Kılıçdaroğlu tamamen Kandil’in vesayeti altındadır. Cemil Bayık, Duran Kalkan, Bese Hozat’ın yapmış olduğu açıklamalar bunu net olarak gösteriyor. Meral Akşener ise Pensilvanya’nın vesayeti altında.
Türkiye seçim sath-ı mailine girmiş bulunuyor. Şu anda seçime endeksli bir gündem olduğunu görüyoruz. 14 Mayıs seçimlerinin Türkiye için ehemmiyeti nedir?
14 Mayıs seçimlerinin Türkiye açısından ehemmiyeti şudur: Ya üniter yapısını muhafaza etmek için milli bir duruş sergileyenlerin yahut da bunun aksine ta 1923'lerde Lozan'da, hatta onun öncesinde 1916'da Sykes-Picot, 1919'da Paris Konferansı, 1921'de Sevr Anlaşması -ki bu hâlâ Batı’nın, Amerika’nın masasında duruyor- çerçevesinde Türkiye'nin bölünmesi, doğu ve güneydoğuda bir Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin kurulması noktasında bir tasarımı olanların kazanacağı bir seçim olacak. Fakat Türkiye’nin bölünmesinden sonrasına dönük proje son yıllarda değiştirildi. Yezidilerden tutun Süryanilere kadar bölgenin paramparça edilme noktasında bir projeye evrildi.
Mesela 1916'da John Lepsius’un -Alman Ermeniler Cemiyeti Dernek Başkanı bir teolog- 1916’da Ağrı’ya kadar, Karaköse’ye kadar şehirlerimize bir ziyareti olur. 1916’da yazdığı bir kitabında Lepsius, “Gecekondu bir Kürt devleti kurulmadan büyük Ermenistan kurulamaz” der. Yine kitabında “Bizim Kürtlerle kan davamız, Türklerle toprak davamız var” der. ASALA’dan tutun da PKK'ya kadar bütün senaryo bu eksende vücut bulur.
Türkiye'nin üniter yapısını sözüm ona tesis ettiği anlaşma olan Lozan bile hâlâ Amerika tarafından tanınmış değildir. Amerika niçin Lozan’ı tanımadı? Cevap basit: Üniter yapısını kabul etmediği için… Daha küçük, tabir-i caizse çadır devletleri kurup daha kolay yönetmek ve sömürmek için mücadele ediyorlar.
Altılı masanın bu projede nasıl bir rolü var?
Nasıl oldu da bu “altı benzemez” Joe Biden’ın dostu oldu? Biden’ın başkan olmadan önce demeçleri var Erdoğan’ın yıkılması gerektiğine dair.
Dersimli Miran Pırgic Gültekin’in -kendisi Almanya’da ikamet ediyor, çifte vatandaştır ve asıl ismi Selahattin Gültekin’dir- bir açıklaması var. Gültekin bir web sayfasında diyor ki: “Sen de bizdensin Kemal Bey, niçin kendini gizliyorsun?” Anne tarafından Ermeni olduğunu ifade ediyor Kılıçdaroğlu’nun. Dersimli Kemal’in bir Çerkez olan Deniz Baykal’ı göndermesinin temelinde yatan neden, Deniz Bey’in milli bir duruşa sahip olmasıydı. CHP’nin başında o olsaydı, Kandil’in baronlarıyla ittifak içerisinde olmazdı. Bugün Dersimli Kılıçdaroğlu’nun riyasetindeki CHP, Kandil’i TBMM’de temsil eden ikinci partidir.
Saadet Partisi?
Münafıklaştı bunlar. Muhalefet milletle alay edercesine münafıkça bir siyaset güdüyor. Karamollaoğlu’nun LGBT’yi destekleyen, ahlâk ve maneviyattan uzak partilerin yanında yer alması Müslümanlara hakarettir.
Bu noktada Meral Akşener ve İyi Parti'nin vaziyetini nasıl izah etmek lazım?
Kılıçdaroğlu tamamen Kandil’in vesayeti altındadır. Cemil Bayık, Duran Kalkan, Bese Hozat’ın yapmış olduğu açıklamalar bunu net olarak gösteriyor.
