kaddafi’nin dinde reform, yeşil kitap bunların ipe sapa gelir bir tarafı yok. Kaddafi Kıbrıs savaşında bütün uçaklarını ve mühimmatını bize sundu. Bunu da tesbit etmemiz gerekir.
Elbette, bunları nasıl unutabiliriz. Kaddafi mert bir insandır. Kıbrıs Barış Harekât’ında kimseden bir kuruş maddi yardım alamadığımız zaman Kaddafi’den uçak lastikleri geldi de biz uçaklarımızı uçurabildik. Günahıyla sevabıyla Kaddafi haçlılara ve emperyalistlere karşı her zaman erkek bir ses olmuştur.
Arap coğrafyasına bizi örnek göstermeleri de manidardır. Bakınız Batının en rahat iliğini kemirdiği ülke Türkiye. Böyle bakıldığında neden Türkiye’nin model olarak dayatıldığı da ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin füze kalkanını reddedememesi, NATO’ya ses çıkartamaması gibi durumların temelinde Türkiye’nin ekonomik pozisyonunun yattığını söyleyebilir miyiz?
Ekonomik bakımdan aslında Türkiye’nin her şeyi var. Tarım açısından kendi kendine yetebilecek nadir ülkelerden birisiyiz, yer altı ve üstü zenginliği açısından da bakacak olursa bugün bizim dünyada bambaşka bir konumda olmamız gerekirdi. Ancak sömürü düzeni vesilesiyle biz bu değerlerimize sahip çıkamıyor, gidiyor AB kapısında yalvarıyoruz. Mevcut halden bakacak olursak yakın gelecekte bu durumun değişeceğine yönelik bir umut ışığı da görünmüyor. Hocamız diyordu ki; bugün dizlerimizi dövüyoruz, yakında dövecek dizlerimiz de olmayacak. Allah muhafaza etsin inşallah.
Siz Başbakanı tanıyorsunuz, Başbakan’ın da uzun yıllar danışmanlığını yaptınız. O zamandan bu zamana Türkiye ekonomik sistem içerisinde bağımsız bir çizgiye mi gidiyor, yoksa sisteme entegre mi oluyor.
Ben Başbakan ile Refah Partisi kurulduğundan kapatılıncaya kadar, hatta belediye başkanlığı döneminde bende belediye meclisine seçildim ve mali işler danışmanlığını yaptım. O gün ki ekibimiz içersinde Milli Görüş ekolünde hareket eder, bize danışır istişarelere uyardı da. Ancak belediye başkanlığının son dönemlerinde o başka başka insanlarla çalışmaya başladı. Biz dahi kendisine ulaşamamaya başladık. Yavaş yavaş bu kabuk kırılarak bugünlere ulaştı kendisi. Bu şekilde değişen başbakan vesilesiyle de bugün Amerika’nın, Avrupa’nın o meşhur kulüplerin tesiri altında Türkiye’nin varını yoğunu yabancılara satılması suretiyle bugün geldiğimiz durum ortada.
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Arif Ersoy Beyefendi biz özelleştirmeye karşı değiliz, biz yabancılaştırmaya karşıyız diyor.
Hocam doğru söylemiştir. Ancak bizim hayati atar damarlarımız var bunlar nasıl yabancıya satılır. Akaryakıt gibi, çimento gibi, demir-çelik gibi haberleşme gibi savunma unsurlarının yabancılara verilmesine karşıyız. Devletin sırtına yük olan diğer sektörler özelleştirilsin tabiî.
Başbakan’ın belediye başkanlığının son dönemlerinde etrafına gelip giden kimselerden bahsettiniz. Bugünden bakacak olursanız, o dönem daha çok kimler gidip gelmekteydi?
Mesela Cüneyt Zapsu’nun sürekli gidip geldiğini biliyoruz. Yabancı heyetler gelirdi. Şimdi bakınca anlıyoruz ki Masonik ve Siyonist organizasyonların heyetleri gelip gidiyormuş. Kendisinin fikri ve kültürel alt yapısı tam yeterlidir diyemem. Bizde dörtdörtlük değiliz ama etrafındaki kıymetli fikirlere değer veren bir karakteri var idi. Yaptığımız istişarelere değer verirdi. Bugün yanlış yönlendirilmekte olduğunu da söyleyebiliriz. Bugün Libya, Mısır ve Suriye, yarında biz varız sırada. Bunu görmüyor olması mümkün değil.
Libya, Mısır ve Suriye dediniz. Suriye’de durum, bizim için sınır komşumuz olması münasebetiyle önemli.
Suriye konusunda 1920’lerden başlarsak daha iyi olacaktır. Suriye Fransa’nın zulmünden kurtulmaya çalışırken Mustafa Kemal’e heyetler gönderdiler. Siz oradan biz buradan baş kaldırırsak daha başarılı oluruz. Mustafa Kemal, siz oradan biz buradan mücadele edelim, sınırları kaldırmayalım. Başarılı olursak sınırları mı kaldırırız, federatif bir yapımı kurarız o zaman bakarız. Sonra malum Dünya iki kutuplu hale döndü ve bize aramıza mayın tarlaları döşettiler. Bu sırada Suriye de hatalar yaptı. Hama katliamında öldürülen Müslümanları da unutmadık. Suriye bugün hayra yönelse başarılı olabilir ancak bu durumu devamlı manipüle eden ve edecek olan İsrail faktörünü atlamamalıyız.
Sırada NATO’nun Suriye’ye girmesi Arzı Mev’ud’un önünü açacak ve işin ucu Fırat’a dayanacaktır. Bizim aleyhimize olacak şeylere dikkat etmemiz lazım ve Suriye’ye yapılacak olan her türlü yabancı müdahaleye karşı olmamız lazım.
İslam ülkelerinde de bir anti-emperyalist birlik lazım ancak mevcut rejimler buna engel değil mi?
At sahibine göre kişner. 1996-1997 senelerinde Erbakan Hocam D-8 i sağlam temeller üzerine inşa etmiş ancak muhalefet ve 28 Şubat duruma engel olunmuştur. Bu bir süreç olarak olmalı ani bir rejim değişikliğinin de kontrol edilmesi güç olur.
Dünya İslam’a bakıyor. Yükselen değer İslam ve merkezde Anadolu. Fakat bakıyoruz yozlaştırma faaliyetleri ılımlı İslam, yeni Osmanlıcılık, BOP gibi çalışmalar da hız kazanıyor. İslam âlemine böyle bir model olursak bize yazıkları olsun. Ilımlı İslam gibi batıya entegre olmuş böyle bir proje, bu tehlikeye temas eder misiniz?
Bugün İslam’ın içindeki ahkâm ayetleri ve asıl İslam’ın belkemiği olan ayetleri tevil ve tefsir yoluyla etkilerini yok ederek kılçıksız bir balık meydana getirmeye çalışıyorlar. Kılçıksız balık sofrada güzel olur, denizde yaşayamaz. Bu sayede Müslümanları hegemonyaları içine almaya gayet ediyorlar. Bunlar maalesef adı Müslüman olan yerli işbirlikçileriyle büyük adımlar atıyorlar. İslam’dan cihat ve ahkâm ayetlerini çıkartırsanız bu İslam olmaz ki diyerek karşısında durmak gerekir.
Teşekkür ederiz… Tekrar görüşmek üzere…
Allah yar ve yardımcınız olsun…