Geçtiğimiz günlerde Resmî Gazete’de RTÜK’le alâkalı yeni bir düzenlemeye yer verildi. Bu düzenleme ile RTÜK; Netflix, Puhu TV, Blue TV gibi internet kanallarının yayınlarını da denetleyebilecek. Bu karar sosyal medyada bazı kesimlerin tepkilerine hedef oldu. İnsanlar, “Para veriyorum, istediğimi izlerim.” anlayışını savunuyorlar. Bununla ilgili olarak neler söyleyebilirsiniz?
Ben de bir-iki ay kadar önce Netflix tarzı kanalların, platformların devlet tarafından denetlenmesi gerektiğini belirten uyarılarda bulunmuştum. Bu benim istediğim bir şeydi zaten; ve bunun gerçekleşmesinden memnun oldum.
Bazı gençlerden gelen tepkiler dediğiniz gibi, “Biz parasını veriyoruz, istediğimizi izleriz.” şeklinde; ama uyuşturucunun da parasını veriyor. Onu da mı istediği şekilde kullansın? Bu yanlış bir anlayış.
Bu yapımlarda eşcinsellik, uyuşturucu, hırsızlık gibi gayrı ahlâkî şeylerin yoğun bir şekilde propagandası yapılıyor...
Kesinlikle öyle... Aslında şöyle bir şey var: “Netflix” dediğimiz şey global bir proje ve bu global projeyle gençleri ulus devlet kanalından çıkartıp, dünyada kendilerinin kullandıkları bir metaya dönüştürmeye çalışıyorlar. Yani gençler üzerinden dünyada global, devletsiz, sınırsız, kültürsüz bir yeni nesil oluşturmaya çalışıyorlar. Onlar buna “yaratmak” diyorlar. “Biz gençleri yaratacağız.” diyorlar. Ray Kurzweil, “İnsanlık 2.0” kitabında, “Versiyon 1 gençlik, tanrının kullarıydı, kusurluydu. Versiyon 2 insanlığı biz yaratacağız. Onların hangi etik değerlere sahip olması gerektiğini biz söyleyeceğiz.” diyor. Aslında köklerinden koparılmış, doğduğu topraklardan koparılmış ucube bir dünya vatandaşlığı projesi adı altında bu çocuklar yönlendiriliyorlar. Netflix gibi platformlar başta eşcinsellik, sonra cinsellik; yani hem cinsellik hem de çarpık cinsellik, hem alkol ve uyuşturucu temalı yayınlar yapıyor.
Biliyorsunuz, alkol ve uyuşturucu bugün dünyadaki en büyük sektörlerden. Öte yandan dünyada silah ticareti hiç olmadığı kadar büyük bir sektör haline gelmiş durumda. İki trilyon dolarlık bir hazineden bahsediyoruz burada. Çocuklar bunlara özendiriliyor.
Netflix platformu Hollywood’u da bitiriyor aslında. Geçtiğimiz dönem bir Hollywood dönemiydi. Şimdi Netflix, dünyadaki birçok ülkede filmler yaptırarak dünya çapında bir Hollywood projesi hazırlıyor.
Örnek veriyorum “Muhafız” diye bir dizi koydular. Burada Ayasofya’yı merkeze almışlar. Ayasofya’nın altından kanlarla kalkan ölümsüzler Ayasofya’yı kurtarmaya çalışıyorlar. Kimden kurtarıyorlar Ayasofya’yı? Ne yapıyorlar? Neden Ayasofya’yı dünyaya tanıtıyorlar? Bu soruları hiç sormadık biz. Bunun çok daha ötesinde bir algı yönetimi var burada...
Dünya tek dünya devletine doğru gidiyor. Üremeyi bitiriyorlar. Üremenin artık doğal bir şey olduğunu, üreme sonucunda insanların basit bir şey yaptığını söyleyerek, artık üremeyle dalga geçer boyuta geliyorlar. Bunun yalnızca cinsel zevkten ibaret olduğu algısını yaymaya çalışıyorlar. Hazcı, bireysel hazlar üzerine kurulu, aileyi düşünmeyen, toplumu düşünmeyen, kutsal değerleri düşünmeyen, o an o hazza ulaşabilmek için etrafında ne varsa yakabilecek bir gençlik oluşturma projesi olarak bu planlar devam ediyor. Aslında küreselci ve ulusalcı kavgasının bir sonucu da diyebiliriz buna. Artık tüm dünyada ulus devletlerin gerilediği bir dönemdeyiz.
