Mirzabeyoğlu düşünce olarak mutlaka fikirlerini temellendirirdi ve çok kararlıydı, çok teknik boks yapardı, eylem adamıydı! Her zaman eylemin en önünde giderdi.
Kendi anlatımıyla İhsan Toksöz kimdir?
93 Harbi’nde Kafkaslardan (Gence ilçesi) gelen Genceli Ali denen dedenin oğlu olan Ahmet Toksöz’ün Kars/Susuz ilçesine gelen oğluyum.
Babam Ahmet Toksöz yetim olarak gelir Türkiye’ye. Kazım Karabekir Paşa Anadolu’dan 600 yetim çocuğu toplar ve polis okullarına koyar. Haksızlığa hiç gelemeyen polis memuru babam her gittiği yerde karşı çıkar. Hem de Kazım Karabekir Paşa’nın referansı ile hep sürgün yer!
1947 yılında Kayseri’de doğdum. Üç kızın üzerine erkek evlat olunca Allah lütfu diye İhsan ismi koyulmuş.
Tahsilimi farklı yerlerde tamamladım.
Tilki Günlüğü’nde İhsan Toköz:
Vâridât: İhsan
Hayatıma giren ve hatıralarımda yer tutan dostlarımın, müsbet yönlerinden bahsedeceğim; iyilik, doğruluk ve güzelliği bir çanak farzederseniz, onların müsbet yönlerini, bu çanakta bir birikim olarak ve kuşanılması gereken diye takdim edeceğim!..
İhsan Toköz… Milli Nizam Partisi zamanında tanıştığımız, Kars’lı ataları Kafkasya’dan gelme, birlikte sayısız maceralarımız olan bir yiğit… Yüreği kavî, bileği kuvvetli… Gölge dergisini çıkarmadan önce, Eskişehir’de fikri pratikte yaşayarak ders çıkarma döneminde, birlikte yaşadığımız ve tadı hep damağımda kalan, cesaret ve güven dolu arkadaşlık… Milli Nizam Partisi’nin Ankara’daki kongresinde Üstadım’ın konuşmasından hemen sonra ayrılması ve İhsan’la beraber iki fedâî, Üstadım’la sohbet ederek onu oteline götürmemiz, bugün bile beni heyecanlandıran tatlı hatıra… Elini öptüğüm Üstadım, yanaklarımdan öpüyor ve eli elimde, babama çok çok selâmlarını iletmemi istedikten sonra:
-Seni İstanbul’da mutlaka bekliyorum… Beni Göreceksin!
Onun karşısındaki odunların ve odunlukları içinde de olsa yontulmuş bir tarafları olsun diye uğraştığım bazı tiplerin çat kapı pişkinliklerini düşünüyorum da… Ben her zaman farklıydım!..
Benim için her insan, insanlık lûgatında bulunan bir kelâmdır… Ve benim gözüme ve hayatıma giren her insan, gerek ismi çerçevesindeki mânâ ve gerekse karakteri yönünden, insanlık lûgatında bahtıma çıkan kelâmdır!..
Allah, kuluna ihsanı murad etti mi, sebepli veya sebepsiz verir… Bu ayrı mesele… Ben, muradımı mücerretlerin tecelli zemini olan vesileler plânının kâinat çapındaki zengin teferruatı içinde bulmak gibi misilsiz bir işe memur edildim!..
Abdullah… Âlelâde fert mânâsına, Allah kulu… Herkes Allah’ın kulu… Ve herkes, şöyle veya böyle, kendi nasibi üzerinde ve bir işe âlet!..
Esma?.. Kulaklar… İşitmeler… Adlar… Nâmlar… İsimler… Suçlar, günahlar… Her şeyin pahası, kıymeti… Sekizde birler!..
Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü 1. Cilt, s. 76.
“11 deri ceketli genç”
Salih Mirzabeyoğlu’nun en sevdiği arkadaşlarından olduğunuzu biliyoruz, nasıl tanıştınız?
