Boykot iyi bir başlangıçtır Siyonizm’le mücadele etmek için. Türkiye'de hala İsrail'le iş birliği devam eden, protokolleri devam eden üniversitelerimiz var. Bunların durması gerekir.

Ayçin Kantoğlu röportajda, Gazze’de yaşananları ve Gazze aynasında dünyanın vaziyetini değerlendirdi. Kantoğlu, 7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından Gazze’deki durumun dünya çapında bir uyanışa vesile olduğunu ve halkların özellikle Batı’da Filistin davasına daha fazla destek verdiğini vurguladı. Bu süreçte Batı’daki insanların, insan hakları ve adalet konusundaki ikiyüzlülüğün farkına vardıklarını ifade etti. Kantoğlu, Filistin’in Anadolu coğrafyasının bir parçası olarak görülmesi gerektiğini ve Türkiye’nin bu konuda sadece insani değil, milli bir sorumluluğu olduğunu dile getirdi.

Kantoğlu, Batı'daki sivil toplum ve akademik çevrelerin İsrail’e karşı ciddi bir boykot ve protesto dalgası başlattığını ancak Türkiye’de bu konudaki sessizliğin hâkim olduğunu belirtti. Özellikle üniversitelerin İsrail ile ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğini ve Filistin'deki öğrencilere eğitim desteği sağlanması gerektiğini ifade etti.

Kantoğlu, Türkiye'de gençlerin Filistin konusunda daha bilinçlendirilmesi ve Filistin meselesinin, tıpkı Kıbrıs ve Saraybosna gibi milli bir dava olarak kabul edilmesi gerektiğini ve boykotun Siyonizm ile mücadelenin önemli bir adımı olduğunu aktardı.

7 Ekim tarihinde gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu’nun üzerinden tam bir sene geçti. Bu süreçte Gazzelilerin yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Apaçık bir soykırım yaşanıyor Gazze’de. Meseleler 7 Ekim’de başlamış gibi addediliyor, ama artık görüldü ki konu 7 Ekim’de başlayan bir konu değil. Siyonist rejim bu süreci merhale merhale bir soykırıma sürükledi. Zamana yaygın olarak yaptığı şey de zaten buydu. Ama şu anda bunu artık kemâle erdirilmiş vaziyette. Kadınlar, çocuklar, sivil halk sanki orada değilmişçesine herkesin terörist ilân edildiği ve katliamın meşru olduğuna dair bir savla bir senedir bu işi sürdürdüler. Daha da ne zaman biteceğini bilemiyoruz.

Bu bir senelik zaman zarfında Gazze’de yaşananlar dünya çapında nelere vesile oldu?

Filistin davası dünya çapında halklar nezdinde -Müslümanlar dışında diyelim- çok ciddi bir desteğe sahip olmuş oldu. Halklarda ciddi bir uyanış oldu.

Peki bu destek veya uyanış sadece eylemlerden mi ibaret? Yoksa ileriye dönük büyük bir şeyin de tezahürü diyebilir miyiz?

Mutlaka bir değişikliğe yol açacaktır. 7 Ekim Aksa Tufanı’yla beraber 7/24 hepimizin gözü Gazze’ye çevrildi. Yani hepimiz izliyoruz orada olanları. Dolayısıyla bunun etkileri sosyolojik mânada her toplumda farklı farklı muhakkak ortaya çıkacaktır. Çünkü iki yüzlülüğün artık sürdürülemeyeceği bir noktaya geldik. Biz bakıyoruz orada İsrail’in, hâkim güçlerin Filistin halkını bombaladığını görüyoruz. Ama aynı zamanda insanlar doğru kabul ettikleri, var zannettikleri, içinde kendilerini medeni, özgür, eğitimli, farklı, güvende hissettikleri bir büyük sistemin de aslında coğrafyadan coğrafyaya fark ettiğini, bazı insanlar için insan haklarının, çocuk haklarının, kadın haklarının geçerli olmadığını, olmayabildiğini hissettiler. Sokağa çıkmalarının ardında mutlaka Gazzelilerin gösterdiği, Filistin halkının gösterdiği müthiş direniş ve metanetin etkisi var, ama içinde var oldukları sistemin bombalanıyor oluşunun da etkileri var. Yani, Batılı insanlar “nerede insan hakları” diye o soruyu artık yüksek sesle soruyorlar. Tabiî benim görebildiğim kadarıyla daha ziyade orada olanlar sol görüşlü gruplardı. Ama orada da o insanlara bu soruya verilen destek veya olunan ses her geçen gün daha gür bir şekilde ortaya çıkıyor. Ümitle bekliyoruz bir Amerikan baharı yaşansın diye.

