LGBT propagandasına karşı Büyük Aile Yürüyüşü yapılmıştı. Bu aile yürüyüşlerine de ciddi bir katılım oldu? Hatta bu yürüyüşlerde LGBT propagandasının yasaklanması ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramlarının mevzuattan çıkarılması talep edildi. Bu hususta neler söylemek istersiniz?

Türkiye'de bir kere “LGBT” kelimesinin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. “LGBT” kelimesi farklı bir algı oluşturuyor. Biz, “LGBT” kelimesi yerine farklı cinsel kimlik yöneliminde olan bireyleri tanımlıyoruz. Gençler arasında da, bu duyguları yaşayanlar için cinsel kimlik karmaşasını ifade etmenin oturmasını istiyoruz. Çünkü “LGBT” kelimesi farklı anlamlar içeriyor ve genç çevrelerde farklı bir algı oluşturuyor; bu küresel bir oyun olarak biliniyor. Bu oyun da bu kelimeye farklı açılar kazandırıyor.

Bir diğer husus ise “toplumsal cinsiyet eşitliği” toplumun içine yerleştirilen bir dinamittir. Bu oldukça tehlikeli bir terimdir. Burada mesele, kadınla erkeğin eşitliği değil, aslında bir cinsiyetsizleştirme çalışmasıdır. İnsanlar bunu yanlış algılıyor; burada mesele kadın ve erkeğin haklar açısından özgürlüğü değil. “Ne istiyorsanız ona yönelin, bu sizin özgürlüğünüzdür. Her cinsiyete özgürlük tanınmaktadır. Ne hissediyorsanız o olun.” anlayışıdır. Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği, erkekle kadını karşı karşıya getiriyor. Dünyadaki feminizm hareketi, kadınlardaki eşitlik arayışından yola çıkarak kadın hakları üzerinde erkekleşmiş kadınlarla karşılaşmamıza sebep oldu. Kadınlar erkekleştirildi. Evet, kadınların bir zamanlar seçim hakları ve birçok hakkı yoktu. Bunların hepsinde hemfikir değil miyiz? Ancak bu haklar üzerinden kadınları toplumda bir yere getirme çabası, kadının statüsünü erkek statüsüne dönüştürdü.

AİLEYİ İFSAT ETMEK İSTİYORLAR

Feminizmden sonra gelen toplumsal cinsiyet eşitliği, erkekleşmiş olan kadını toplumda bu sefer ne hale getiriyor? Konu daha da farklı bir boyuta taşınıyor: Artık sadece kadın ve erkek yok, ne istiyorsan o ol, nereye akarsan ak anlayışı doğuyor. İş cinsiyetin akışkan hale gelmesine vardı. Peki tüm bunların temelinde ve sonucunda ne var, biliyor musunuz? Bildiğimiz cinsel kimlik karmaşası oluşturuluyor. Bu küresel oyun basit bir oyun da değil. Ve bu ensest ilişkilerin önünü açmak için yapılıyor. Aileyi ifsat etmek istiyorlar. Kadın ve erkek terimleri toplumsal cinsiyetle yer değişiyor. Ayrıca insanlık yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor; adeta yeni bir insanlık oluşturulmaya çalışılıyor. Yani “ne hissediyorsan onu yaşa” anlayışı hâkim kılınıyor. Bugün toplumda haram kılınmış ilişkilerin önü açılıyor; kim olursa olsun, doğurduğun çocuğa, hoşlandığın bir maddeye veya hayvana yönelme serbestleştiriliyor. Bu süreçten başka sektörler de faydalanıyor. Sosyal medya, sinema endüstrisi, moda, porno, ilaç sektörü ve uyuşturucu piyasası, hepsi bir çemberin içinde. Çocuklar bu cinsiyetsizleşme ve cinsel kimlik karmaşasını sosyal medyadaki pornografik içeriklerden öğreniyorlar. Batı’nın dayatmasıyla, psikologlar ve psikiyatristler, cinsel kimlik karmaşası yaşayan bu çocuklara, bu durumu düzeltmeye yönelik değil, aksine onaylayıcı bir terapi sunuyorlar.

