Tayyar Tercan: Müslümanların zafer kazanması Batıcıların korkularını, kabuslarını artırıyor Tayyar Tercan: Müslümanların zafer kazanması Batıcıların korkularını, kabuslarını artırıyor

LGBT-İ adıyla ortaya çıkan hareketle gündeme gelen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” uygulamasının ilgisi nedir, açıklar mısınız?
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” adlı bir proje var. Küresel bir projedir. Bu bizim toplumumuzda hep yanlış anlaşıldı. Yanlış anlatıldı, yanlış algı yönetimi yapıldı. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kadın-erkek eşitliği olarak anlaşıldı. İşin aslı öyle değildir. Bu proje sadece Türkiye ile de sınırlı değil. Özellikle 2010’dan itibaren bütün dünyada “kadın-erkek eşitliği geliştiriliyor” gibi ifade ve sloganlarla aile müessesesinin altı oyuldu. Aile yok edilmeye çalışılıyor. 

Bu proje ne anlatıyor?
Kadınla kadının, erkekle erkeğin evlenebileceğini savunuyor. Birçok Avrupa ülkesinde yasalarla koruma altındadır. “İstanbul Sözleşmesi” bu projenin altyapısıdır. Bu sözleşmede LGBT öne çıkarılmıyor ancak dikkat ederseniz sözleşmede, “aile” kavramı yerine “ev içi” ifadesi kullanılıyor. Biliyorsunuz, resmi makamların denetimi dışında imam nikâhı da yaptırılarak bir aile kurumu oluşturuluyor. Ancak sözleşmede geçen “ev içi” ve “birlikte yaşama hakkı” ile ne resmi ne de imam nikâhı şartı kalıyor. Dolayısıyla bu “birliktelik” hiç bir akde dayanmayan, tamamen keyfîdir ki, toplumumuzda bunun karşılığı zinadır. İşte bunu legalleştirmek istiyorlar. Kanunda, bunun da “aile” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, aileyi ilgilendiren durumlar neyse bu “birlikte yaşama” da eşitleniyor.

Tam olarak neyi amaçlıyorlar?
İnsanları, gençlerimizi, ideolojiden, politik görüşten, dinden ve gelenekten uzaklaştırarak ahlâkî kurallara kayıtsız, kimliksiz bir hale getirme amacı taşıyorlar. Günü birlik hayattan başka gayesi olmayan, hazlarından, şehvetinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen ve güdülmesi kolay bir toplum haline getirmek istiyorlar.

Sürü...
Evet. Bununla da tüketim toplumu amaçlanıyor. Çünkü kapitalizmin amacı bu. “Yeni Dünya Düzeni”nin bir alt başlığı da budur. Bunun diğer versiyonu, “dijital para”, yani kripto para dediğimiz şeye geçiştir. Bu da insanları köleleştiren ikinci bir adım. Bunun da altyapısı kuruluyor. Ayrıca “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” dedikleri şey, fiilî olarak kaldıramadıkları sınırları hafızalardan kaldırmak... Yani insanların ülkelerine olan aidiyet duygularını yok etmek, dinî, millî, vatanî duygularını yok etmek. Buradan hareketle ortaya “dünya vatandaşı” çıkarmaya çalışıyorlar. Bütün hedefleri bu. 

Küresel destekçileri kimler?
Bu projenin finansörlerine baktığınız zaman Ford Vakfı, Soros Açık Toplum Vakıfları yanında ayrıca AB fonları var. Bunlar dışında İstanbul LGBT Dayanışma Derneği, Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos GL), Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği gibi dernekler var. Bu fon ve yardımları ailelerimizin güçlendirilmesi için yapmıyorlar. Avrupa’da doğurganlık ve doğum oranları hızla düşüyor. Bazı ülkelerde sıfıra yaklaştı. Dolayısıyla İslâm ülkelerinde gördükleri doğurganlık ve nüfus artışını engellemek için bu tür projeleri İslâm ülkelerinde uygulamaya çalışıyorlar.

Katolik Kilisesi bile buna itiraz etmişti..
İsrail’in hahamları da itiraz ediyor. Rusya Ortodoksları da itiraz ediyor. Rusya’da 2012’de “onur yürüyüşü” dedikleri faaliyet yasaklandı. Buna ilaveten o tarihten itibaren ilgili mahkeme 100 yıl boyunca Moskova’da bu faaliyeti yapmaktan men etti.