VATAN DEDİĞİMİZ COĞRAFYADIR FİLİSTİN COĞRAFYASI

“Tefsir edilmesi gereken din değil, insan” demiştiniz bir açıklamanızda. Batıcı hayat tarzının kaynağı örttüğünü ifade etmiştiniz. Peki, köklere yeniden dönüş, arınma ve akabinde olmak ve oldurmak... Sizce nasıl bir süreç yaşanması gerekiyor ki, hem içinde olduğumuz vaziyetin acziyetini idrak edebilelim ve hem de şu konfor alanı dedikleri ölü toprağını üzerimizden silkip atıp, harekete geçebilelim?

Artık hâlâ bunu idrak edemiyorsak, bunun bir sonraki aşaması can veren çocuğun bizzat kendi canınızdan kanınızdan olmasıdır. Ben Gazzeli çocukları da başka coğrafyalarda mezalim gören o çocukları da kendi evladım kabul ediyorum. Ama Gazze’yle çok daha rahat bir ünsiyet elbette kurabilirsiniz. Çünkü bizim bir zaman önce vatan dediğimiz coğrafyadır Filistin coğrafyası. Ve oradaki çocuklar bizlerin çocuklarıdır. Doğurmadık onları ama onlar bizimdir. Dolayısıyla insan böyle bir uyanışa daha hangi safhada katılacak? Orada o çocukların çığlıkları, başlarına gelenler ne olacak? Dün bir haber okudum, son derece üzüldüm. Hâlâ da üzerimden etkisini atabilmiş değilim. 10-12 yaşındaki çocukların Gazze’de saçlarının ağardığı söyleniyor. Yetersiz beslenmeden, korkudan, işte saçıp savrulmaktan, yaşadıkları bu korkunç süreçten mütevellit... Sizi önünüzdeki kahveden daha fazla ayıltacak olan bu çocukların ağarmış saçlarında taşıdıkları büyük kederdir, korkudur. Bunu göremeyecek miyiz veya ne zaman göreceğiz? Böyle bakıldığında aslında bir uyanışa vesile olacak her türlü şart, tıpkı soykırımın fevkine ermesi gibi, kemâliyet bulması gibi yani olgunlaşması, en yüksek noktaya tırmanması gibi, uyanış içinde bütün şartlar en yüksek noktaya tırmanmış vaziyette. Burada uyanmayan elleriyle gözünü yoklasın. Gözlerini kapatıyordur. Bunun başka bir izahı yok!

GAZZE’YE BAKIP DA ÜNSİYET KURAMIYORSAK HÜR DEĞİLİZ DEMEKTİR

Gazze’deki hadiseler için Amerika’da kendisini yakan insanlar var veya canla başla protestolarda bulunan insanlar var. Hatta çokça Müslüman olanlar var. Gazze’de yaşananlar Batılıların kalplerindeki mühürleri eritip açarken, Müslümanlar “biz zaten inanıyoruz” diye düşündükleri için mi yeterince müteessir olmuyorlar?