Çocuğu, hissettiği travmanın etkisiyle yöneldiği yöne doğru bir terapiye zorluyorlar. Yani, erkekse ve erkek çocuklarından hoşlanıyorsa, bu hazlarını besleyici terapi ve hormon tedavisi verilerek ve trans ameliyatına kadar yönlendiriliyor. Bunlar "normal" kabul ediliyor. Ancak bu çocuk "Hayır, istemiyorum, hata yaptım, geçici bir dönemdeydim, bir karmaşa yaşadım, geri dönmek istiyorum" dediğinde, dünya ona "Hayır, hissettiğin bu hazzı sürdür" diyor. Eğer bir psikolog ya da psikiyatrist ona düzeltmeye yönelik bir terapi sunmaya kalkarsa, dünya bu uzmanları karşısına alıyor. Psikoloğun belgesi iptal ediliyor, psikiyatriste uyarı geliyor, terapi hakkı elinden alınıyor.

Bireyin devlet imkanları ile ameliyat olma hakkı varken, "Vazgeçtim, sağlıklı biyolojik cinsiyetimle yaşamak istiyorum, evet bir eğilimim olmuştu ama artık düzeltmek istiyorum" dediğinde dünya karşısına dikiliyor. Bu nasıl bir özgürlük? Geçenlerde Kanada'dan gelen bir gazeteciyle tanıştım; Dünya Çocuk ve Aile Koruma Platformu (Dünya CAKOP) Başkanı olarak beni bulmuştu. Hanımefendi, terapist ve psikologmuş. "Kanada’da hakkımda pek çok dava var," diyor, "Psikolog belgemi iptal etmek üzereler, terapi yasak. Bizim gibi birkaç kişi daha var ve gizli olarak terapi yapıyoruz. Fark edildiğimiz anda hem dışlanıyoruz hem de hapse girme korkusu yaşıyoruz" diyor. Dünyanın geldiği noktaya bakın! Ona bir soru sordum: "İnsan hakları konusunda Batı ve Kanada’nın, Amerika’nın en önde olduğu söyleniyor, hatta hayvan sevgisi ileri düzeyde savunuluyor. Peki, hayvanların tedavi hakkını savunurken insanlardaki bu hakkı neden görmezden geliyorlar?" Ne yazık ki, "Bizde uygulama böyle. Politikacılar lobi baskısı altında ve toplumdan kopuyorlar; çocuğunuza yönelik doğru bir destek sağlamak giderek zorlaşıyor." dedi.

HEDEF, PEDOFİLİYİ VE ENSESTİ NORMALLEŞTİRMEK

Batı medeniyeti her şeyi dinden soyutlayıp ahlakı, normları izafileştirdi ve bunu da çeşitli propaganda araçlarıyla tüm dünyaya empoze etmeye çalışıyor. Bugün pedofilinin serbestliği konuşulmaya çalışılıyor. Bunun sonu nereye gidiyor hocam?

Evet, hedef pedofiliyi doğal hale getirmek! Yani tek hedefleri pedofili, ensest ilişkiler, porno. Bakın, dünyada "rıza yaşı" diye bir kavram getirildi. Bu ne kadar korkunç bir durum, biliyor musunuz? Rıza yaşı dediğinizde, kişi rızasıyla bu cinsel ilişkiye girmişse, o kişi yetişkinse bundan ceza almıyor. Bu çok büyük bir mesele. Ne yazık ki, cinsel kimlik karmaşası yaşayan ve biyolojik kimliğiyle uyuşmayan bireylerin birbirleriyle evliliklerini onaylayacaklar, çocuk sahibi olmalarını sağlamaya çalışacaklar. Aileyi ve biyolojik olarak çocuk doğuran insanları ortadan kaldırmayı hedefliyorlar. Peki, bunu yapınca ne olacak? İnsanı istedikleri gibi şekillendirip yönetebilecekler. Bu süreci kim yönetecek biliyor musunuz? Kendini modern diye tanımlayan ama aslında bozulan dünyaya çanak tutan “insan”lar. Feministler, güya hayvan sevgisini ve hayvan haklarını savunanlar.

İnsanlık yeniden yapılandırılacak ve fıtratı bozulmuş insanların evlilikleri onaylanacak. Kim bundan çıkar sağlayacak? İlaç sanayi vb. Çünkü bu insanlar hayatlarının sonuna kadar ilaç ve hormon kullanmak zorunda kalacaklar. Trans ameliyatlarında, örneğin bir kız çocuğuna takılan erkeklik organı, gerçek bir erkeğin fiziksel özelliklerini taşımıyor. Aynı kasılma yok. Bir et parçası bacağından veya başka bir bölgeden alınıp oraya yerleştiriliyor, içine bir cihaz konuluyor. Ancak bu, doğal bir hazzı veya işlevi sağlayamıyor.

