100 yıldır Kemalizm denen zehir gençlere enjekte edilmekte ve gençlerin ahlakını, imanını bozmakta. Son zamanlarda muhafazakâr bazı çevrelerin dahi Mustafa Kemal’i savunduğunu görüyorum. Halbuki 20 yıl öncesine kadar gençlerin, yani zerre iman sahibi olan insanların Kemalizm’e lanet ettiğini biliyorum.
İbrahim Kaya Kimdir?
İbrahim Kaya, 33 yaşında olup Diyarbakır doğumludur. Babasının yanında İslâmî eğitim almaya başlayan Kaya, 12 yaşından itibaren medreselere girmiş ve 17-18 yaşlarında medrese mezunu olarak icazet almıştır. Eğitim hayatının büyük bir kısmını, gramer alanında ün kazanmış olan Tillo medreselerinde sürdürmüş, bu medresenin kurucusu olarak tanınan meşhur Şeyh Molla Burhaneddin Hazretleri’nin mirasını benimsemiştir.
Medrese tahsilini tamamladıktan sonra, yükseköğrenim için Ezher Üniversitesi'ne gitmiştir. Ancak, tahsili sırasında yaşanan darbe nedeniyle Dicle Üniversitesi’ne yatay geçiş yapmıştır. Üniversite eğitimi süresince medreselerde ders vermeye devam eden Kaya, ilahiyat eğitimini tamamladıktan sonra hayatını tamamen medreseye vakfetmiştir. 2020 yılı itibarıyla hadis ilmini yaymak amacıyla “Hadis ve Siyer Araştırmaları” adıyla müstakil bir medrese kurmuştur. İbrahim Kaya, Doğu ve Batı geleneğini birleştirmek amacıyla hocalarla yoğun bir çalışma yürütmektedir.
Memleketin manzarasına baktığımızda her yönden bir bozulma yaşıyoruz. Ahlaksızlıktan sapkınlığa, intiharlardan cinayete varana kadar büyük bir bozuluş var. Bu vaziyeti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Allah’ın buyurduğu üzere, “Allah Resul’ünde sizin için; Allah’a ve ahirete kavuşmayı uman ve Allah’ı çok çok zikreden kimseler için her bakımdan uyulması gereken mükemmel bir örnek vardır.” Madem ki öyledir, gelin onun üzerinde ilerleyelim. Allah Resulü Medine’ye geldiğinde, Buâs savaşlarından ötürü Hazreç ve Evs kabileleri birbirini kılıçtan geçirmiş, intiharlar yaşanmış, çocuklar defnedilmiş ve herkes birbirine saldırır hale gelmişti. Hatta bir kabile diğerine ters baktığı için akşam ona kılıçla saldırıyordu. Böyle bir dönemde Allah Resulü onlara Kur’an-ı Kerim’in direktiflerini getirdi. Her hutbesinde Nebevî öğütler vererek onları hizaya getirdi. Sahabe-i Kiram şöyle diyordu: “Allah Resulü Medine’nin ilk dönemlerinde öyle hutbeler verirdi ki, neredeyse minber sallanırdı.” Çünkü Allah Resulü bir nesil yetiştirmeye çalışıyor ve bunun sadece Kur’an ve Sünnet’le mümkün olacağına inanıyordu. Sonunda bunu başardı; yeryüzünün en medeni şehri Medine-i Münevvere haline geldi. Bizim ülkemiz başta olmak üzere dünyadaki tüm ülkeler cinayet, intihar ve diğer kötülüklerden ancak Kur’an ve Sünnet’in ipine tutunarak kurtulabilir. Allah Teala buyuruyor: “Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.” Bugün, içimizdeki ulemadan ümeraya, kadınlardan çocuklara, çocuklardan yaşlılara kadar eğer hepimiz Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı tutunmuyorsak ve bundan ötürü ulemadan bazıları bile tutunmuyorsa, Allah Teala bize saadet ve güzelliği nasip etmeyecektir. Gözümüzün önünde çocuklarımız eriyecektir. Tek bir çözüm var, Muhammedî direktiflere sarılmak ve onları hayatımıza tatbik etmektir.
Hazreti Ömer, bir orduyu bir bölgeye gönderdiğinde, ordu bir mektup gönderip “Ey müminlerin emiri, fethedemiyoruz, destek istiyoruz,” diye haber gönderdi. Hazreti Ömer, “Size ordu ve azık göndermeyeceğim, zira aranızda sünneti uygulamayan var,” dedi. Araştırdıklarında, bazı askerlerin misvak kullanmadığı ortaya çıktı. “Onu kullanın ve zafer için bekleyin,” dedi. Böylece Müslümanlar cihaddan zaferle döndüler. Günümüzde Müslümanlar sünneti hafife alıyor. Üstelik temel meseleler varken basit, fer’i konular üzerinde durarak hem sünnete hem farzlara zarar veriyorlar. Hem de vacibe taalluk eden meselelere halel getiriyorlar. Bu yüzden Muhammedî direktiflere muvaffak olamıyorlar. Tek çözüm; Allah Resulü’nün eteğine sımsıkı sarılmaktır. Buna inanıyorum ki Müslümanlar bunu yaparsa muvaffak olacaklardır.