Öncelikle şunu söyleyeyim, Salih Mirzabeyoğlu’nun babası Muammer Erdiş bizim talebelik yıllarımızda bizleri derleyip toplayan kişi. Benim yaklaşık 30 küsur arkadaşım var, hepsi şu an Sayıştay vesair yerlerde üst düzey yönetici. Bizi Kumandan Muammer amca yetiştirdi. Eskişehir’de bir kıraathanesi vardı Muammer Abi’nin, bizi, talebeleri oraya toplardı, orda çay sohbeti yapardık. Üst katında Osmanlı usûlü döşenmiş bir yeri vardı, orda bize “zokayı yutturdu”, bizi İslâm’a çekti. O bağlılık hayatımız boyunca devam ediyor.
Salih Mirzabeyoğlu ile de onun oğlu olduğu için tanıştık. Bir de kardeşi vardı, talebeliğimiz beraber geçti bizim Eskişehir’de. Ben Eskişehir’de spor salonuna gidiyordum, boks çalışıyordum, Salih Mirzabeyoğlu da 48 kiloda iyi bir boksördü. Biz de çalışıyorduk onla beraber. Ondan sonra bizim üniversite hayatımız başladı. Üniversitede ben Hasan Keçeci rahmetlinin il başkanı olduğu dönemde Milli Nizam Partisi Gençlik Kolları Başkanlığı yaptım. Gençlik kolları başkanlığı yaptığımız süre içerisinde bütün İslâmcı gençleri çay sohbetlerine topladım. Orada sohbet eder, akşamları sohbette neye karar verirsek onu yapardık. O zaman solculara ait TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Derneği) vardı, solcu başka dernekler vardı, giderdik onlara aktivite yapmaya. Bu gençlik teşkilatındaki o grup bizi şekillendirdi. Sonra üniversite hayatı başladı, Millî Türk Talebe Birliğinin başkanlığını yaptım ben Eskişehir’de.
70’lerin başı değil mi?
Evet… 72-73 benim talebe olduğum yıllar. Eskişehir akademisine giden bütün yollar bizim kontrolümüzdeydi. Okulda kantinde yaptığımız aktiviteler, yurtlara yapılan hareketler vesaire hep bizim o talebe birliğinin gençlik kollarının faaliyetleriydi. Salih Mirzabeyoğlu’nun başında olduğu bir ekip kurmuştuk. Ve biz 11 kişiydik, 11 kişi Sahabe dönemini hatırda tutarak faaliyetler yaptık. Hepimiz deri ceketliydik, deri ceket giyerdik hepimiz ve her aktivitede bulunurduk. Furkan dergisi var içeride, o dergi 2018 de basılmış. O dergideki resim bizim ne olduğumuzu gösteriyor, ortada Necip Fazıl bir tarafta Salih Mirzabeyoğlu bir tarafta ben. 62. sayının 71. sayfasında.
Sahabileri örnek almanızın sebebi Üstad Necip Fazıl’ın “Tek örnek Sahabilerdir” sözünden mi kaynaklanıyordu?
Evet, oradan kaynaklanıyor. Necip Fazıl’ı biz o zamanlar Eskişehir’e bir konferansa davet etmiştik. Necip Fazıl’ın aynı zamanda bana yazdığı bir mektup var. Nikah şahidim olarak davet etmiştik, Hasan Keçeci onu davet etmişti. Bana bir yazılı mektubu da var kendi el yazısıyla.
“Tavizsiz yaşadık!”
Salih Mirzabeyoğlu’nun size bir mektubu var mı?
Evet, sağ olsun bize hitaben yazmış, “evvela gerçek gönüldaşlık ruhuyla selamlarım” demiş.
Okuyabilir misiniz?
“Sevgili İhsan!
Evvela gerçek gönüldaşlık ruhuyla selâmlarım.
Sonra…
Sen bizi en baştan ve herkesten önce biliyorsun. Nereden geldiğimizi ve nereden geçtiğimizi ve hiçbir şart altında kıl taviz vermeksizin yürüdüğümüzü biliyorsun, görüyorsun. Öyleyse görevini de yerine getir!
Biz adeta yabancı bir dil öğretir gibi gerçek İslâm düşüncesini öğretmeye ve bunun hareketini gerçekleştirmeye çalışırken bu dil ve hareketin yaygınlaşması için senin de, bugüne kadar olduğundan fazla çalışmanı istiyorum. Ankara’daki arkadaşlara yardımcı ol ve işini aksatmayacaksa beraber toplantıya katıl.