Evet, bu bir araştırma konusu aynı zamanda. İnsanın da kendisiyle yapması gereken bir muhasebe bu dile getirdiğiniz hadise. İnsaniyet noktasında, Gazze’ye karşı dünyanın her yerindeki halklar mesuldür. Ama Türkiye sadece insanî noktadan mesuliyet devşiremez kendisine. Türkiye’nin başka tür mesuliyetleri de bu olayın içinde vardır. Daha farklı şeylerin hesabını da yapmak mecburiyetindedir. Burada Gazze’nin Anadolu’dan bir parça ya da Anadolu’nun bizatihi kendisi olarak nitelendiriliyor oluşu, bunun altında bu var. Oradaki bu katliamın hedefinde Türkiye de var. Bunu biz söylemiyoruz. Böyle mevzular bir komplo teorisi gibi insanları harekete getirmek, vicdana seslenmek için falan kullanılan bir argümanlar değil. Bizzat bu soykırımı yapan egemenler, siyasî figürler her aşamada, yani İsrail’in, cumhurbaşkanından, başbakanına, hahamlarından, gazetecisine ve sıradan vatandaşına her türlü oradaki o katmanda sırasıyla mesuliyet taşıyan, görev alan, bu işi tezgahlayan, bu işte faaliyet gösteren, her kademedeki insan artık açık açık kendisine bu toprakların vaat edildiğini, o vaat edilmiş toprakların da nereler olduğunu sınırlarıyla beraber dile getiriyorlar. O haritayı önünüze alıp baktığınızda, orada başkenti Kudüs olan ve Türkiye’nin de 18’e yakın şehrinin içinde bulunduğu çok geniş bir toprağı bunların hedeflediklerini net olarak görüyorsunuz. Türkiye'ye yönelik düşmanlık içeren ve günümüzde de devam eden birçok meselenin perde arkasındaki isimleri sildiğinizde veya o maskeyi kaldırdığınızda, arkasında Siyonizm'i buluyorsunuz. Dolayısıyla Gazze aynı zamanda bu vatanı seven insanların basiretle baktıkları bir mevzu olmak durumunda. Hatta bunu millî dava olarak kabul etmek lazım. Tıpkı Kıbrıs, Saray Bosna gibi... Buralar kaybedilince Türkiye toprak kaybetmiştir zaten. Bunun gibi değerlendirirsek, o zaman anlatmaya çalıştığım, telaşına düştüğüm, bir de sizin de hatırlatmış olduğunuz, işte kaynağa dönelim, kaynağa tekrar bakalım, bizi farklı düşünmekten alıkoyan, üzerimize bir farklı algı zinciri geçiren bu bağdan kurtulalım. Çünkü biz Gazze’ye baktığımız zaman, ondan ünsiyet kuramadığımız uzaklarda bir kara parçasından konuşur gibi bahsediyorsak, o zaman üzerimize atılı bir ağ var demektir. Hür değiliz demektir.

Tam bu mesele üzerinden şunu sormak söylemek istiyorum. Şimdi, antisemitizm kavramının geçersizliği hususunda akademinin görevi nasıl olmalı ve boykotun daha baskın olması için sizin önerileriniz, bu hususlarda sizin düşünceniz var mı?

Akademi önemli bir nokta. Çünkü orada toplumların yetişmiş insanları var. Ve bu insanların hem o topluma hem de -bütün halinde bakarsanız- tüm insanlığa faydalı işler yapıyor olmaları, yapmaları bekleniyor. Ümit bu minvalde. Fakat akademide, mesela Avrupa'da, Amerika'da -hep beraber izledik- Filistin lehine, Siyonizm aleyhine gösterilerde bulundukları için birçok anlı şanlı üniversitenin kelli felli rektör hocalarını yerlerde sürüklediler. Şimdi Türkiye'deki akademisyenlere baktığımız zaman da çok az bir kısmı hariç büyük bir sessizlikle karşılaşıyoruz. Buna rağmen cübbesini sırtına geçiren ve bu davada Filistin lehine ve -bana sorarsanız da- millî menfaatler lehine harekete geçen akademisyenlerimiz de var. Onların tebrik edilmesi gerekir, taltif edilmesi gerekir. İtibar görmeleri gerekir. Ama bizim toplum içinde itibar tahsis ettiğimiz, takdirle izlediğimiz birçok ismin de bu konuda söyleyecek hiçbir şey yok. Bu bakımdan çok çarpıcı. Ben akademiyi önemsiyorum. Bilhassa boykotun 7 Ekim öncesinde de aslında akademik camiada bir şekilde Avrupa'da, Amerika'da Siyonizm aleyhine, İsrail aleyhine birtakım hamleleri vardı. Ama bugün görüyoruz ki Türkiye'de hala İsrail'le iş birliği devam eden, protokolleri devam eden üniversitelerimiz var. Bunu sorgulamak gerek. Çünkü böyle bir mezalimde, böylesi bir kırılma noktasında elbette öğrenciler, üniversite öğrencileri tüm dünyada olduğu gibi o konuyu protesto etmekte herkesten etkin olmalı. Bu öğrencilerin yuvaları olan ve bizim onları bin bir emekle gönderdiğimiz üniversitelerin artık soykırım suçunu herkesin tespit edebildiği şekilde, uluslararası kurumların işaret edebildiği şekilde, -üstelik de bir dava malumunuz yürümekte İsrail aleyhine, savaş suçları ve soykırım suçlamasıyla. Bütün bunlar bir masanın üzerindeyken bizim evlatlarımızı yetiştirmek için ümit bağladığımız bu kurumların- İsrail'le hala protokollerin devam etmesini anlamak mümkün değildir. Bunların durması gerekir.