Bakın, aslında ne yapmanız gerekiyor? Bu ameliyatları geçiren kişilerin yaşadığı acıları dile getirmeniz lazım. Mesela, bu insanlar ilk yıl içinde bunun farkına varamayabiliyor çünkü yaralar önce iyileşiyor. Yaranın iyileşme sürecinden sonra, o iç çatışmalar ve değişiklikler onlara "erkek olduklarını" hissettiriyor, ama aslında öyle değil. XY kromozomu, yani XX'yi XY'ye dönüştürmek mümkün mü?

Bir de fizikî değişimden ziyade, ruhî olarak kadın olan bir kişi, dilediği kadar erkek olmuş olsun veya erkek olan bir kişi dilediği kadar kadın olmuş olsun; düşünme şekli, bakış açısı yine farklı olacaktır. Bu durumda, ruhî yapıyı değiştirmenin getirdiği psikolojik tahribat da çok büyük değil mi?

Evet. İlk başta kendilerini ilk yıl içinde erkek ya da kadın gibi hissediyorlar. Ancak onların biyolojik hormonları, ne kadar baskılansa da, zamanla çatlak vermeye başlıyor. Dikilen veya yapılan kadınlık organı iyileşirken sürekli ameliyat olmak zorunda kalıyorlar. Oraya başka tutucular ekleniyor vesaire. Ancak hormonları, baskılansa da, biyolojik kadınlık veya erkeklik ile uyum sağlamıyor. Bir süre sonra bu durum ciddi psikolojik travmalara yol açıyor ve psikiyatrik ilaçlar devreye giriyor. Hormon ilaçlarının yanında psikiyatrik ilaçlar da ekleniyor. Bu durum kalp ve damar hastalıklarına sebep oluyor. Düşünün, vücut sürekli bir savaş halinde: Östrojen salgılıyorsunuz ama erkek hormonlarıyla baskılanıyorsunuz veya testosteron artınca kadınlık hormonlarıyla baskılanıyor. Bu sürekli savaş, vücutta büyük bir yıpranmaya neden oluyor ve bu kişiler ortalama 20 yıl daha erken vefat ediyorlar.

Aslında dürüstçe çıkıp “Evet, canım yanıyor; bir kız erkek olamaz, bir erkek de kız olamaz” deseler keşke. Ancak bu alanda büyük paralar dönüyor, çünkü genellikle bu kişiler ciddi travmalar yaşamış, aile veya çevre öyküsünde tahribat hissi barındıran kişiler oluyor. Kendilerini daha güçlü hissedeceklerini düşünüyorlar ama gerçek öyle olmuyor.

TOPLUMDAKİ İKİNCİ BÜYÜK PROBLEM KADINLAŞMIŞ ERKEKLER

İnsanı diledikleri gibi şekillendiriyorlar dediniz. Burada plan, kadını erkeksileştirmek, erkeği de kadınsılaştırmak mı?

Mustafa Merter, Celal ve cemal dengesiyle cinsiyet kimliğini açıklar; Cemal (dişil-merhamet) ve Celal (eril-denetim) prensiplerinin uyumu, bireyin ruhsal tekâmülü için gereklidir. Bu denge bozulduğunda, ruhsal sorunlar ve uyumsuz kimlikler ortaya çıkar.Evet, bugün baktığımızda durum böyle; uyumsuz kimlikler ve hepsi birbirine karışmış durumda. İşin garip tarafı, evet, erkekleşmiş kadınlardan bahsediyoruz, ama toplumdaki ikinci büyük problem kadınlaşmış erkekler. Frankfurt ekolünü incelediğinizde, orada ne yaptılar? Baba otoritesini yıktılar. Baba otoritesini yıktıklarında ne oldu? Erkekleşen bir kadın ve kadınlaşmak zorunda kalan bir erkek ortaya çıktı. Kadına karşı baskın bir kadın figürü, erkeği kadın gibi olmaya zorladı. Kadın da, kariyer yaparak, çocuk sahibi olmayarak veya az çocuk yaparak ayakta durabileceğini ve daha başarılı olduğunu zannediyor. Artık başarı, aile içindeki başarıdan çok, dışarıdaki sosyal alandaki başarıyla ölçülüyor. Bu da erkeklerin dünyasına karşı bir rekabete dönüşüyor. Cemal ve Celal sıfatları birbirine karışıyor.