Allah ahiretini de dünyanı da iyi etsin. Selâm.
Salih Mirzabeyoğlu.”
Tarih var mı?
Evet 28.09.1984. O zaman Ankara’ya göçmüştük. Bir takım öneri ve yönlendirmeler açısından yazmış.
“Kıl taviz vermeden geldik o halde görevini yerine getir.” demiş. Şunu söylemek istiyorum: Salih Mirzabeyoğlu’nun size söylediklerini gençlere söylenmiş olarak kabul edebiliriz. Nedir bu sözün anlamı?
Talebelik yıllarımızda gerçekten biz tavizsiz yaşadık. Bunu devam ettirelim, görev kabul edip yerine getirelim. Resimlerde görmüşsünüzdür, her yere koşturuyorduk o zamanlar, bunu devam ettirmemiz gerekir şeklinde yorumluyorum ben.
“Yeni bir dil öğretir gibi gerçek İslâm düşüncesini öğretti!”
“Gençliğimizde neysek onu yine devam ettirelim” mânâsında yani.
Evet, yeni bir dil öğretir gibi gerçek İslam’ın bu aksiyoner tarafını öğretelim herkese.
“Yabancı bir dil öğretir gibi gerçek İslam düşüncesini öğretme ve bunun hareketini gerçekleştirmekten” bahsediyor Mirzabeyoğlu. Bana enteresan geldi bu nokta. Müslümanlara aksiyonu ve gerçek İslam düşüncesini öğretmesi, Müslümanlarda aksiyon ruhu o kadar körelmiş ve Cumhuriyetle dejenere olmuş ki Mirzabeyoğlu yabancı bir dili öğretir gibi zorluğu var bunun diyor.
Bu nedenle diyorlar ya işte “kafa konforumuzu bozan adam”. Herkesin kafasında bu yok. Bu nedenle yeni bir dil öğretir gibi insanlara cihadı, aksiyonu öğretmek lazım diyor haklı olarak.
Gölge ismi nereden geliyor?
Kumandanın babası Muammer Amca size ne öğretiyordu ve sizi nasıl örgütlüyordu?
Muammer Bey’e ben ilk gittiğim zaman, beni oraya gitmeye teşvik ettikleri zaman ben daha lise talebesiydim. O zaman benim kafama takılan bir şey vardı, mezhepleri sormaya gittim. “Mezhepler nedir” diye. Tabiî o zamanlar arayış içerisindeyiz ya. Bana etraflıca anlattı, oradan beri bizi yakalamayı becerdi diyeyim rahmetli. Bizi bütün açılışlara vesair yerlere götürürdü. Bir tane siyah arabası vardı, Dodge gibi büyükçe, bütün açılışlara gençleri alır götürürdü. Aktivitelerin içerisinde bulunurdu, Milli Nizam’ın açılışlarından tutun da bütün aktivitelere bizi götürürdü sağ olsun, rahmet olsun.
Büyük Doğucu?..
Evet, Necip Fazıl hayranı, Büyük Doğucu, bir de Mücadele Birliği vardı Eskişehir’de. Hasan Keçeci de Mücadele Birliği’nin başkanıydı. Bir de Cevat Ülger vardı rahmetli. Cevat Ülger, Hasan Keçeci, Muammer Abi; üçü üç sac ayağıydı Eskişehir’de.
Salih Mirzabeyoğlu benim şahsiyetimi yoğuran üç isim diye söylüyor. Necip Fazıl, babası ve Cevat Ülger. Cevat Abi’den biraz bahsedelim.
Cevat Abi o zaman kolejde teknik resim hocasıydı. O güzel ve enteresan bir adamdı. Mimardı. Ankara’da tam semtini hatırlayamıyorum, Çankaya taraflarında büyük bir camii vardı, o camiinin mimarı oydu. Bizi götürürdü, orada yaptığı mimari eserdeki düşünceleri bize anlatırdı. Enteresan bir camiidir, ışıklandırmaları, yapısı enteresandır. Böyle kubbeli camii yapan enteresan mimarlardan birisidir. Türkiye’nin birçok yerinde camilerde imzası vardır.