Özellikle Deizm ve agnostisizm propagandası ve hadis düşmanlığı hat safhaya ulaştı. Gençlerin içine düştüğü bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Memleketimiz ve tüm Alem-i İslâm’ı göz önünde bulundurarak şöyle söyleyebilirim: Deizm, agnostisizm ya da hadis düşmanlığı gibi düşünceler olabilir. Bu akımların Hindistan ve Mısır’dan çıktığını görebiliyoruz. Örneğin, hadis düşmanlığı anlamına gelen Mealizm Hindistan’dan Mısır’a, oradan da memleketimize sıçradı ve 40 yıla yakındır ilahiyat camialarında etkili oldu. Bu kişilere televizyonlarda, kanallarda ve her türlü platformda yer verildi. Dış düşmanlarımız da onlara lojistik anlamda destek sağladılar. Cumhuriyet’in gelmesiyle birlikte ise alimler ortadan kaldırılmış, idam edilmiş; medrese ehli, akademik birikime sahip üstatlar sahalardan çekilmiş ve zihniyet olarak batıl olan kişiler sahaya sürülerek gençlerin önüne konulmuştur. Bu kişiler, yıllarca gençleri bu şekilde zehirleyip yönlendirdiler.
Örneğin, Mustafa Sabri (rahimehullah) Mısır’a geldiğinde “Kur’an bize yeter” anlayışıyla karşılaşıyor. Bu duruma dayanamayıp “Mevkıfu'l Akl” adlı bir kitap yazarak bu anlayışa savaş açıyor ve onların delillerini çürütmeye çalışıyor. Bizim sistemimizde de sıkıntı olduğuna bir örnek verebilirim: Bugünkü ilahiyatların kuruluş amacına baktığımızda, acaba ilim ve irfan dağıtma amacıyla mı yoksa bir proje adına mı açıldıklarını sorguluyorum. Bugün ilahiyatlarda ders verenlerin çoğu bozuk bir itikada sahip. Dicle Üniversitesi’nde okumuş bir genç olarak, tefsir dersini veren hocanın tarihselci, hadis dersini veren hocanın ise hadis inkarcısı olduğunu gördüm. Felsefe dersini veren hocalar cami cemaatinden geri kalmazken, Kemalist sistemin sunduğu hocaların genel durumu ne yazık ki perişan.
Buna ek olarak, Said Hatipoğlu tarafından tercüme edilen “İslâm Kültürü Araştırmaları” adlı bir kitabın ilahiyat öğrencileri arasında yaygın şekilde satın alındığını öğrendim ve çok şaşırdım. Bu kitaba bir reddiye vermek amacıyla yaklaşık bir yıldır çalışıyoruz, çünkü çok iddialı ve mesnetsiz şeyler anlatıyor. Kitap, 40 hakikat anlatırken 1 batıl bilgi sunarak insanları zehirlemeye çalışıyor. Bu kitabın içindeki çarpıcı yanlışları görünce gençlerin nasıl zehirlendiğini fark ettim. Anladım ki ilahiyatlar kuşatma altında. Oryantalistlere gerek kalmamış; misyonerler ve mealciler, yani kuzu postuna bürünmüş kişiler onların görevini üstlenmiş durumda.
Bu durumun ortadan kalkması için sahada 10 senedir mücadele veriyoruz. Yakın zamanda gençleri hadis düşmanlığıyla zehirleyen biriyle bir münazara yaptık, Allah’a hamd olsun, o kişinin psikolojisinin bozulduğunu gördük. Çünkü bu tiplerin odak noktaları kitleleridir; kitlelerine göre hareket ederler. Bu sayede onların asıl gayesinin hakikat olmadığını anlıyoruz. Bu mücadeleyi her platformda vermemiz gerektiği kanaatindeyim. Çünkü bu kişilere birçok platform tarafından ciddi destek sağlanıyor. Biz destek görmesek de inanıyoruz ki Hakk’ın olduğu yerde, er ya da geç Hakk batıla galip gelecektir.
Sadece mealcilik değil, Deizm ve Agnostizm de aynı şekildedir. Yakın zamanda Türkiye’de bir genç rezil olmuştu ve onun rezaletinin ardından birçok genç Agnostizm’den uzaklaştı. Türkiye’de Deizm ve Agnostizm gençler arasında bir özenti haline geldi; “Ben Allah’a inanmıyorum” demek maalesef moda oldu.
Türkiye’de başta Filistin meselesi olmak üzere, toplumsal yozlaşmalara ve hukuki problemlere varana kadar birçok sorun; hocalar eliyle masaya yatırılması gerekirken, suya sabuna dokunmayan basit meselelerle gündem meşgul ediliyor. Hocaların özellikle hangi meseleleri ele alması ve şuurlara oturtması gerekiyor?
Bunu Peygamber Efendimizin bir hadisiyle açıklamak istiyorum: “Bir gün gelecek, düşmanlarınız leşlerin üzerine üşüşen akbabalar gibi sizin üzerinize üşüşecek.” Ashab, “Azınlık olduğumuz için mi?” diye sorunca, Allah Resulü, “Hayır, o gün ihtilaf içinde olacağınız içindir,” diyor. Dikkat ederseniz, iki milyardan fazla Müslüman nüfusu var ama alimlerden akademisyenlere, müderrislere kadar herkes bugün fer’i meseleleri konuşuyor. Esas olan namaz ve cihad gibi meseleler varken, herkes “benim şeyhim, benim üstadım, benim medresem” diyerek bağlı olan insanları kendi peşinden sürüklüyor ve kitlelerini bu şekilde kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyor. Efendimiz, “Ümmetim için en çok korktuğum, insanları saptıran öncülerdir” buyuruyor.
Birçok cemaat, Gazze ile ilgili henüz herhangi bir açıklama yapmadı, olup biteni konuşmuyorlar bile. Bu yüzden fer’i meseleler yerine esas meselelere odaklanmalıyız. Gazze hakkında açıklama yapmamış cemaatlere ve hocalara şunu hatırlatmakta fayda var: Bu dünyanın bir de ahireti var ve ahirette rüşvet geçmez. Allah Resulü, ümmetinin başına bunlar gelirken sükûtu kabul etmez. Bu sebeple çağrım şudur: Meşayıh ve ulema, bu cihad konusunda kesinlikle adım atmalıdır.
Toplumda oluşan tüm problemlerin ana kaynağı Kemalist rejim iken herkes problemlerin bir parçasını görüyor ve asıl probleme değinmiyor. Toplumu baştan aşağıya yeniden dizayn edecek İslâmi bir sistem gerekmiyor mu? Siz ne düşünüyorsunuz?
Bunu Peygamber Efendimizin direktifleriyle açıklamak istiyorum: Allah Resulü diyor ki, “Beş asır yaşanacak: Asr-ı Nübüvvet, Asr-ı Hilafet, Asr-ı Saltanat, Asr-ı Ceberrut.” Şu an yaşadığımız asır, Asr-ı Ceberrut, yani İslâm’ı bitirme projesinin yaşandığı dönem. Hilafet 100 yıldır ilga edilmiş durumda. 100 yıldır Kemalizm denen zehir gençlere enjekte edilmekte ve gençlerin ahlakını, imanını bozmakta. Son zamanlarda muhafazakâr bazı çevrelerin dahi Mustafa Kemal’i savunduğunu görüyorum; “Neticede o savaşmış” minvalinde savunuyorlar. Halbuki 20 yıl öncesine kadar gençlerin, yani zerre iman sahibi olan insanların Kemalizm’e lanet ettiğini biliyorum. Şimdi maalesef tam tersi oluyor. Kemalizm, Müslümanın Müslümanca yaşamasına izin vermiyor. Ayrıca bu Kemalizm’in altında da Yahudilik yatıyor. Her şeyiyle Yahudi gibi ve Yahudiye bağlı. Kemalizm’in sinsiliği de Yahudilikteki gibi. Önce Müslümanları yanına çekti Meclis’te, daha sonra hepsini iptal ederek düşmanlarımızı koynumuza soktu ve geri döndüğünde de yaptığı işlere karşı çıkan tüm âlimleri astı… Ama inanıyoruz ki hilafet asrının gelişi yakındır. Gazze’deki uyanış da bunun bir göstergesidir. Yahya Sinvar’ın şehadeti ve Gazze’deki mücadele, global çapta bir dirilişe ve uyanışa vesile olacaktır.
Türkiye Filistin olayında yeterli desteği sağlayabildi mi? Müslümanların bu durumda neler yapması gerekiyor.
Bu konuda, Türkiye başta olmak üzere 57 İslâm ülkesinin Filistin’e gerekli desteği vermediği kanaatindeyim. Yapılan açıklamaların ise tamamen bir edebiyat olduğuna inanıyorum. Çünkü biz henüz yardımları Filistin’e ulaştıramıyoruz. Medine’de Müslümanlar açlıktan kıvranırken Hz. Ömer, Mısır’a gönderdiği mektupta Amr b. As’ı adeta tehdit edercesine, “Kardeşleriniz açken nasıl rahat edersiniz,” diyerek bu şuuru aşılıyor. Ancak bize, “Size ne Araplardan,” diyorlar. Oysa onlar bizim kardeşlerimiz; “Müminler ancak kardeştir,” ayeti var. Onlar, bizim canımızdan daha yakındırlar ve bizim izzetimizi koruyorlar. Ne yazık ki Müslüman devletler bu konuda yeterli desteği sağlayamadılar; sadece kaymağını yiyorlar.
Aylık Baran Dergisi 33. Sayı, Kasım 2024