Düşünün, kadın ve erkek ikisi de çalışmış ve eve geliyorlar. Çocukları kreşten almışlar, yemek yapılması gerekiyor, çocuğa bakılması gerekiyor. Erkek de otomatikman yardım etmek zorunda; oturursa eleştiri alacak. Doğal olarak, roller birbirine karışıyor ve eşitlenmeye başlıyor. Fark ne? Emzirme, doğurma gibi fiziksel farklılıklar. İşte burada ruhlar çatışmaya başlıyor. Bizim ne yapmamız lazım? Kadının üstünden biraz yük almamız, ancak erkeğin bu yükü alırken kadınlaşmadan yapması gerekiyor. Evet, erkek oturup bacak bacak üstüne atıp izleyecek durumda olmamalı. Rollerini doğru şekilde yerine getirmesi gerekiyor. Aslında en büyük hatalarımızdan biri, erkek yardım etmeye çalışırken bunu aşırıya götürmesidir. Bunun yerine, devlet kadınları biraz daha koruma altına almalı, çalışma koşullarını esnetmeli. Belki daha düşük maaşla bu statüyü sağlayabilir. Ama şu var ki, en büyük sorunumuz, Türkiye'de ve dünyada, kadınların kendini fazlasıyla donatarak erkeğin önüne geçmeye başlaması. Bakıyorsunuz, donanımlı kadınların karşısında eğitim seviyesi düşük erkekler çıkmaya başlıyor. Aynı üniversiteden mezun olsalar bile, kadın kurslara katılıyor, kendini sürekli geliştiriyor; erkek ise geride kalıyor. Bu durum anlaşmazlıklara neden oluyor. Kadın evlenmeden önce kendini geliştiriyor, kariyer odaklanıyor; yaş 32-33 oluyor, sonra gelenleri beğenmiyor. Evlilik yaşı ilerliyor, çocuk doğurma yaşı sınıra dayanıyor. Uygun birini bulsa bile, en fazla bir çocuk doğurabiliyor. Sonuç olarak, nüfus planlaması yapmış gibi oluyoruz ve nüfus azalıyor. Birbirini tamamlayan bir eş bulsa da, çatışmalar kaçınılmaz oluyor; çünkü bakış açıları farklı. Bir ev fazla ışık alırken diğer ev karanlık kalıyor. Çocuk yetiştirirken de sorunlar ortaya çıkıyor; biri bir şey söylüyor, diğeri başka bir şey. Kadın, kariyerinde ilerlerken biraz da erkeksi özellikler geliştirmiş oluyor ve evlilikler bıçak gibi kesiliyor. Boşanmalar bir yılda ya da üç yılda gerçekleşiyor.

ÇOCUĞU KİM YETİŞTİRİYOR, BAKICILAR MI, ANNE Mİ?

Toplumsal çürüme ile birlikte ailelerde de ciddi oradan bir dağılma yaşanıyor. Boşanmalar arttı, evlilikler azaldı, doğurganlık azaldı. Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada, annelerin eğitimsiz olmasının büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum. Yani annelere anne-baba okullarıyla "Bir anne nasıl olmalı? Bir erkek nasıl yetiştirilmeli?" gibi konuları öğretmemiz gerekiyor. Bakın, bazı ailelerde anneler erkek çocuklarına farklı bir imtiyaz tanıyabiliyorlar. Türkiye'deki birçok ailede, erkeği kız çocuğuna göre biraz daha üstün tutan anneler var. Bazı babalar da bunu yapıyor, ancak genellikle bu durum annelerde daha sık görülüyor. Örneğin, anne, erkek çocuğunu ayakları üzerinde duran biri olarak büyütmek istiyor; ancak çocuklarla ilgilenmeyip elinde çantasıyla sürekli dışarıda gezebiliyor. Eve geldiğinde de çocukla ilgilenmiyor; eğer varlıklıysa kapıyı yardımcı açıyor ve anne yine çocukla zaman geçirmiyor. Böyle durumlarda çocuğu kim yetiştiriyor? Bakıcılar. Çocuk annenin terbiyesiyle değil, eve alınan yardımcının terbiyesi ve sosyal medya ile büyüyor. Eğer sosyal hayatı çok ön planda tutan ailelerin çocuklarına bu dengeyi öğretmezsek, çocuk başkalarının ellerine bırakılır. Bu durumda, çocukları sosyal medya büyütür. Çocuk, neyle meşgul, hangi oyunları oynuyor, nereye giriyor çıkıyor, kimse ilgilenmiyor. Anne-baba olmayı başaramayınca çocuklar başkalarının etkisine açık hale geliyorlar ve her türlü sapkın eğilimle karşı karşıya kalabiliyorlar.