Meral Akşener ise Pensilvanya’nın vesayeti altındadır. İki terör örgütünün seçmen kitlesinin sempati duymuş olduğu bu objeler Türkiye'nin âli menfaatleri doğrultusunda bir araya gelmiş değiller. Bunların ülkenin faydasına dair bir projeleri de yok.
Meral Akşener’in partisi iki grup üzerinden oluşturulmuş bir parti. Bir kısmı Devlet Bahçeli’ye küsmeleri neticesinde MHP’den ayrılan eski ülkücüler. Diğerleri ise tamamen FETÖ ile iltisaklı, FETÖ sempatizanı olanlar.
FETÖ Kürtlere hiçbir zaman dostça bakmadı ve her zaman düşmanıydı. Ben Çözülme kitabımda da yazdım, FETÖ’nün kendisi köken itibariyle Ermeni bir aileye müntesipti ve Müslüman da değildir. Fetullah Gülen bir projedir ve kendi dinini inşa etti. Elimde de deliller var. Onu çok iyi araştıran ve geçmişini bilen biri olarak konuşuyorum. O dönemin kirli devlet aklı, bölgede Müslüman Kürtler olduğu için, bize kamuyu yöneten, askeri, yargı, emniyet ve eğitim cihetinden hiçbir Müslüman kimseyi göndermedi. Ermeni, Solcu, Marksist bir çizgide olan polisi benim halkıma gönderdiler. Seküler-laik asker ve eğitimci gönderdiler. Yani benim bölgem ne Müslüman vali ne savcı gördü ne de yönetici gördü. Bunların yerine FETÖ’nün adamlarını gönderdiler. 15 Temmuz 2016’dan sonra Diyarbakır Kolordu Komutanı, Diyarbakır 8 Ana Jet Üs Komutanı, Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı, Diyarbakır Valisi ve Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektörü FETÖ'den dolayı içeriye alındı. Orada 90’lı yıllarda PKK’nın önünü açan JİTEM’lerle, faili meçhuller yapıp da Sakarya Sapanca’da Kürt iş adamlarını öldürtenlerin hepsi FETÖ ile ilişkilidir. Çünkü devlete karşı bir düşmanlık oluşturulması lazımdı ki, Kürt milliyetçiliği, Kürt nasyonalizmi istedikleri noktaya ersin. Bunda da başarılı oldular. PKK’nın siyasal kanadı HEP, BDP ve HDP kuruldu. Bu Kürt tandanslı partilere baktığımız zaman kesinlikle Kürtlükle bir alakaları olmadığını görüyoruz.
Buraya gelmişken; altılı masa diye bahsediyoruz ama bu masanın bir de yedinci unsuru var. Doğrudan masanın içerisinde olmasa da, HDP’nin bu masada yer aldığını herkes biliyor. HDP kimdir? Kürtler adına siyaset yaptığını iddia eden bu parti gerçekten bir Kürt partisi midir?
HEP, DEP ve DEHAP’a kadar bu çizgideki partiler kendisini “kürt milliyetçisi” olarak tanımlıyor. Fakat ondan sonra, BDP ve HDP ile birlikte sosyalist olarak tanımlıyor, tüzüklerinde de geçtiği gibi Marksist ve Leninist bir çizgide siyaset yapıyorlar. Parti programlarını 2013 yılında değiştirdiler.
Kürt hareketinin bir dönüşüm süreci yaşadığını mı söylemek istiyorsunuz?
Ateist Türk solu Kürtleri kullandı. Bakın çok ilginç bir şey söyleyeyim. Türkiye Komünist Partisi kurucularından Selanikli Mihri Belli, 1997 senesinde Şam’da Öcalan’ı ziyaret eder. Salonda ikisi baş başa sohbet içindedir. Militanlar içeri girer çıkar, hizmet ederler. Bu arada Öcalan birisine seslenir, “Oğlum” der “Şuradan Şemo’yu çağır.” Şemo kim? Şemdin Sakık, henüz yakalanmamış, Türkiye’ye getirilmemiştir. Şemdin içeriye gider, hazır ol vaziyettedir. Öcalan, Belli’ye dönerek “Mihri, Şemo bana ne diyor biliyor musun?” der. Belli de “Ne diyor Serok?” diye sorar Mihri Belli. Öcalan, “Bana diyor ki biz artık bu silahları bırakalım. Ölme ile, öldürme ile bu işin sonu yok. Biz farklı bir kulvara yönelim. Siyasi arenada, kültürel anlamda vesaire, dünyaya kendimizi enforme etmek suretiyle, dünya insanlarından yardım isteyelim, destek isteyelim. Biz bu silahları bırakalım, sen ne diyorsun?” der. Belli de Sakık’a dönüp “Şemdin evladım, delirdin mi yavrum? Sen bunu nasıl söylersin? Kürtleri var eden bu savaştır. Bu savaşı bıraktığınız an kendinizi inkâr etmiş olursunuz. Peki hadi kabul ettim. Siz vazgeçtiniz bu savaştan. Peki, oğlum biz Türk solcuları ne yapacağız? Konseyi ne yapacağız?” der.