Bir vatandaş düşünün... Devletin tanıyamadığı, geçmişini bilmeyen bir vatandaşı, sosyal ağlar üzerinden bu küresel güçler çok daha iyi tanıyor. Neyi sevdiğini, neyden hoşlandığını, neyi paylaştığını çok iyi biliyor. Bu bilgiler devlette yok; ama küresel güçlerde var.
Az önce, “üremeyi durdurmayı amaçlıyorlar” dediniz. Amerika’nın Georgia eyaletinde bir anıt var. Anıtın üzerinde yazılı on iki madde var ve bu maddelerin birincisi, “Dünya nüfusunu 500 milyonun altında tut.” diyor. Oluşturulmaya çalışılan bu algı bununla mı alâkalı acaba? Bu plana paralel olarak yürütülen bir proje mi bu?
Hem Georgia eyaletindeki o anıtta, hem de genel olarak yapmak istedikleri şu: Yapay zeka çocuklar satacaklar. Yapay zekayla üretilmiş, yarı insan yarı robot çocuklar satacaklar. Ve bunlar da bir merkezden, yazılım marifetiyle kolayca yönetilebilecek. Dolayısıyla üreme azalınca nüfus da düşecek.
Elon Musk çip olayını açıkladı biliyorsunuz. “İnsan beynine çip takacağız ve bundan sonra insanlar bu çiplerle yönetilecek.” dedi. Biliyorsunuz artık kimlik kartları da çipli oldu.
Şu da var. Günümüzde modern bildiğimiz hapishaneler kapanıyor. Küresel güçlerin gözetiminde, o çip marifetiyle sizin hastaneye gitmeniz engelleniyor, marketten alışveriş yapmanız engelleniyor. Sistemin dışına itiliyorsunuz yani. Sizin her şeyiniz bu kartlara bağlı. Hastaneniz ona bağlı, kredi kartlarınız, banka kartlarınız ona bağlı, nakit paranız ona bağlı... Artık modern bildiğimiz hapishaneler bitiyor ve kartlı hapishaneler başlıyor. Kartınızı bir hafta bloke ediyorlar mesela ve siz hiçbir şeyden yararlanamıyorsunuz dünyada. Yaşarken ölmek gibi bir şey bu aslında. Buraya doğru gidiyorlar. Herkesi sistemin içine almaya çalışıyorlar. Sistemin dışında kalanlara da yaşam şansı vermiyorlar. Uzun vadede bunları göreceğiz...
Nüfusu da 500 Milyona düşürmek istiyorlar. Çünkü yönetebildikleri bir dünya istiyorlar. Dünyadaki yüzde doksan dokuzluk ezici çoğunluğun, kalan yüzde birlik azınlıktan daha az bir geliri var. “Yüzde doksan dokuzluk bu çoğunlukla uğraşmak yerine yapay zeka robotlar bize hizmet etsin.” diyorlar. Onlar ahirete inanmadıkları için, dünyayı kendi düşündükleri gibi bir cennete dönüştürmeyi istiyorlar. Onlara göre herkes kendilerine hizmet etmeli veya dediğim gibi dünyanın her yerinde kendilerine hizmet edecek yapay zeka robotlar olmalı. Onlarla ters düşecek hiç kimse üremesin ve büyümesin istiyorlar.
Türkiye’de Netflix gibi yapımların etkisini görüyor muyuz?