Tespitiniz doğru hocam, fakat diğer tarafta da büyük bir bataklık var. Ne kadar korunmaya çalışsak da çocuklar ve gençler buraya düşüyor. Mesela çocuklara erken yaşta hormon tedavisi uygulanıyor ve adeta teşvik ediliyor. Bu tür yöntemler özel hastanelerde ciddi derecede artmış durumda! Bunlara engel olan bir karar da yok. Mesela, İstanbul’daki LGBT derneklerinin ana merkezi olan ve çocuklara eşcinsellik propagandası yapan Tarlabaşı Toplum Merkezi, “yokluğun tespiti” davasından beraat etti. TTM, böylece çocuklara sapkınlığını zerk etmeye devam edecek. Yani bugünkü hukuk, böylesi sapkınlıklara engel olamıyor. Haliyle bizler ne kadar STK, vakıf gibi çalışmalarla güzelliğe teşvik etsek de diğer tarafta sapkınlık üremeye devam ediyor. Bu kanalları tıkayacak hukuki yaptırımların da düzenlenmesi gerekmiyor mu?

Kesinlikle, bu çok önemli. Bakın, biz Türkiye genelinde yetiştirdiğimiz terapistlerimiz ve eğitmenlerimiz var. En son 5 yıl içinde 55 ilde sınav yaptık, eğitmen yetiştiriyoruz. Peki, ne yapmamız lazım? Milli Eğitim ile okullar arasında protokol anlaşmaları yapmamız lazım; ancak hala askıda bekliyoruz. Öğretmenleri, velileri ve gençleri eğitmemiz gerekiyor. Devletin de kanunlarla bu çocukları bu tür kötü etkilerden koruması lazım. Az önce hormon tedavisinden bahsettiniz. Çocuklar illa hastaneye gitmiyor; internet üzerinden bile bilgi alabiliyorlar. Videolara bakın, tıklıyorsunuz, önünüze ne videolar geliyor. 18 yaşın altındaki çocuklar dahi izleyip bu bilgilere erişebiliyorlar, adım adım ne yapacaklarını öğreniyorlar. Biz bu durumu engelleyemiyoruz; bunu devletin engellemesi lazım. Devlet, bu tür videoları kaldırmalı. Çin’deki sisteme bakın; bir ateş duvarı sistemi var. Herkesin bir şifresi var, çocukların internet kullanımı artık daha sıkı takip ediliyor. Ebeveynlere de sorumluluk yükleniyor ve gerekirse ceza veriliyor.

İLAÇLAR, HASTANELER, DOKTORLAR KONTROL EDİLMELİ

Devletin burada yasalarla düzenleme yapması gerekiyor. Hormon ilaçlarını sınırlamalı; bu ilaçlar doktor reçetesi olmadan alınamayacak hale gelmeli ve reçete yazan doktorlar da denetlenmeli. Bu tedavi, gerçekten intersex ya da hermafrodit bireylere mi uygulanıyor yoksa cinsel kimlik karmaşası yaşayan çocuklara mı? Bu tür tedavilerde doktorları da kontrol etmemiz lazım. Neden bu lobiler Türkiye’de istedikleri gibi bir düzen kuruyorlar? Biz onların dediklerini yapmak zorunda mıyız?

Rusya’da bu tür sapkınlıklara izin verilmiyor.

Evet, Rusya, dünyada bazı anlaşmaları imzalamayan ülkelerden biri. Biliyorsunuz ki Birleşmiş Milletler ve NATO, Rusya'ya farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Rusya, bu anlaşmalara imza atmadığı için Putin istediği kararı alabiliyor. Ancak ülkemizde bazı insanlar İstanbul Sözleşmesi gibi anlaşmalarla toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında bize imza attırıyorlar. İnsanları "eşitlik, kadın-erkek eşitliği" gibi kavramlarla kandırıyorlar, ama işin altında başka amaçlar yatıyor. Ne yazık ki bu, Lazareti Anlaşması gibi, "rıza yaşı" gibi tehlikeli konular içeriyor.