2013 yılında HDP tüzüğünü değiştirdi. Onursal Genel Başkanı olarak Ertuğrul Kürkçü’yü getirdi. Ertuğrul kürkçü kim? Bursalı, İttihatçıdır. 1920’de memleketim Diyarbakır'da Osmanlı jandarma yüzbaşısı olarak görev yapan Kadri Abdulkadir Ahmet Kürkçü’nün torunudur. Kadri Ahmet, Mustafa Kemal tarafından ilk mecliste Diyarbakır’a milletvekili adayı olarak gösterilir. İkinci mecliste ise Şanlıurfa milletvekili olur. Cemile Çeto, Gazan aşireti reisidir. Cemile Çeto, 1916’da Osmanlı Rus Savaşı’nda milis kuvvetleriyle Mustafa Kemal’in mahiyetindeki 16. Kolordu’ya destek veren bir kişiliktir. Fakat Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonraki seküler ve laik anlayışı Cemil Çeto’yu isyana götürür. Ne olur? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kadri Ahmet Kürkçü, Mustafa Kemal tarafından isyanı bastırması için bölgeye gönderilir. İstiklal Mahkemesi kurulur. Kadri Ahmed; Cemile Çeto, üç oğlu ve 92 Pencenar aşireti müntesibi Müslüman Kürt’ü idam ederek şehit eder.
İşte bu Ertuğrul Kürkçü, Kadri Ahmet’in torunudur ve hatta o meclise yüzbaşı unvanı ile gelen Kadri Ahmet, bu başarısından dolayı ikinci mecliste binbaşı rütbesine çıkarılır. Biz Kürtlere karşı yapılan zulümler noktasında HDP ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş aklı tek partili faşist CHP döneminin arasında hiçbir fark yok. 1920’den 1930’lu yıllara kadar benim bölgemde halkımdan 70 bin Müslüman Kürt şehit edildi. Rus Genelkurmayının arşivlerinde sadece Zilan’da 53 binin üstünde Kürt, gece gündüz demeden günlerce Zilan deresinde taranmak suretiyle -çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç- şehit edilmişlerdir. Kürt tarihçi Ahmet Selbi rakamın 43 bin olduğunu söyler. Resmî ideolojik tarihte de 15 bin kişidir.
Yani Kandil’in siyasi kanadı olarak gördüğümüz HDP’nin bir Kürt partisi olduğunu söylemek Kürtlere hakarettir. Bilakis adeta Kürtlere düşman bir tavır içerisindedir. HDP Haçlıların ve Siyonizm’in paryasıdır. HDP’nin Kürtlerin partisi olmadığını, dört yılı aşkın zamandır yaz kış demeden kapılarının önünde bekleyen Diyarbakır anneleri dünyaya deklare etmiştir.
PKK içerisinde Ermenilerin bir dahli var mı?
PKK’nın şu anda üst yapısı, Ermeni kökenli; ama kendilerini Kızılbaş olarak lanse eden heyetten teşekkül ediyor. Sadece Murat Karayılan Sünni bir Kürt’tür. Kendisi Urfalıdır, biliyorsunuz. Yüzde yetmişe yakını Dersimlidir ve kendilerini Kürt Alevisi olarak tanıtmaktadır, bu bizi yanıltmasın. Köken itibariyle kripto Ermenilerdir. Zaten Asala’nın olmaması üzerine kripto Ermenilerden Kürt kisvesiyle yeni bir oluşum teşekkül edildi.