Şöyle... Beni “La Casa De Papel” dizisinden haberdar eden on dört yaşında bir çocuk. Bir akrabamızın çocuğu. “Bu diziyi izledin mi Said Abi?” diye beni aradı. Oysa normal olarak o çocuk o diziyi izleyemiyor. Yani izleyememesi lazım. Zaten +18 bir yapım. Argo, şiddet ve cinsellik içeren bir dizi; ama ben bunu on dört yaşındaki o çocuktan duydum işte. İşin tuhafı, “Anne-babalar çocuklarını denetlesin.” diyoruz ya hani, anne-baba denetleyemiyor. Anne-baba Netflix’in ne olduğunu bilmiyor ki... Fakat çocuk, internetten bir mail marifetiyle, sanal kart marifetiyle buraya üye olabiliyor. Zaten ilk bir ay ücretsiz. Bu bir aylık ücretsiz üyelikten sonra çocuk, başka bir maille yeniden üye oluyor. Zaten o bir aylık süre zarfı içerisinde oradaki tüm popüler şeyleri izleyebilirsiniz. Çocuk da bu şekilde izliyor ve tabiri caizse artık aşıyı alıyor. Aşıyı aldıktan sonra aile devreye girdiği zaman da “Ben özgürüm, istediğimi izlerim.” meselesine dönüyor iş.
Netflix’in her yerde reklamı yapılıyor. Netflix, reklama bu kadar bütçe ayırabilecek kadar kazanıyor mu sizce?
Hakikaten çok dev yapımlar. Netflix’in abonelerden aldığı ücretle ayakta kalması mümkün değil. Bunda başka şeyler var. Türkiye’nin her yerine afişler astılar. En dar sokağa, en ücra caddeye kadar Netflix’in filmlerinin afişleri asıldı. Bu bütçeyi sağlamaları mümkün değil. Türkiye’deki televizyonlar bunu yapamıyor. Onun için başka bir şey var. Toplumu dönüştürmek istiyorlar, bunca yatırım bu yüzden. Toplumun o dizilerdeki mesajları almasını istiyorlar. Bunun için de özellikle gençler hedef noktaları. Kimlere ulaşacaklarını çok iyi biliyorlar. Mesela bir anne veya baba çok fazla görmez Netflix’in reklamını. Çünkü hedef kitlenin dışındalar. Genç yaşlardaki çocuklara çok rahat ulaşabiliyorlar. Nereye hangi reklamı vereceklerini ve kimi nerede yakalayabileceklerini çok iyi biliyorlar. Onun için de çok çabuk büyüdüler Türkiye’de. Türkiye pazarına çok önem veriyorlar. Seksen milyonluk dev bir pazar ve yarısı genç nüfus. Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip ülke burası. Türkiye’nin etki alanlarını da göz önünde bulundurarak Türkiye’yi çok önemsiyorlar.
Devlet sürekli reaksiyon halinde değil mi? Önlemi önceden alamıyor. Denetleme getiriyor; fakat gençler o zamana kadar zehri almış oluyorlar. Denetlenen veya kapatılan platformların yerlerine, onlara muadil yerli ve millî bir şey koyulamıyor. O boşluk doldurulamıyor.
Bir kere bu denetlemeyi sen çok geç getiriyorsun. Sen getirene kadar Netflix’i öğreniyor çocuk. Pisliği dibine kadar görüyor ve bunun kurnazlığını da öğreniyor. “Türkiye buna kısıtlama getirirse biz de Almanya üzerinden üye oluruz.” diyor. En baştan bunun patlayacağı öngörülüp, alternatif bir dijital platform kurulsaydı belki çocuklar oradan izleyecekti. Geç kalındı, bir kere zehir damara girdi artık. Dizide on tane güzel bölüm var, bir yerde algı yönetimi yapılıyor. Bala bulayıp zehir veriyorlar. Biz de yiyoruz.
Aynı platformlar bu tip algı yönetimleriyle eşcinselliği ve LGBT’yi, bunlar üzerinden de pedofiliyi, çocuk istismarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Artık kadın-erkek ilişkileri para etmiyor Batı’da. Çünkü bu meşrulaştı, kolay ulaşılabilir ve normal bir hale geldi. Ama çocuklar öyle değil. Bu büyük bir ahlâksızlık ve kesinlikle normalin dışında. Dolayısıyla çocuk bedeni, cinsel içerikli çocuk filmleri Batı’da para ediyor. Avrupa’da binlercesi Suriyeli olmak üzere on binlerce çocuk kayboldu ve bu çocuklar artık Batı’da bir sektör haline gelmiş pedofili yayınlarında çalıştırılıyorlar. Bunu, aile kurumunu yıkarak, eşleri birbirinden ve çocuğu aileden kopararak Türkiye’de de yapmaya çalışıyorlar. Önlem alınması zarurî...