HALA TOPRAK SATTILAR MI SATMADILAR MI KAFASINDALAR

Bu süreçte antisemitizmin bir silah olarak kullanılmasının meşruiyetinin ortadan kaldırılması sağlanabilir mi?

Birçok antisiyonist politikayı benimsemek gerekir. Hem devlet kurumları bakımından hem de STK'lar bakımından. Hem de -Türkiye'de eksik olan bir husus- sivil inisiyatif bakımından. Türkiye sivil inisiyatif konusunda zayıf kalıyor. STK'larımız bir araya gelmeye gayret gösteriyorlar, özellikle protestoların tertip edileceği günlerde. Ama daha ziyade devlet nasıl davranıyor, ona bakarak biraz hiza bulalım şeklinde bir anlayışları var. Bu vaziyet sivil inisiyatifin gelişmesinin önünde bir engel. Ama şunu da ifade etmek lazım ki Türkiye'nin bu konularda çok yakın zamana kadar geçirdiği ağır tecrübeleri var. Dolayısıyla bu travmatize edici vaziyeti ancak sağduyuyla, akılla, şuurlu söz söylemekle, hedefinizi doğru belirlemekle, istikametinizi doğru tayin etmekle, bir devletin dış politikalarının sokak gösterileriyle şekillenmesinin, tek başına şekillenmesinin mümkün olmadığını bilmekle, ancak yaptığınız işi küçümsememek aşılabilir. Çünkü bu protestolarda Gazze meselesinin, Filistin davasının önemini anlatırken aslında kendi varlığımıza ilişkin çok önemli bir arayış içinde olduğunuzu da gösteriyorsunuz. Gazze'yle o kurulacak olan ünsiyet, onun Anadolu'nun bir başlangıç noktası olarak görülmesi ve kabulü sizin de kendi kimliğinize dair -bugün hatırlamakta zorlandığınız- birçok hususu ortaya çıkarıyor. Çünkü biz Gazze'de bugün şahit olduğumuz İstiklal Savaşı'nı bundan 100 sene önce vermiş bir milletiz. Ve çok ağır bedeller ödedik. Bugün çocuklarımız o günleri hatırlamıyorlar. Veya biz onun önemini onlara aktaramadık. Fakat çok uzun bir zaman da geçmedi üzerinden. Hangi devletler bugün Gazze'yi paylaşmaya, bölüşmeye, yok etmeye çalışıyorlarsa aynı devletler 100 sene önce buradaydılar. Ve biz bu savaşı verip eğer kurtuluşa o mânada ermeseydik, bugün Gazze bizdik. Onlar gibiydik. Ama bugün hâlâ Gazze biziz. Yani benim temelde anlatmak istediğim, işaret etmek istediğim husus o. Üniversitelerimizin, bir iş birliği yapacaklarsa, bu mânada ön alacaklarsa, hatırlatmak isterim, şu ânda Gazze'de bütün üniversiteler yerle yeksan edilmiş vaziyette. Bütün öğrenciler saçılıp savrulmuş durumda. Onların eğitimlerine devam etmesi hususunda online olarak oraya bir destek olmaya çalışabilirler. Teknoloji buna imkân tanıyor. Dolayısıyla bir anne olarak, bir vatandaş olarak, bu vatanın bekası için endişe duyan bir vatandaş olarak, benim talebim güzide kurumlarımızın bu tarzda faaliyetler içinde olması. Bu çocukların Türkiye'de eğitimlerine devam edecek şartların oluşturulması bir seçenek olabilir. Onlara online sistemlerle devam ettikleri üniversite eğitimlerini bitirtmenin bir formülü üzerine gidilebilir. Yoksa İsrail'le neyi değiş tokuş edeceksiniz? Bizim üniversitelerde Erasmus programlarımız var. Öğrenci değişim programları var. Şunu soralım: İsrail hâlâ bunun içinde bir seçenek olarak duruyor mu? Soru işareti. YÖK'ün bu konuda herhalde bir kararı olmalı veya bir tebliği olacaktır. Cumhurbaşkanının bir ifadesi vardı. Yurt dışındaki üniversitelerde yaşanan antisemitizm adı altında o gösterilen şiddet üzerine dedi ki orada okuyamayan, okumaktan men edilen, çalışmaktan, bilim yapmaktan men edilen hocalara ve öğrencilere Türkiye'nin kapıları sonuna kadar açıktır. Peki, bu konuda bir gelişme var mı? Gelen, davet edilen hiç kimse var mı Türkiye'ye? Şimdi bunların da arkasını kovalamak bir sivil inisiyatif hareketidir. Ama biz o detaylara bir türlü inemiyoruz. Hâlâ Gazze'nin mâna ve ehemmiyetini toplumun genelinde bir şuur olarak uyandıramadık, o Kurtuluş Savaşı ruhunu ateşleyemedik. Hâla “toprak sattılar mı satmadılar mı” kafasındalar.