Size ilginç bir şey söyleyeyim 1925 yılında, Şeyh Sait kıyamı oldu. Şeyh Sait kıyamı esnasında İstiklal Mahkemeleri kurulur. Burada Ahmet Süreyya Örgeevren diye Anadolulu bir Cumhuriyet savcısı var. Ahmet Süreyya, günlük tefrika olarak Ulus gazetesinde kendi hatıralarını yazar. Sonra 1957 bu hatıralar “Şeyh Sait İsyanı” ismiyle kitaplaştırılır. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürtlere yaptığı zulmü Kürt gençleri bilmiyor. Ahmet Süreyya hatıratta şöyle yazar:
“Bir gün mahkeme heyetimizin huzuruna kara yağız bir Kürt gencini getirdiler. O kara yağız Kürt gencini yargılarken kendisi Türkçe bilmiyordu. Kürt gencinin idamına mahkeme heyeti karar verdi. Gerekçe olarak da Türkçe bilmediği gösterildi. Ben Diyarbakır’da Dağkapı mevkiinde Yalova otelinde kalıyordum. Akşam otele geldim, kafamı yastığa koydum, uyuyacağım, uyuyorum, gözlerim kapanıyor; fakat o kara yağız Kürt genci rüyama geliyor. Boğazıma sarılıyor. ‘Sen neden beni bıraktın? Ben Türkçe bilmiyorum diye benim idamına karar verdiler, idam ettiler. Sen neden beni sahiplenmedin?’ Sabaha kadar gözlerimi kapattım, açtım, kapattım, açtım kendimi zor mahkemeye attım. Arkadaşlara seslendim, ‘ne yapıyorsunuz?’ dedim ‘Türkçe bilmediği için idamına karar verirseniz bu insanların, bu şehirde siz Diyarbakır nüfusunun yüzde 70’ini idam edersiniz, bu yanlıştır.’ Bir ağız dalaşı oldu aramızda. Ardından telgraf çektim İsmet Paşa’ya. İsmet Paşa birkaç gün sonra bana cevap verdi ‘Ahmet Süreyya evladım arkadaşına uy, bütün Kürtlerin başı ezilmelidir.’ dedi.”
Müslüman değildir İnönü, Bitlisli de değildir, Dağlık Karabağ Laçin’den gelmiştir. Ailesi Ermenilerin yaşadığı, bugünkü ismi Küllice olan köye yerleşir. 1860’ta mason Mithat Paşa, Lübnan’ın başşehrinde Ermenilerin ileri gelenleriyle gizli bir anayasa yapar. Devlet-i Aliyye-i Osmaniye içerisinde millet-i sadıka dediğimiz Ermenilerden oluşan asker ve bürokrasinin planları yapılır. Bu hak tabii ki kendilerine 1878 Ayastefanos Antlaşması ve akabinde Berlin Antlaşmaları ile tanınır. 1878’de Ermenilere paşalık rütbesi verilir, sayıştay Ermeni bir paşanın riyasetinde kurulur. Hasılı kelam şunu ifade ediyor ve söylüyorum: Ermeni olan İnönü’nün babası Bitlis’in merkezine gelir, oradan tayini Malatya’ya çıkar. Malatya'da da, Malatyalıların, bizim Diyarbakır’da ‘gavur mahallesi’ dediğimiz bölgesine yerleşir. Şimdiki ismi de Atalar, Haçova’dır. Bitlis’teki mahallenin de ismi Mecidiye’dir. İnönü’nün babası bir mesai arkadaşıyla evlenir. O kişi Selaniklidir ve Sebatayisttir. İsmet İnönü, İzmir’de doğan bir Ermeni’dir. Kadir Mısıroğlu’nun dediğine göre de ölmeden evvel oğluna, kitaplığından Ermenice harflere dair sorular sormuştur.