Konu aileye gelmişken... Hukukçular, boşanmalarda sosyal medyanın çok büyük bir etkisinin olduğunu söylüyorlar. Bir dijital medya yazarı olarak siz bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bir taraftan evlenme oranları azalırken, bir taraftan da boşanma oranları artıyor. Hem boşanmalara verilen teşvikler, hem “İstanbul Sözleşmesi” gibi kadını çok ön plana çıkartan şeyler... Düşünün şöyle bir kanun var: “Kadının beyanı esastır.” Kadının beyanı ile kocasının kadına yaklaşamaması, dul maaşı bağlanması, nafaka vesaire gibi şeyler boşanmayı teşvik eden unsurlar aslında. Hatta şöyle vakalar da var: Boşanıyorlar, maaş bağlanıyor; ama aynı evde yaşamaya devam ediyorlar. Bu tür ucube durumlar da maalesef söz konusu. Avukatlar da boşanma işlerine daha çok önem veriyorlar. Kolay bir iş... Cinayet yok ortada, suç yok, ceza yok... Kolayca paralarını alıyorlar. Avukatlar da seviyorlar boşanma davalarını bu yüzden.
Bir de televizyonlar artık insanlara her şeyi gösteriyor. Baktığınız zaman herkes model. Çok af edersiniz, Instagram’a baktığınız zaman sümüklü kızların bile sanki modellermiş gibi fotoğraflar koyduğu bir platforma dönüştüğünü görüyoruz artık. Herkes çok seksi, herkes çok yakışıklı, herkes çok güzel, herkes kendini teşhir ediyor. Bu şartlarda evli kalmak kolay olmuyor ve her kesime de makul gelmiyor. Öte yandan baktığınız zaman, bugün 100-150 bin liradan aşağı bir evlilik yapılamıyor.
Az önce bahsetmiş olduğum yapay zeka robotlar evliliği de bitiriyor. 2018 yılı itibariyle insanlar yapay zeka bir robot alıp onunla hayat geçirebiliyorlar. İnsan, insandan soğumaya başladı artık. Baktığımız zaman insanlar, “Ben niye birisine mecbur kalayım? Niye her şeyimi birisiyle paylaşayım?” şeklinde maddi düşünmeye başladılar. İnsanlar artık bireyci ve bir kısmı artık, “Param var ve bireysel olarak mutluyum, ikinci kişiye neden ihtiyaç duyayım?” anlayışındalar.
Peki bu anlayışı düzeltme, kültürümüzü ve ailemizi koruma noktasında hem bireysel hem de sistem çapında neler yapılabilir?
Bugün Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin çoğunda evlilik bitmiş durumda, alkol ve uyuşturucu had safhada, silah kullanımı en yüksek noktaya ulaşmış. Toplum diye bir şey kalmamış. Onlar gidecekleri yere ulaştı, biz hâlâ yoldayız, direnmeye çalışıyoruz, sancı çekiyoruz. Bugün Avrupa’da, Amerika’da insanlar maneviyata koşmaya başladılar. Doğu mistisizmine özeniyorlar, İslâm’a özeniyorlar. İslâm bugün Amerika’da hızla yayılıyor. Bir ara Budizm’e doğru çok ciddi yönelmeler oldu, orada aradıklarını bulamadılar. Şu an Batı’nın korktuğu şey insanların İslâm’a yönelmesi ve ben, yapay zeka robot çalışmalarından sonra, yani bundan 20-30 sene sonra Batı’dan Doğu’ya ciddi insanî göçlerin başlayacağını düşünüyorum. İnsanlar insanca yaşamak için Doğu’ya göç edecekler.
Yani Batı insanının zihninin arka planında Doğu medeniyetleri var, Batı insanı “Yaşanmaya değer hayat”ın İslâm’da olduğuna mı inanıyor?