YASAL DÜZENLEMELER GETİRİLMELİ

Bizim ne yapmamız lazım? Önce anne-babaları eğitmemiz lazım. Bataklık nasıl kurutulur biliyor musunuz? Eğitimle kurutulur. Evlenecek her çifte "Sen bu eğitimi almak zorundasın" diyeceksiniz. Bu insanlara sağlıklı bir kimliğin nasıl geliştiğini öğreteceksiniz. Çocuk nasıl yetiştirilir? Cinsiyeti ne zaman ve nasıl öğrenir? Bunu biyolojik olarak sağlıklı bir şekilde nasıl geliştirebiliriz? Hepsini öğreteceksiniz. Örneğin, çocukların ana sınıfında oynadığı materyaller incelenmeli. Beyoğlu’ndaki gibi birçok bölgelerde cinsel karmaşayı destekleyen STK’lar, okulları gezerek çocukların kafasında soru işaretleri oluşturuyor. Çocuklara "Sen ne istiyorsan onu yaşa, annen sana kız ya da erkek diyemez" gibi şeyler öğretiyorlar. Türkiye'de sayıları az değil; bu derneklere sadece 8 milyon dolar bağış geliyor. Bizler ise kendi kirasını zor ödeyen, çalışanların verdiği katkılarla ayakta duran kurumlardanız. Biz Allah rızası için hizmet ederken, onlar küresel projeler doğrultusunda, her yerden destek alarak faaliyet gösteriyorlar. Ancak bizde "Çocuğum şöyle olsun, böyle olsun istemem" deniyor ama iş ciddiye bindiğinde kimse harekete geçmiyor. Yasaları bizim getirmemiz lazım. Kesinlikle, yasal düzenlemeler getirmemiz gerekiyor. Aile bitiyor, bakın aile yapısı çöküyor. Aile yapısını korumak için demografik yapıyla ilgili çalışmalar yapılmalı.

"Demografik Nüfus Yüksek Kurulu" kurulacak, doğurganlık çoğalsın diye. Aile kavramı, evlat kavramı, nesillere güzel işler bırakma gibi toplumsal hadiselerin çürüdüğü yerde ne kadar fayda sağlayabilir bu tarz kurullar. Veri toplamakla nasıl çözülecek? Manevi imar olmadan nasıl olacak?

Bu konuyu hükümete sürekii taşımalıyız. Allah razı olsun, Cumhurbaşkanımız bu konuda çok hassas. Bizler de sürekli gündeme getiriyoruz fakat ülkemiz hususunda gündem o kadar yoğun ki, bu problem hakkıyla masaya yatırılamıyor. Ne zaman Cumhurbaşkanı bu konulara odaklansa, Türkiye’de başka tehditler ortaya çıkıyor! Ayrıca şundan eminiz ki, CHP veya farklı bir zihniyet yönetim de olsa, Allah göstermesin, bu tür sorunları artırıp korumaya çalışacaklardır. Zaten belediyelerde de görüyoruz. İlk yaptıkları iş, farklı cinsel kimlik yönelimleri olan bireylere farkındalık ve hoşgörü eğitimi vermeleri. Bakın, biz bu insanları dışlayalım, yakalım demiyoruz. Aksine, diyoruz ki, onların ellerinden tutalım, tedavi edelim. Sağlıklı birey olmalarını sağlayalım.