Ermeniler ile Kürtler arasındaki kan davasından bahsetmişken Salih Mirzabeyoğlu’nun büyük dedesi Hacı Musa Bey’i de soralım…
Hacı Musa Bey’in hikâyesi derin ve üzücüdür. Fakat, o bir muvahhiddir. Mutki Aşireti’nin reisidir. Aşiretine müntesip olan milis kuvvetleri de vardı. Kendisinin Mustafa Kemal’e, Mustafa Kemal’in de kendisine gönderdiği mektuplar da var. Bütün bunlar mevcutta var. Hüzünlüdür hikâyesi. Öldürülmüştür kendisi… Ahmet Barzani, onu öldüren Medeni’yi öldürtmüştür Irak’ta.
Benim şimdi yeni çıkacak kitabımın adı “Asarım, Keserim, Sürerim.” Saydığımız üç şey de İsmet İnönü’nun sözüdür. “Bana yetki verin, iktidara getirin. Geldiğimde Kürtleri asarım, keserim ve sürerim.” der. Hakikaten de öyle yapar. Mesela Zilan’da Reşoyê Silo ile karısı Zeyno’nun kafasını keser asker, süngüye takar… Sürgün edildi aileler, yenge bir tarafa, bacı bir tarafa, anne baba bir tarafa… Tâ 1950’de Demokrat Parti’den rahmetli Adnan Menderes iktidara gelince o sürgün Kürtler getirildi. Kendi memleketlerine geldi…
Hülasa edelim… Halkım adına söylüyorum; biz Kürtlere ikinci bir acıyı yaşatmak istiyorlar. 1920-1930 arasında bizlere yönelik uygulanan zulümlerin tekrarını yaşamamızı istiyorlar. Türkiye bir Suriye, Irak, İran değildir. Bugün biz Kürtlerin mevcut nüfusu 84 milyon içinde 30 milyon civarında. Ancak Anadolu’da 10 milyon Kürt anca var. Time dergisinin yazdığına göre en büyük Kürt şehri İstanbul… 4,5 milyon civarında Kürt var İstanbul’da. Geri dönemeyiz biz… Antalya’daki, İstanbul’daki, Kocaeli’deki, Bursa’daki Kürt geri dönemez… Lokal değiliz, Suriye’de bakıyorsun Kuzey’de varız. Irak’ta da öyle. İran’da Batı tarafında varız. Oradaki Kürt ne aceme kız verir ne acemden kız alır. Irak’taki, Suriye’deki Kürt, Arap’a kız verip-almaz. Ama bizde öyle değil. Müslüman bir Kürt olarak konuşuyorum, ailemde 26 tane gelin var; Çerkez, Laz ve Boşnak da var… Ben de o kadar kız almışım. Et-tırnak diyorlar. Bizde kan kana karışmış… Kan kana… Ne tırnağı… Şimdi biz nasıl ayrılacağız? Batı Trakya’daki gibi mübadele süreci mi başlatacağız? Bütün oyunlar, Müslüman olduğumuz içindir. Kürt insanının dinden, imandan uzaklaşması için projelerini sürdürüyorlar. Bunu yapan da Amerika’nın terör örgütüdür. PKK hiçbir zaman Kürtlerin örgütü olmamıştır. Şu anda da o örgüte hâkim olan ateist Türklerdir.
Bunun için Erdoğan’ı istemiyorlar. Erdoğan’ı engel görmelerinin sebebi paramparça olmama hususunda Erdoğan’ın direncidir.
Geçtiğimiz hafta Barzanilerle bir görüşmeniz oldu. Irak Kürtlerinden bahsedebilir misiniz?
3-6 Mart tarihleri arasında Irak-Erbil’de bulundum. Orada Kürdistan Demokratik Partisi’nin lideri sayın Mesud Barzani ile görüştük. Kürt yönetiminin uzun süre başkanlığını yapmıştır. Kentlerini ziyaret ettim. Mesud Barzani, biraz rahatsızdı. Hüsnükabul gösterdi… Bizim bölgemizde, mütedeyyin Kürtler içinde KDP’nin bir ağırlığı vardır. Doğu ve Güneydoğu’da, halk sekülerleşmemiş olduğu için bir saygınlıkları mevcut. Nakşibendi tarikatından bir ailedir bu… Bizatihi bize yönelik sohbetinde, şunu ifade etmesi çok dikkat çekiciydi: “Tayyip Erdoğan’a sahip çıkın. O size, Türkiye’deki Kürtlere lazım olduğu gibi bize de lâzım.” Bu çok önemliydi benim nazarımda. Neçirvan Barzani ile de öğle yemeği yedik. Beraberdik… Türkiye’yi önemsiyorlar. KDP olarak bir güvence de görüyorlar Erdoğan’dan. Sayın Cumhurbaşkanımızın riyasetindeki Cumhur İttifakı giderse, sıranın kendilerine geleceğini çok iyi biliyorlar. Celal Talabani gibi seküler-laik çizgide olan bir yapılanma istemiyorlar. Suriye’deki PYD gibi bir yapının kurulması hususunda endişelerinin olduğunu da ben çıkarım yaptım.