Şu anda Hristiyanlık bir müze dini haline gelmiştir, Yahudilik bir müze dini haline gelmiştir. Hinduizm, Budizm vesaire artık butik birer turizm dini haline geldiler. Bugün dünyaya söyleyecek sözü olan tek medeniyet İslâm medeniyetidir. Onun için de İslâm medeniyetinin tırnaklarını sökmeye çalışıyorlar, evcilleştirmeye çalışıyorlar. Ne zaman ki evcilleştirebilirler, ne zaman ki kapitalistleştirebilirler, o zaman İslâm’ı da çok severler. Ama İslâm onlara, onların istedikleri şeyleri söylemiyor. Alternatif bir dünya sunuyor ve onlar bu alternatif dünyayı istemiyorlar. Onun için de İslâm’ı itibarsızlaştırmaya, Doğu toplumlarını itibarsızlaştırmaya, terörle eşdeğer hale getirmeye çalışıyorlar. Yani “Bize yâr olmayan bu çocuklar, size de yâr olmasın.” demeye çalışıyorlar.
Batı insanının ciddi anlamda İslâm’ı araştırdığını, Batı’da Kur’an-ı Kerim satışlarının patladığını ve insanların artık İslâm’ın mesajının ne olduğunu merak ettiklerini görüyoruz. Fakat bizim gibi hâlâ Batı’ya özenen, Batı’nın vardığı yere varmaya çalışan toplumlar oraya vardıklarında anlayacak neyin ne olduğunu. Ben her zaman “Türkiye’deki insanları tek tek bir dışarı çıkarıp sonra geriye almak lazım.” diyorum. Biz yaşadığımız, içinde olduğumuz o değerlerin kıymetini bilmiyoruz. Bu değerleri kaybetmeye başlayınca anlıyoruz o değerlerin kıymetini ve panikliyoruz.
Gençler arasında Deizm yükseliyor. Deizmin bir sonraki aşaması da Ateizm. İmanlı çocukları birdenbire ateist yapamayacakları için Deizm üzerinden Ateizme taşıyorlar. Böyle de bir planları var. Düşman çalışıyor ve çalışacak. Peki biz ne yapıyoruz? Türkiye’deki dinî önderler, dinî kurumlar neler yapıyor? Daha sistemli çalışılması lazım, daha çok içerik üretilmesi lazım. Bakın adamlar belgeseller yapıyor, filmler yapıyor; ama bizim insanlara sunabileceğimiz, Hz. Peygamber’in hayatını anlatan Çağrı’dan başka filmimiz yok. İslâm’ın doğuşunu, yükselişini ve adaletini dünyaya anlatacak bir filmimiz yok. Filmi bırakın kısa filmimiz yok, kısa filmi de bırakın görsellerimiz yok, çocuklar için çizgi filmlerimiz, animasyonlarımız yok... Bugün dünyada artık sanatla, teknikle, bilimle ciddi çalışmalar yapılıyor. Bizim hızlıca bu alana girmemiz lazım. Girdiğimiz zaman onlar bizimle baş edemeyecekler.
Bizim kaliteli çocuklarımızı da çekip kendi içlerine alıyorlar. Bizim zeki çocuklarımız, bilim adamlarımız, girişken çocuklarımız maalesef Türkiye’de veya Doğu toplumlarında tutunamayıp Batı’nın kapısında bekliyorlar. Bugün Suriye’deki bilim insanları, mühendisler, girişimci çocuklar Avrupa’nın kapılarında temizlik yapıyorlar ya da o toplama kamplarında bekliyorlar. Doğu toplumu olarak bizim tekrar ayağa kalkmamız lazım. Dijitali de kullanarak tekrar bir araya gelmemiz lazım. İçerik üretmemiz lazım. Dönen oyunları da anlatmamız lazım. Görmezden gelerek hiçbir yere varamayız. Bir anne-baba çocuğunu “İnternete girme.” diyerek kurtaramaz. İnterneti çocuğundan daha iyi bilerek kurtarabilir. Çocuk belgesel izleyeceğim diyor, bir tane belgesel izliyor; ama arkasından üç tane de dizi izliyor. O diziler de ifsad ediyorlar. Hakikaten çok büyük bir ifsad var. Ama yılmadan mücadelemize devam edeceğiz tabiî. Bu iş tersine dönecek, dönmek zorunda.