SAPKIN OLUŞUMLARA “DUR” DENMELİ

Sizler bu hususta ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Şu anda 65 STK’mız, Dünya ÇAKOP ve Büyük Aile Platformu’nda çok sayıda STK var. Hepsi bizim gibi dertli ama elimiz kolumuz yasalardan bağlı. Ne yapabiliyoruz? Biz diyoruz ki "Bataklığı kurutalım." Büyük bir eğitim kadromuz, muhteşem bir bilim kurulumuz var. Eğitimler açıyoruz, ciddi eğitimler veriyor, sınavlar yapıyor ve eğitmenler yetiştiriyoruz. Hadi diyoruz sahaya çıkın, uğraşın, anlatın. Ama devlet bu konuda ancak bu kadar destek veriyor. Devletin artık "Yeter!" demesi lazım. Bu hareketi destekleyen dernekler kapatılmalı. Onların isimlerini vermek istemiyorum ama bu dernekler yasaları kendine göre oluşturuyor. Kaos oluşturuyorlar. Mesela bizler bu çocuklara travma terapisi uyguluyoruz. bu malum STK’lar, onlara terapi veren kurumlar, yani biyolojik cinsiyete yönelik terapi uygulayan her kurumu dava etme hakkını kendilerine görev olarak koymuşlar. Güya bizi dünyaya şikâyet edecekler, bizimle mücadele edecekler. Halbuki biz bu insanlara yardım ediyoruz. Bütçelerine bakın; onlara gelen paraların kaynağına bir göz atın.

Türkiye’de ne yapılması lazım? Bu STK’lere "Dur kardeşim, sen benim ülkemde böyle çalışamazsın" denilmesi gerekiyor. Bizim gibi kuruluşların önünü açmak için devlet eliyle terapi merkezleri oluşturulmalı. Birey eğer trans olma niyetindeyse, devlet tarafından terapi hakkını da tanınmalı. Bütün psikolog ve psikiyatrlara ücretsiz terapi verme hakkı verilmeli acilen. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü kurulmalı. Türkiye’yi tehdit eden her konuda beyin fırtınası yaparak toplum bilinçlendirilmelidir.

Frankfurt ekolüne bağlı bazı düşünürler ve sosyologlar yüzde 2,5’lik bir kesimle yüzde 60 sosyolojik dünya toplumlarına şekil verdiler. Biz ise manevi değerlerimizden uzak insanlar yetiştiriyoruz. Ülkemizde her türlü akım serbest, cinsiyetsizleştirme ve cinsiyet değiştirme gibi konular ortada. Bir de sosyal medyada kurban olan kesim var. Bu çocuklar sonra şiddet eğilimli hale geliyor, adam öldürebiliyor, yaralayabiliyor, intihar ediyor. Medya kontrol altına alınmalı. Mesela çocuğunuzu okula gönderiyorsunuz, servis şoföründen bile endişe duyuyorsunuz. Dijitalizm o kadar tehlikeli hale geldi. Haliyle kesinlikle pornografinin, sapkınlıkların, bu tür içeriklerin tümü devlet eliyle kapatılmalı ve yasalarla yasaklanması lazım. Aile müessesesinin koruma altına alınması lazım. Görüyoruz; trans olan iki birey evleniyor. Bu korkunç bir durum! Kadın erkek olmuş, erkek de kadın olmuş.

Kadınlar, Cemal sıfatına uygun, erkekler ise Celal sıfatına uygun yaratılmışken, bu sıfatlar değişiyor. 20 sene sonra, kadın sığınma evleri gibi erkek sığınma evleri de çıkacak, bunu özellikle vurguluyorum. Çünkü tamamen fıtrattan kopuluyor. Bir de kadın küçük bir şeyde şikâyet ettiğinde erkek hemen ceza alıyor. “Kadının beyanı esas” ya! Böyle olunca ne aile kalıyor ne de evlilik. Evet, bazı kadınlar mağdur ve zulüm görüyor, dayak yiyor. Hepimiz biliyoruz, ama affedersiniz, öyle çirkin insanlar da var ki suçları başka insanlara yıkmaya çalışıyorlar. Beyanları bazen doğruyu yansıtmıyor. Bu da erkeklerin haksızlığa uğramasına sebep oluyor.

BATI’NIN BİZE ÖĞRETECEĞİ HİÇBİR ŞEY YOK

İş dönüyor dolaşıyor hukukun tüm hadiselerde yetersizliğine dayanıyor hocam. Ciddi manada Müslümanca bir anayasaya ihtiyaç var.

Müslümanlık, aslında insanlıktır, insanca yaşama biçimidir. Batı’da insan hakları nerede? Bir hayvan ölse kıyamet kopacak; fakat insanlar ölüyor, çocuklar paramparça ediliyor. Nerede bunların insan hakları? Düşmanımızın çocuğuna bile bir şey olmasını istemeyiz ama bunlar hiçbir şey bırakmıyor. Bir kedi ağacın üstünde kaldığında itfaiye gelip indirmeye çalışıyor; oysa çocuklar aç, susuz ve yanıyor. Bu yüzden Batı’nın bize öğreteceği hiçbir şey yok, yok! Bizim kadim medeniyetimiz var; Batı’ya öğreteceğimiz çok şey var, nitekim zamanında da öğretmişiz. O yüzden kendimize ait bir sistemimiz olmalı.