Sanat yönünüzün yoğrulmasında etkisi oldu değil mi?
Evet vesile oldu, Allah rahmet etsin.
Eskişehir’de de MTTB’de bulundunuz değil mi? Ondan sonra Milli Nizam kurulunca gençlik kolları başkanlığı yaptınız. İkisi aynı anda mı, dönem dönem mi oldu?
73-74 yılları. Dönem dönem yaptım.
Türkiye’deki İslâmcı hareketin gizli mimarı olan Kumandan Amca orada da Müslümanların yüreği olmuş. Ruhu, vicdanı o olmuş. Gayesi de belli, onun da yüreği Necip Fazıl… Salih Mirzabeyoğlu 1964’te “Yolumuz, halimiz, çaremiz” konferansıyla, 1965 yılında “Sahte Kahramanlar” konferansı ile onun ağına yakalandım, diyor. Babasından gelen bir şey de var tabii. Peki siz 11 deri ceketli adam?..
İlk Müslümanların sayısından etkilenmiştik. O zamanlar Eskişehir’in merkezinde bir tiyatro-sinema vardı, Kılıçoğlu Sineması. O sinemanın önünden geçerken herkes müzik çalar, o müziklerde de hep bu Siluetler modaydı. Siluetler diye bir grup kurulmuştu, hep Batı müziği çalarlardı. “Ya Siluetler diye bir grup var, niye biz de Gölgeler diyerek kurmayalım?” dedi Mirzabeyoğlu, Allah rahmet etsin. Biz de “Gölgeler” dedik, Gölgeler yukarı Gölgeler aşağı… Eskişehir’de bir namımız oldu bizim. Gölgeler o vesileyle kuruldu. “Biz de kendi ismimizi bulalım, biz de aynı şekilde grubu oluşturalım.” diye kurulmuştu. Ondan sonra da ilerledi ve kafa konforunu bozan adam olup çıktı.
Üniversitelerde, yurtlarda, sokaklarda ne gibi faaliyetler yaptınız?
Afişler asıyorduk, yazılar yazıyorduk, bir sürü hadiseler yaşıyorduk. Onlara girmeyelim.
Peki aktiviteleriniz ne oldu, çekici oldu mu, gelenler oldu mu? Toplumu nasıl etkiledi, gençliği nasıl etkiledi?
Gençlikte çok büyük bir artımız oldu. Yurtlarda çok büyük rağbet gördük. Bilhassa taşradan gelen talebelerin evleri vardı, bu evler örgüt evimizdi. Biraz önce bahsettiğim 25-30 arkadaşım -rahmetli olanlar var içlerinde- o evlerden yetiştiler. Bütün aktivitelerimiz o evlere yönelikti. Salih Bey de çok iyi bilir. O evlerde yemekler yerdik, hadiseler yaşardık, konuşurduk, anlatırdık vesaire. Dolayısıyla orada Eskişehir’e gayet iyi renk getirdik, ses getirdik. O zaman Öğretmenler Derneği vardı. Aynı zamanda onların Kars Folklorunu çalıştırırdım, folklorcuydum. Kars Folklorunun yöneticisiydim, başkanıydım, resimlerimiz falan var, o resimlerle ilgili bizi çağırırlardı, bir sürü yere davet ederlerdi, biz tavır koyardık birçoğuna. Komünistler, solcular, aşırı solcu öğretmen grupları falan vardı. Hiçbir davetlerine gitmezdik. Hep sağ cenahın toplantılarına giderdik. Folklor oynardık, aynı zamanda bir sürü hadiselere karışırdık. Salih Mirzabeyoğlu’nu çağırırdık hemen, bir de bir arkadaşımız vardı güreşçi. Kızılay’ın ortasında bir gün Komünist birisi gazete satıyordu. Dergilerini yırttım attım, sonra adamı iyice bir benzettik. Salih Mirzabeyoğlu, ben ve o güreşçi arkadaş 15 gün Eskişehir’in içinde hava attık durduk. Dergi sattırmazdık öyle merkezde bir yerde. Ama onun acısını ben başka tarafta çektim. Nerede çektim… Ankara’da… Hukuk Fakültesinin arkasında yurt var. Bizim bize yakın talebe arkadaşlarımızdan birini Komünistler bıçaklamışlar. Ben de gittim ziyaretine. Gittik ziyaretine beni 8-10 kişi çevirdi yurdun kapısında. Gözümüz de kara… Meğerse orası merkezleriymiş onların. Hukuk Fakültesinin arkasındaki yurt. Bunlar da Doğu Kültür Ocaklarının başkanlarıymış. Merdivenden aşağı beni çağırıyorlar. Oradan aşağı inen çıkamıyormuş zaten, oradan çıkarıp yurttan aşağı atıyorlarmış. Yine orda beni tanıyan arkadaşlardan biri geldi de beni onların arasından kurtardı. Meğer Eskişehir’de dövdüğümüz, gazetelerini yırttığımız çocuk onların yöneticilerinden biriymiş.