İnsanların maneviyat arayışları arttı artık. Artık insanların inzivaya çekilme istekleri arttı.
Bakın Manchester Üniversitesi İngiltere’de 55 bin kişiyle bir anket yaptı. Dev bir anketti bu ve gençlerin artık marka kullanmadıklarına, dinden uzaklaştıklarına, öz bakımlarını yapamadıklarına ve tamamen kendilerini saldıklarına, yalnızlaştıklarına dair bir sonuç ortaya çıktı. Bunun sonucunda İngiltere’de “Yalnızlar Bakanlığı” kuruldu. Gidişat buraya doğru. Şöyle: Akıllı insan var, zeki insan var. Akıllı kendi başına gelince ders alır, zeki başkasının başına gelince ders alır. Biz Türkiye olarak zeki olmak zorundayız. “Hadi biz de deneyelim, o noktaya gelelim, çocuklarımızı kaybedelim, ondan sonra aklımız başımıza gelsin.” deme lüksümüz yok.
Batı toplumlarının İslâm’ı araştırdığını, merak ettiğini ve aradıklarını İslâm’da bulduklarını söylediniz. Doğu toplumları özlerini kaybederken Batı toplumlarının İslâm’a yaklaşmasına binaen “İstikbâl İslâmın’dır!” ve “önümüzdeki süreç bir İslâm çağıdır.” diyebilir miyiz?
Evet tabiî ki. İstikbâl İslâm’ındır. Ama biz buna hazır mıyız? Bizim bugün kaç tane İngilizce, Almanca, Fransızca bilen çocuğumuz var? Batı’ya davet yapabilecek ve gelenlere İslâm’ı anlatabilecek kaç tane gencimiz var? Kendi bilmediğimiz ve yaşamadığımız İslâm’ı nasıl anlatacağız o insanlara?
Daha çok yakın bir zamanda bir rektör geldi, İstanbul’da Müslüman oldu. Tanıştık, birlikte gezdik, sohbet ettik. Adam öyle şeyler söyledi ki biz ondan yeni şeyler öğrendik. Biz bu gelecek insanlar için hazır mıyız? Bugün insanlara İslâm’ı anlatabilecek durumda mıyız? Birisi, “Hadi bana İslâm’ı anlat.” dediğinde ne diyeceğiz?
Bence dijital içerikler üretmeye ve dijital davetçilere ihtiyacımız var. Bunun için gençler yetiştirmeliyiz. Bunun için projeler yapılmalı, bunların okulları açılmalı. Diyanet başta olmak üzere dinî kurumlar ve STK’lar bunlara ciddi bir şekilde kafa yormalı. Bugün kendi dilimizde, kendi çocuğumuza İslâm’ı anlatamıyorsak, bir İngilize, bir Amerikalıya, bir İsveçliye, bir Japona, bir Çinliye nasıl anlatacağız?
İstanbul’a milyonlarca turist geliyor, camilerimizi geziyorlar, o tarihi görüyorlar ve bunlar dikkatlerini çekiyor; sorular soruyorlar. Bu adam sorduğu sorunun cevabını alamazsa, cevap veremeyen Müslüman vebal altında kalmaz mı? Mesela bir Hristiyan’a şunu söyleseniz şaşırıp kalır: İncil’de Hz. Meryem’in adı hiçbir yerde geçmiyor; ama Kur’an-ı Kerim’de defalarca geçiyor. “Hz. İsa da bir İslâm peygamberiydi ve biz onu sizin sevdiğinizden daha çok seviyoruz.” deseniz bir Hristiyan şok olur. Ama bizim kaç tane gencimiz bunu söyleyebiliyor?
Batı, Doğu toplumunu da kendine benzetmeye çalışıyor ve diyor ki: Bana yâr olmayan genç, onlara da yâr olmasın.
Az önce bahsettiğimiz gibi İstikbâl İslâm’ındır; fakat bizim de en kısa süre içinde eksiklerimizi tamamlamamız gerekiyor.
Teşekkür ederiz.
Rica ederim.
Baran Dergisi 657. Sayı