Aile kurma, anne ve baba olma şuuru git gide zayıflıyor. Bu şuur nasıl aşılanmalı?

Kadınların ve erkeklerin fıtratlarını kaybettiğini düşünüyorum. Düşünce sistemlerini kaptırdıklarını düşünüyorum. Kadın kadınlığını, erkek erkekliğini bilmeli. Bu sadece erkeklerin hatası değil, kadınlar da sınırlarını aştı. Kadın yerini bilmeli, erkek yerini bilmeli. Erkek kadını yönetmeli ama bu yüzde yüz otoriter anlamında değil. Erkek yön verebilmeli, kadın da onun arkasından gitmeyi bilmeli. Yeri geldiğinde kadın da erkeğe yön verir ama haddini bilir. Ama bizim toplumumuzda erkekler kadınları aşırı baskıladı. Peygamberimizi örnek almalıyız; o baskı yapmadı, anlattı, rehberlik etti. Erkek aile kurduğunda, hayatın çerçevesini çizecek ve kadına da bir pencere açacak. Ama o açtığı pencere kendi çerçevesinde olacak; kadın başka bir evde o pencereye gitmeyecek. Erkek, evi iyi yönetirse, kadın da evi yönetir ama kadın olarak yönetir, erkek olarak değil. İş bölümü, kadın ve erkek arasındaki diyalog ve anlayış, aileyi ayakta tutar. Şimdi ne oluyor? Baba çocuğa bir şey diyor, anne hemen savunmaya geçiyor. Baba ya da anne birbirine müdahale ediyor. Bu sefer, kız çocukları ezilmiş bir anne istemiyor ve erkekleşme yoluna gidiyor. Dengeler bozuluyor. Bu yüzden, evlilik okulunun anneye anne olmayı, babaya baba olmayı öğretmesi gerekiyor; ama sadece evlenince değil, küçüklükten başlamalı. Kanser gibi yayılmasını önlemenin tek yolu bu; evlenecek herkese mecburen eğitim vermek ama çocukluktan itibaren anne olmayı, baba olmayı öğretmek lazım.

AİLENİN, KADIN VE ERKEK KİMLİĞİNİN NE OLDUĞU ÖĞRETİLMELİ

Geçenlerde bir toplantıya katıldım, orada yaşlılıkla ilgili bir çalışma sunulacaktı. Ben sosyolojide yüksek lisans yaptım ve sivil toplum kuruluşları ile sosyal sorumluluk yönetimi konusunda uzmanım. Bir yaşlılık çalışmasında, "Yaşlılara evimize yakın bir apartman dairesi sağlayalım" gibi projeler önerildi. Ben de dedim ki, yaşlıların evini değil, evinizin bir odasını onlara ayırmalısınız. Kaç çocuk evinde büyükanne ya da dedesini görüyor? Yaşlılar evlerde yük olarak görülüyor artık, çünkü kadın erkekleşmiş, erkek kadınlaşmış. Yaşlılar da gençlere anlayış göstererek hayatlarını kolaylaştırmalı; bu anlayışın gençlere de öğretilmesi gerekiyor.

1945'te Amerika'da başlayan, 1965'lerde ise dünyaya yayılan haz odaklı ve otorite karşıtı eğitim sistemi yüzünden, dünyada otoriteye karşı bir nesil yetişti. Bizim ülkemizde çocukluktan itibaren ailenin, kadın ve erkek kimliğinin ne olduğunu öğretmemiz gerekiyor. Müslüman kadın ve Müslüman erkek kimliği nedir, bunları öğretmeliyiz. Her ne kadar "Müslüman kimliği" diyemeyecek olsak da, kadın ve erkek kimliği olarak bunu anlatmalıyız. Müslüman kimliği, aslında en büyük insan hakkıdır. Kadın erkeğe emanettir, bundan daha güzel bir şey var mı?

Teşekkür ederim.

Rica ederim.

Aylık Baran Dergisi 33. Sayı, Kasım 2024