Milli Nizam kurulduğunda gençlik kolları olarak siz civar illere de yardıma gidiyormuşsunuz?
Kesinlikle… Ankara’da istasyonda karşılarken o resmimiz… Zaten Eskişehir’deki aynı deri ceketli grup… buradaki ilahiyat fakültesindeki ülkücülerin yaptıkları olumsuz hareketleri engellemek için biz o grupla geldik, Üstad’ı karşılamak için o dönem. Ankara’daki İlahiyat Fakültesindeki hadiseler için bize haber verdiler, biz öyle geldik orayı düzenlemek için. Ve neler oldu, ne hadiseler yaşadık. Yani dediğiniz gibi o grup birçok yere giderdi, toplantılar teşkil edilirdi, toplantılara giderdik o grupla beraber.
“Mirzabeyoğlu bir eylem adamıydı”
Düşünce sistematiğinin ilk nüveleri nelerdi?
Bizim en büyük eksikliğimiz aksiyon, derdi. Düşünce olarak mutlaka fikirlerini temellendirirdi; ama genelde çok kararlı bir insandı, çok teknik boks yapardı, eylem adamıydı yani! Biz bir şeyler yaptığımız zaman eylemin en önünde giderdi. Aksiyoner bir fikir geldiği zaman hiç ikiletmezdi hemen kabul ederdi.
Yani bizim fikri uyuşukluğumuzun sebebinin de aksiyon planında geri durmamız olduğunu söyleyip -yayın politikasında da bu çok açık görülüyor- bunun fikri altyapısını da kurmaya başladı.
Evet bunu kastediyorum.
Kendisi aynı zamanda mütefekkir, çok büyük, çok derin bir tefekkür adamı. Zaten 70 cilde yakın eser sahibi. Ben Akıncılar’dan hatırlıyorum, Akıncılar ikiye ayrıldığı zaman -“tatlısu akıncıları” ve “Akıncı Güç” diye ayırıyorum ben- tatlısu akıncıları iç oluşu tartışıyorlardı kendi aralarında, biz dış oluşa geçiyoruz, “dış oluşla iç oluşu yürüteceğiz, haydi kardeşim sokağa” diyoruz, fikrimizle sokağa iniyoruz. Kervan yolda düzülür, ki o da bize Salih Mirzabeyoğlu’ndan temayüz etmişti. Ötekiler iç oluş yapacağız diye diye miskinliğe gittiler, zaten iç oluş derken niyetleri de miskinlikti.
Evet, Akıncılar grubu ile de kavgalıydık orada. Kitabevinde bir hocamız da vardı bizim, Suat (Fıratlı) ağabeyimiz vardı. Onun yanına giderdik sık sık. Bir de orada “okuma grubu” vardı, onlara da düşmandık. Onlar da sürekli “iç oluş” diye bizi “sadece” kitap okumaya teşvik ederlerdi. Okumakla yeterli olgunluğa ulaşabileceğimizi söylerlerdi, “hareketle işimiz yok bizim” derlerdi. Onlarla fikrî olarak ayrı düşmüştük ve mücadelemiz hep devam etmişti. Ve şimdi hâlâ da onların başında Atasoy Müftüoğlu var. Ayrı bir konu bu.
Atasoy Müftüoğlu sonra İrancı oldu, sonra da ne olduğu belirsiz tabiî… Demek ki Salih Mirzabeyoğlu’nun fikrî ve itikâdi çizgisi sağlam.
Evet, çok doğru tabii ki.
Sola veya Ülkücülere tesiri mesela Gölge’nin… Böyle bir intibahınız var mı? Gölge dergisinde verdikleriniz tarafından nasıl karşılandı, nasıl değerlendirildi. Bizim İslamcı camiayı biraz konuştuk, dışımızdakilerde nasıl görüldü yani.
Gölge dergisini bir muhatap aldılar Solcular da muhatap aldılar yani. Onların sürtüşmesi daha ziyade radikallerleydi, laik kafalılarlaydı, ülkücülerleydi... İslamcılara öyle bir saldırı hissetmedik, almadık. Biz yapardık, biz her türlü şeyi yapardık; fakat onlardan büyük bir şey görmedik.
Ama bu Türkiye için değil Eskişehir için bir dönem doğru olabilir. Zira Akıncı Güç döneminde Eskişehir’de şehid akıncı var.
Evet, Eskişehir için konuşuyorum.
Peki Salih Mirzabeyoğlu’nun siyasi olaylara bakışı, Türkiye’nin siyasi gidişatına bakışı, tavırları, yorumları nasıldı gençlik döneminde?
Büyük Doğu çizgisi diyorum, başka bir şey diyemiyorum. Büyük Doğu’daki fikriyatı olduğu gibi kabullenirdik. Büyük Doğu dergisi etrafında toplanmıştık. Milli Nizam olarak devam etti; ama ondan sonrasını bilemiyorum.
Siz Gölge dergisini ve Akıncı Güç dergisini takip etmediniz mi o dönem?
O zaman biz de hadiselerin içindeydik Ankara, Eskişehir’de. Üniversite hayatı başladı vesaire. Birebir içerisinde olamasak da yazıyla vesaire kısmen devam ettik takip etmeye. Yazar-çizer tarafımız ağır basmazdı bizim.
“Merhametim imanımdan gelir”
Gölge ve Akıncı Güç’ün altyapısını anlamak için Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk gençlik yıllarında, delikanlılık döneminde reflekslerini, tavırlarını, düşüncelerini biraz sormak istiyorum. Anladığım kadarıyla grup olarak hareket ediyordunuz, az önce de bahsettiniz zaten. Nasıl bir dünya imar etmek istiyordu? Mesela ideallerinden bahsetmenizi istiyorum, zaten Üstad projeyi vermiş; ama yani “hukuk şöyle olmaz, böyle”, “iktisat şöyle olmaz, böyle” gibi hatırladığınız bir şeyler var mı? Mesela sahabe dönemiyle ilgili anlattığı, hassaten üzerinde durduğu, vurguladığı, anlatırken duygulandığı, bir olay var mıydı? Veya İslâm Tarihinden de olabilir. Böyle şeyleri hatırlıyor musunuz?
Evet hatırlamaya çalışıyorum; ama yaş da 75 biliyorsunuz.
Allah uzun ömür versin.
Allah razı olsun.
Evet benden büyüksünüz, farkındayım. Hafıza da yaşla beraber zayıflıyor. Size hatıra kalanlardan anlatsanız biraz?
Tilki Günlüğü var biliyorsunuz. Orada da geçer benim, Haşim Bey’in isimleri falan.
Evet oralardan da biliyoruz. Yalçın, Kaya falan da anlatırdı, sizden bahsederlerdi.
Yalçın’ın kardeşi Kaya mı?
Evet, Kaya benim akranım. Bizim İstanbul’daki militanlık yıllarımızda onunla birlikteydik daha ziyade.
Allah rahmet eylesin, çok güzel insandı.
Öyleydi. Siz aklınıza geldikçe ilave edebilirsiniz hatıralardan… Salih Mirzabeyoğlu’nun insanî yönlerinden bahseder misiniz? Mesela sert miydi, yumuşak mıydı huy olarak, nasıldı? Bunlardan biraz bahseder misiniz?
Tabii bahsederim. Çok nazik bir insandı, hak-hukuk bilen bir insandı. Adalet bilen bir insandı, herkesin hakkını verirdi. Hatta bırakın insanları, hayvanları bile çok severdi. Çok fazla detaylandırabiliriz bunları.
Gayet iyi olur.
Zor durumda, yağmurda-çamurda kalan insanlara çok yardım ederdi. Hayvanları hep korumaya, kollamaya çalışırdı. İnsanî yönüne en ufak kötü şey söylemek mümkün değil yani. “İmanımızdan gelir merhametim.” derdi kendisi de.
Aslında çok merhametli birisiydi ama düşmanlara karşı çok sertti yani?
Evet… O sertlik hakkında bir şey bilmeyen, tanımayan insan tarafında farklı yorumlanabilir; fakat bize karşı, tanıdığı insanlara karşı, hayvanlara karşı son derece merhametliydi. Dışa karşı ise “korkunç” bir adamdı kendisi. Allah rahmet eylesin. Ben Muammer Abi Bursa’dayken onu çok sık ziyaret ederdim. Hem kendisi hem hanımı çok memnun olurdu. Rahmetli olduğu zaman mezarına arkadaşlarla gitmiştik.
Kumandan Baba’nın cenazesinden mi bahsediyorsunuz?
Evet, ondan bahsediyorum.
Ben de oradaydım; ama demek birbirimizi tanımadığımız için görüşmemişiz.
Doğrudur.
Siz Salih Mirzabeyoğlu’yla irtibatı koparmadınız. Cezaevinde de ziyarete gittiniz. Onlardan biraz bahseder misiniz?
Biz Eskişehir’de Muammer Abi’yle birlikte iken Kadir Mısıroğlu’nu hapse atmıştı askeri yönetim. Keçeci ve Salih Mirzabeyoğlu’yla birlikte ziyarete gitmiştik galiba. Rahmetli Mısıroğlu Eskişehir’de hapishanedeki parmaklıkları sallayarak kükrüyordu; “Sizi bin parça görüyorum!” mahkemede “Allah bunları şöyle yapsın, böyle yapsın, bunun hesabını soracağız!” diyordu. Mahkeme salonunda ve hapishanedeki prangaları tutarak kükrediğini hiç unutamam.
Sizi bin parça görüyorum derken neyi kastediyordu?
Parmaklıklar var ve önünde ızgara da var ya. O yüzden. O tavırları bana Mirzabeyoğlu’nu da hatırlatıyordu tabii. İlk yakalandığı zaman Salih Mirzabeyoğlu Gayrettepe Polis Karakokolu’nda yatıyordu. O da bana Kadir Mısıroğlu gibi bağırdı Mısıroğlu’nun bağırmasını böyle hatırladım, “bunların hesabı şöyle görülecek” diye bağırmıştı. Rahmetli Yalçın’la gitmiştik.
Emniyet müdürlüğü mü?
Emniyet müdürlüğünde bir hücreye koymuşlar.
Gayrettepe’de Siyasî Şube yoğun işkence gördüğü bir yerdi.
Evet, biz de oraya ziyarete gitmiştik.
Orada kükremişti diyorsunuz.
Hem de nasıl Allah rahmet eylesin, ondan sonra Bolu Belediye Başkanı ile beraber Bolu’ya ziyarete gittik. Orada birkaç kere ziyaretimiz oldu. Yahya (Düzenli) ile beraber gittik Bolu’ya. Buradan Cumhurbaşkanına baskı yaptık yine. En sonunda çıkarttık cezaevinden ama sonra rahmetli oldu.
Allah’ın takdiri tabiî, biz hesap yapıyoruz ama Allah’ın hesabı hepsinin üstünde. Bolu F Tipi’ndeki ziyaretinizden bahseder misiniz?
Bana kaldığı yeri anlattı… Hasbihal ettik. Vakarından hiçbir zaman bir şey kaybetmediği gibi o zaman da dimdik ayaktaydı.
Tüm bu anlattıklarınız çerçevesinde gençlere neler söylemek istersiniz.
Tüm bu hatıralardan gençlerin mutlaka alması gereken dersler var. Dava için ömrünü adamanın ne demek olduğu, bu dava için ne çileler çekildiği ve ne bedeller ödendiği iyi bilinmeli…
Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.
Aylık Baran 7. Sayı Eylül 2022