Bu Haziran’da daha önce görülmemiş çapta LGBT destek kampanyaları yürütüldü. CHPli belediyeler tam destek verdi. Bu beklenmiyor muydu, nasıl bu kadar rahat olunabiliyor?
“İstanbul Sözleşmesi”nde bunun altyapısı var. Orada, “bu proje aynı zamanda sivil toplum örgütlerince, gençlik ve spor kulüplerince desteklenebilir” deniliyor. Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz, Fenerbahçe kulübü bir açıklama yaptı resmi hesabından “Bizde toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimini verecek ekibimiz hazır” şeklinde duyuru yaptı. Belediyeler de bu sözde meşruiyete dayanarak destek veriyorlar. Açık konuşalım, bu sözleşme 11 Mayıs 2011’da İstanbul’da imzaya açıldı. 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. Bu yasa AB’ye uyum süreci yasalarının ürünüdür. Türkiye bu yasaya şerh koymamıştır. Sözleşme, kamu ve STK’ların “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusunda eğitim vermesini öngörmektedir. TBMM isterse bu yasayı iptal edebilir, etmelidir. Kanun metninde açıkça belirtilmese de, LGBT’liler koruma altına alınırken faaliyetlerinin yasallaştırılması isteniyor (Mad: 4/3). Aynı kanunu Almanya, ancak 2018’de kabul etti. 27 devlet bu sözleşmeyi kabul etmiş oluyor. Buradan güç alınıyor. Mesela Google, iç yazışmalarında aile kavramını yasakladı. Avrupa’da birçok alışveriş merkezinin otoparkında çocuklu aileler için ayrılan yerlerde mesela el ele çocuklu aile resmi vardır. Bu resimler artık değiştirilmiş, kimliği cinsiyeti belirsiz iki tane çocuk resmi konulmuştur. Bu projenin eseridir. Kadını koruma, kadın-erkek eşitliği, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar altında yürütülüyor. 

Bu sonucu Türkiye’de de görmeye, alıştırmaya başladılar..
Bu sözleşmeyle birlikte aslında kadına şiddet artmıştır. Ters tepmiştir. Çünkü “kadının beyanı esastır” diyen kanunla koca mağdur olmuştur. Kadın en basit aile içi tartışmada karakola gidiyor, şikayetçi oluyor. Eşi uzaklaştırma cezasını kolayca alıyor. Bundan gururu incinen erkek, ister istemez cinayete varan şiddete başvurabiliyor. Bu sıkıntının Meclis’te mutlaka ortadan kaldırılması lazım. 

Türkçe yayın yapan yabancı basın kuruluşlarının dikkat çeken artışıyla birlikte bu hususta propagandasına izin veriliyor?
“Dünya vatandaşlığı” projesini uygulayan küresel sistemde konvansiyonel savaşların, sıcak savaşların yerini artık ekonomik savaşlar yanında zihinleri hedef alan savaşlar da almıştır. Ülkeleri kültürel olarak işgal ederek, zihinlerini, hayat tarzlarını değiştirmeyi hedefliyorlar. Bunlar, küresel plânda sosyal politikalardır. Söz konusu medya organları da ülke haberlerinden ziyade kamuoyu oluşturmak amacıyla yabancı ülkelerden desteklemektedir. Burada bir bilinç var. Bu yöntem özellikle yabancı kökenli Türkçe yayın organlarıyla yapılıyor. Uyanık olmak lazım. Avrupa’da bir çocuk 18 yaşına geldiği zaman her türlü talebini kendi karşılayabiliyor. Bizde böyle bir şey yoktur. Bizde çocuk 40 yaşına kadar himaye görebiliyor. Türk aile yapısını böyle projelerle yozlaştırmak istiyorlar. Bunlar en fazla “barış, kardeşlik, sevgi, demokrasi, bireysel özgürlük” gibi süslü lafları kullanıyorlar. İttihat-Terakkî de bu lafları kullanıp Sultan Abdulhamid’i devirmiş, kısa süre sonra ne kardeşlik ne barış kalmıştı. Bu kelimeler kadar dünyada zihinleri kirleten kelime yoktur, paravan olarak kullanılmaktadır. 


Baran Dergisi 651. Sayı