Türkiye’de gençlerin bir kısmının hâla Filistin’den haberi yok veya İsrail’in orada vahşet sergilemesini haklılık olarak görebilecek vaziyetteler. Kimileri Filistin’den bize ne derken, kimileri bir alâkamız olmadığını söyleyecek kadar şuursuz. Okullarda çocuklar ve gençler Filistin noktasında nasıl şuurlandırılmalı?

Okullarda bir uygarlık transferini bu sistem gerçekleştirdi ve neredeyse dünyanın her yerinde eğitim sistemini birbirine eşitlediler. Bizim ümidimiz, arzumuz bunların uygarlık olarak tarif ettiği o “kültür aktarımı” değildir. Bizim arzumuz, isteğimiz bu mayanın bizden sonraki nesle o pak temiz haliyle çalınabilmesidir. Bunun yolu sadece okullardan geçmez. Evde annelerin, babaların önce kendi midelerinden bu kanlı siyonist eli temizlemesi, sonra evlatlarının kursaklarından bunları temizlemesi, sonra o çalınmış olan çocukları geri kazanmaya çalışması lazım. Bütün bunlar için bu toplumda yeniden bir diyalog dilinin, yeniden bir gönül mayalamanın inşa edilmesi gerekiyor.

Bazı insanlardan duyuyorum, bir kısmı diyor ki, Türkiye'nin bir Elon Musk’a ihtiyacı var. Ben Türkiye'nin bir Nasrettin Hoca'ya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bir Yunus Emre'ye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu toplumu mayalayan isimler onlardı. Hâla onlar. Buraya dönmek kastım. Bu kaynağa bakmak kastım. Nasrettin Hoca yine gölü yoğurtla mayalasın. Yanından geçen ona sorsun. "Yahu hoca sen ne yapıyorsun?" diye. Desin ki, "Ben bu gölü mayalıyorum.
Yoğurt yapmak için." O da "Gülümseyiversin, hiç göl maya tutar mı?" Bu coğrafya o gölün maya tutmuş halidir.

Filistin şuuru da ancak kendi özümüze dönmekle oluşabileceğini mi söylemek istiyorsunuz hocam?

Evet, benim kanaatim öyle. Gazze'deki maya da başka değildir. Gazze'de gördüğünüz maya, Mezopotamya'da gördüğünüz maya, bu coğrafyanın İslam edilmesi için şehit verilmiş bir milyondan fazla insanın fedakarlığıdır. Ve bu insanlar burada buldukları o canlara, o gönüllere o mayayı katıp onları bir etmişlerdir.

SİYONİZMLE MÜCADELE ETMEK İÇİN BOYKOT İYİ BİR BAŞLANGIÇTIR

Şunu diyebilir miyiz? Orada bir Aksa Tufanı oldu. Anadolu Tufanı da bizim kendi aslî unsurlarımıza dönmekle, kendi dünya görüşümüze dönmekle, sizin bahsetmiş olduğunuz o mayaya dönmekle olacak.