Tüm bu anlattıklarınıza nazaran Kürtlerin HDP’ye teveccüh göstermesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bizim üçüncü-dördüncü jenerasyonumuz kaybedilmiştir… Ben, Müslüman bir Kürt olarak bu jenerasyonumuzun, gerek Doğu’da gerek Batı’da yozlaştığını söyleyebilirim. Sebepleri de var… 1960’larda ellerinde tahta bavullarla, İstanbul’un Sirkeci Garı’ndan Avrupa’ya emekçi olarak gönderdiklerimizin bugün üçüncü-dördüncü jenerasyonuna bakıyoruz… Müslümanlıkla alakası yok çoğunun. Yeşiller Partisi’nde siyaset yapıyorlar, görüyoruz. Onlara benzetiyorum bizimkileri. En büyük tahribatı da 1999 sonrası gördük. Yerel yönetimlerde bölgede hakimiyet kurdular. Çok önemli bir transformasyona sebep oldu bunlar. O süreç içerisinde kendileri dış güçlerle haşır neşir oldular. Mesela Ahmet Türk… Birkaç yıl önce Uluslararası Yezidi Konferansı yapıldı. Diyarbakır’da idi. Büyükşehir Belediyesi organize etti. Orada Ahmet Türk’ün Yezidilere yönelik bir ifadesi vardı. Benim de bu konuda basına yansıyan demeçlerim oldu. Manşetlerde idi. “Yezidilere yönelik, Müslümanların yapmış olduğu zulümlerin sayısını yetmiş küsurdur” dedi. “En büyük zulmü, Halid bin Velid (r.a) Hazretleri’nin yaptığını” söyledi… Halid bin Velid, Resulullah’ın (s.a.v) silah arkadaşı… Büyük İslâm Komutanı. Büyük Fatih … Şu ihaneti, şu alçaklığı görüyor musunuz? Niçin Ahmet Türk bunları söylüyor? İslâm’a saldırma amaçlı. Kürt gençlerini kandırmak istiyorlar. Osman Kavala da müthiş derecede zarar verdi… Çorumlu İsmail Beşikçi kurduğu vakıfla korkunç derecede Kürtlere zarar verdi. Nasıl ki Ziya Gökalp bir Kürt olduğu hâlde Türkçülüğün-Kafatasçılığın babası oldu, aynı şekilde Çorumlu İsmail de intikam aldı, Kürtçü oldu. Diyarbakır’daki vakfı muazzam bir şekilde Kürt gençlerini etkiledi, ayrıştırıldılar. Geçmişi kirli devletin ürettiği kötü şeyler de var. Devlete güvensizlik vardı, savrulma oldu. Bir önemli şey daha; yıllardır “savaş” diyebileceğimiz çatışmaların da bölge halkına etkisi var. Oradaki insanların korkunç kayıpları oldu. Binlerce insan öldürüldü. Demin bahsettim, “Öldürmeyle, ölmeyle bir yere varamayız” dediler. “Siz silahları bırakırsanız, ne yaparsınız, silahlardır sizi dünyaya tanıtan.” dediler PKK’ya. Kim bunları söyledi? Ateist Türkler… Marksist çizgiden geldim, 1968 kuşağıyım. 1968 ile 1978 arasında muazzam bir fark var. Bugün Türk solu diye bir sol yok. ABD’nin köpekleri, uşakları, paryalarıdır bunlar. Solculukla falan alakaları yok. 1 Mayıs törenlerine katılırlar, ellerinde Marks’ın orak çekiçli bayraklarını taşırlar Taksim’in bulvarlarında Starbuckslarda otururlar.
Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim.