Yılmaz Bilgen ile yaptığımız röportajda Türkiye'nin Suriye politikası, Erdoğan'ın Esad ile yakınlaşma açıklamaları ve Kayseri'deki Suriyelilere yönelik saldırılar masaya yatırıldı. Bilgen, Türkiye'nin Suriye politikasının başından beri planlandığı gibi gitmediğini ve mülteci sorunuyla karşı karşıya kaldığını belirtiyor. Erdoğan'ın Esad ile görüşme ihtimalinin zor olduğunu söyleyen Bilgen, Suriyelilere güvence verilmesi gerektiğini vurguluyor.

Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ne 2011'deki ne 2013'teki ne de 2023'teki pozisyonunda duruyor. Türkiye'nin kendi planlamaları ve Suriye devriminin mahiyeti, algısı, anlayışı durumu değiştirdi. Her şeyden önce askerî anlamda, örneğin Şam'da Esad bitmek üzereydi, Halep bitmişti, Humus, Hama, Dera, Deir ez-Zor gibi yerler düşmek üzereydi. Ancak Türkiye maalesef çok büyük bir uluslararası komplo ve onun içerideki uzantıları FETÖ ile muhatap olmak durumunda kaldı. Diğer yanda da FETÖ'nün dışında başka odaklar da ayak bağı oluyordu. Sonuç olarak, istenilen ve arzulanan devrim askerî anlamda hedefine ulaşmadı ve bu durum Türkiye'de her geçen gün iç meseleyi derinleştiriyor. Türkiye'nin başına belalar açıyor. Bu şekilde belki de hiç kimsenin hesap etmediği bir mülteci meselesi, Türkiye'nin millî güvenlik sorunu haline geliyor. İşte, gördüğünüz gibi mesele çok kolay kaşınabilir halde. Şimdiye kadar belki hep tek taraflı gitti ama meselenin bir de Suriyeli tarafı olursa Allah korusun... Mesela Kilis'te Türk'ten daha fazla Suriyeli var, mülteci var. Gaziantep’te, Hatay’da, Urfa’da…

Buradaki durumu kaşıdığınızda, attığınız bir taş bile artık Suriye'de karşılık bulur. Yani insanlar sürekli "biz ezeriz, döveriz, vururuz, aşağılarız, kovalarız" diyor. Ancak durum öyle değil. Türkiye'nin Suriye içlerinde yaklaşık 35.000 kişilik bir varlığı var; askeri, AFAD’ı, Kızılay’ı, tüccarı, polisi, valisi, vali yardımcısı, eğitim görevlileri, üniversiteler ve okullar dahil. Ümit Özdağ'ın şahsında ama asıl arka planda başka aktörlerin olduğu bir kesim, "vururum, döverim, kovalarım Suriyelileri" diyor ama vaziyet artık öyle değil. Artık şunu bilmek zorundayız, oraya günlük binlerce insanımız girip çıkıyor. Orada teröre karşı konuşlanmış askerlerimiz var. Bütün bu hikâye bize bir şeylerin birileri tarafından, özel olarak planlandığını gösteriyor; aktör gibi gördüğümüz herkes aslında bir piyon. Çok daha dehşetli bir durum var.

Aklı olan, devleti, milleti, vatanı, insanlığı, hangi mukaddes değeri varsa bu sorunu göz ardı etmez. Buradaki en küçük olayın Suriye'de bir yansıması var. Ayrıca bizim Suriye'ye ihtiyacımız daha fazla. Neden? Çünkü hepimiz biliyoruz ki orada bir Arz’ı Mev’ud projesi, Fırat ve Nil meselesi var. Bu proje, PKK'yı ve Kürt nüfusunu kullanarak ya da Kürt etnik kartını kullanarak biçimlendirilmek isteniyor. Biraz vasat bir adam bile bunu görür. Ya da biraz zeki, coğrafya bilgisi olan birisi meselenin ne olduğunu anlar. Bugün gelinen noktada bakıyorsunuz ki, birileri bir şeyleri toparlıyor. Birileri farklı bir planı devreye koyuyor. Türkiye'nin buna adapte olması lazım.

Erdoğan’ın Esad ile ilgili yaptığı açıklamaları nasıl yorumluyorsunuz?

Doğrusu, bütün hesapları sıfırlayarak Esad'la görüşmenin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çok kan aktı, çok fazla insan öldü, birçok ocak söndü, pek çok insan vatanını, yurdunu ve geleceğini kaybetti. 600 bine yakın insan uzuvlarını kaybetti, 1,5 milyondan fazla insan yakınını kaybetti. Yani bunlar normal şeyler değil. Bu tür ağır travmaları bir sözle ya da "vazgeçtim, strateji değiştirdim" demekle çözemezsiniz. Bu işin farklı yansımaları olacaktır. Türkiye'nin hesabını buna göre yapması lazım. Onun için “Esad dostum” deyince dostum olacak gibi değil. Tayyip Bey tabii ki Cumhurbaşkanı olarak böyle bir karar verebilir ama bunun Suriye'deki karşılığı bizim tanımladığımız veya nitelendirdiğimiz gibi olmayacak. Çünkü canı yanan insanlar var.

Eğer bir şeyler yapılacaksa bunun şu şekilde olması lazım, oradaki Suriyelilere güvenceler vererek. Dün Erdoğan’ın çok güzel bir açıklaması vardı: “Biz bize güvenenleri yolda bırakmayız” dedi. Suriyelilere şunu demeniz lazım: "Sizi Esad'a teslim etmeyeceğim. Sizin bütün haklarınızı sıfırlamayacağım. Size verdiğim destek, buradaki büyük oyunu, buradaki küresel tezgâhı bozmak için." Buna inandırmanız gerekiyor. Eğer bunları kaybedersek bütün Suriye'yi kaybederiz. Çünkü Esad dediğiniz adam nedir? 2024'te Esad'ın yaslandığı zemin Suriye'nin %3'ü bile değil. Nusayriler de bu savaşta çok kırıldılar. Orada öyle bir sosyal zemin yok. Esad, Fransızların oraya getirdiği bir kukla. Dedesi, babası İskenderun'dan gitme. Yani bütün Suriye halkını Esad'a feda etmemek lazım. Bu strateji değişikliklerini doğru anlatmak gerekiyor. Böyle bir şey olursa belki tahrik etmek isteyenler, provokasyonlar olabilir ama önlenebilir. Ama bu halkın nefretini, öfkesini veya satılmışlık duygusunu hissettirirseniz sadece askeri ve stratejik olarak değil, vicdanî olarak da kaybederiz.

Kayseri’de ve Suriye’nin kuzeyinde olan olaylar arasında bir bağlantı var mı sizce?

Buradaki olayla oradaki olay arasında bağlantı var. Kayseri’de de Suriye’de de karanlık adamlar, motorlar, arabalar, garip tipler mobilize olmuşlar. Kendi aralarında WhatsApp grupları kurmuşlar ve yoğun bilgi akışları var. Kayseri'deki hadiseyle El Bab’taki hadise arasında fark gözeten projeksiyon körüdür. Emin olun, aynısı. Hangi aktörlerin, hangi aracıların, hangi araçları kullanarak nasıl organize olduklarını biliyoruz; devlet de biliyor. Bizim de içeride yıllarımız geçti. Bundan sonra olursa yine tamamlayan unsurlar olacak. Yani bütün hesapları ikili yapacaklar. Suriyeliler üzerinden yapılacak tüm hesaplar ikili olacak. Hemen Cerablus'ta, Mara'da, Çobanbey'de, İdlib’te, Rif, Halep'te karşılık göreceğiz. Bu değişmez.

Kayseri’deki olaylara yapılan müdahaleyi nasıl yorumluyorsunuz?

Orada gereken kesinlikle yapılmadı. Gerektiği gibi müdahale edilmedi. Öncesinde ve olay anında gerekli inisiyatifin alınmadığını düşünüyorum, zaten durum da öyle. Acı bir tablo ortaya çıktı. Özellikle İçişleri Bakanlığı'nın bu konuda yetersiz olduğunu düşünüyorum. İçişleri Bakanlığı'nın göç politikasının son bir yıldır çok kötü yönetildiğini görüyorum. Ümit Özdağ olsaydı, göç politikasının başında ancak böyle olurdu. O kadar kötü yönetiliyor Göç İdaresi. Suriyelilere yapılan muamele çok kötü. Kanunî bir şey yaparsınız ve "bu böyledir" dersiniz ama son bir yıldır hiç iyi değil. Bir Türk olarak anormal rahatsızım, çünkü ortada başka örnekler de var. Mısır, Amerika, Almanya gibi yerlerde de Suriyeliler yaşıyor. Bizdeki tavır hoş bir tavır değil. Göç İdaresi'nin bu tavrı acilen terk etmesi, İçişleri Bakanlığı'nın bu konuda önlem alması gerekiyor.

Kayseri meselesinde ise bu insanların kim olduğunu zaten gördünüz; adamların hepsi kriminal vakıa, hepsi suçlu. Böyle bir ideoloji olamaz. Bunlar bir ideolojinin takipçisi değil. Bu iş başka bir şey anlatıyor. Bakanlığın bunu görmesi lazım. Olaydan sonra rakamlar vermek yerine, olaydan önce önleyici tedbirler almalıydılar. Yazık, insanların evini, yurdunu, çoluğunu, çocuğunu sokak ortasında o hale sokmak. Devletin bu olaylara kesinlikle mahal vermemesi gerekiyor. İstihbarat ve emniyetin önleyici anlamda zayıf kaldığını düşünüyorum.

Türkiye, "göç politikasını değiştirdik" deyip de herhangi bir göz yumma durumunda, binlerce askerimizin, binlerce kardeşimizin, binlerce Türk vatandaşının hayatını tehlikeye atıyor. Taciz olayında kim oraya kamera koydu? Niye koydu? O düzeni kim kurdu? İlk görüntüleri kim nasıl paylaştı? Hangi siteler paylaştı? Günler öncesinde oluşan WhatsApp grupları, günler öncesinde kurulan internet siteleri var. Bir sürü korsan site kurulmuş, birbirleriyle haberleşme ağları kurulmuş. Telegram, Signal, haberleşme odaları oluşturulmuş. Devletin bunları olaydan önce fark etmesi gerekiyor. Bu artık sadece Suriye'nin meselesi değil, gerçekten bizim bölgesel meselemiz, askeri meselemiz, stratejik meselemiz. Bu çapulculara, bu suç makinelerine, faşist, insanlık dışı yaratıklara meydan vermemek lazım. Bu insanlar Müslüman diye düşmanlar. Yarın senin başörtülü hanımını, benim başörtülü kızımı, annemi, eşimi de aynı şekilde görürler. Bu canileri ezmezsek sürekli daha da cüretkâr olacaklar. Neden İngilizlere saldırmıyorlar? Neden Ukraynalılarla dertleri yok? Bu adamların hepsi suç makinesi. Üstelik enteresan bir şey: Hiçbiri Türk değil. Hepsi gayri Türk. Burada esas olan kullandıkları ikonlar, semboller ve söylemler. Suriyeliler üzerinden Müslümanlara gözdağı veriyorlar, İslam'a ve değerlerine saldırıyorlar. Bence her aklı başında insan, Müslüman olmasa bile, toplumsal huzuru önemseyen herkesin bunu görmesi gerekiyor.

Teşekkürler

Ben teşekkür ederim