Bu konuda tabiî çalışan kıymetli hocalar var. Kıymetli eserler var. Az sayıda olsalar da bunlar varlar. Onların da farkına varabilmek, kimliğin ne olduğunu ne olmadığını daha derin düşünebilmek. Bu kimliğin bir ederi, bir kıymeti var. Bu doğum ile ırkî mensubiyetler ile almış olduğunuz ya da öyle olduğunu varsaydığınız ama daha aslî bir doğumla ortaya çıkmış olan bir kimlik. Bu coğrafyanın kimliği. Ve ona da ihtiyaç var bu dünyada. Çünkü şu ânda mevcut sistemde Müslümanlar temsil edilmiyorlar. Bize ait olan, edilmiyor. Bunu aşmak, dünyada siyonizme ciddi bir muhalefeti oluşturabilmek, bu konuda başı çekebilmek, buna liderlik edebilmek herhalde insanın şeref duyacağı, itibar göreceği, kendini iyi hissedeceği, yarın da ahirete hesap verirken, “Evet bu düşmana engel olamadım ama yerimde de durmadım. Onun yapıp ettiklerinde bir hayır bırakmamaya çalıştım.” diyebileceği bir hâl olur. Bu düşmanı ortadan kaldırmaya gücümüz tek başına yeterli gelmiyor olabilir. Nitekim öyle. Ama hiç olmazsa onun yapıp ettiklerini, ortaya saçtığı fitneleri, sizi maruz bıraktığı kimsesizliği, kaybolmuşluğu ortadan kaldırmak için gayret sarf edebiliriz. Yaptıklarında bir hayır bırakmayabiliriz. Bunun da ilk adımı boykottur. Boykot iyi bir başlangıçtır siyonizmle mücadele etmek için. Bunu mazlum olarak gerçekleştiremezsiniz. Mazlum olmak insanın bir kaderi değildir. İnsan mazlumken hakikatle karşılaşabilir, bir mücadeleye koyulur ve fail olması gerektiğinin farkına varır. Yani sürekli mazlum olarak devam edemezsiniz. Müslüman da böyle bir kimlik değildir zaten.

Mazlumken Müslüman olmuş olabilirsiniz. Ama Müslümansanız, imanınız varsa, inanıyorsanız hakka, adalete, o zaman bir çare, bir çözüm, bir mücadele içinde olmak mükellefiyeti var. Fail olmayı yeniden hatırlamak gerekiyor. Temsil edilmeyenlerin, temsil olunamayanların, hakkı hukuku gözetilmeyenlerin hakkının da güçlü bir Türkiye tarafından temsil edilmesi herhalde bütün bu sistemi bir revize ederdi.
Bilemiyorum o günleri görebilecek miyiz?

İnşallah. Duamız, dileğimiz o. Belki de içimizde gönlü, kalbi yanık insanların duasıyla bir şeyler olacak. Onların hatırına da Allah bizleri affetsin, bu zillet içerisinden kurtarsın. Çünkü hakikaten, dünyada mazlumlar zulüm ve işkence görürken rahat yaşamanın pek de bir anlamı kalmıyor.

Amin. “Kütüphanemi yakasım geliyor” diyorum ben de. Bunu niçin söylüyorum? Artık kariyerin bir anlamı yok ki. Ne anlamı olacak? Yani hangi mevkide, hangi makamda insan olursan ol. Sana öyle dehşetli bir manzara izlettiriliyor ki! Yetersiz beslenmeden, oradan oraya savrulmaktan Gazze'de korkudan çocukların saçları beyazlıyor. Böyle bir dünyada insanın kendini iyi hissetmesi, müreffeh hissetmesi, refah içinde hissetmesi, emin hissetmesi mümkün müdür? Gördük işte, insanların hayatını üç günde nasıl mahvettiklerini, onları terörist ilân ettiklerini… Bugün Gazze'yi katlederken siyonist rejim, onu destekleyen Batılı egemen güçler, hiçbiri Gazze'de tek bir çocuk, tek bir kadın, tek bir yaşlı, tek bir engelli, tek bir sivil görmüyorlar. Oradakilerin tamamını vahşi, barbar, geri, bu dünya için ve insanlık için adeta kötülük merkezi olarak addediyor ve bunu dile getiriyorlar. Yani Biden'ın bu konuda çok açık bir beyanı olduğunu ilk günlerde ben hatırlıyorum. Çıktı dedi ki, “IŞİD Hamas'tır. Hamas da Filistin halkıdır. Dolayısıyla dünyadaki bütün kötülüğün müsebbibi işte bu Filistinlilerdir” dedi. Bunu niye böyle yaptı? Nasıl görmezsin yeni doğanları? 2,5 milyon nüfuslu yer Gazze. Bunun yüzde 50'si, yüzde 60'ı 18 yaşın altında. Onun yüzde 50'si 12 yaşın altında. İşte, böyle yaparak, türlü türlü ağızlardan bu kara propagandayı bir şekilde benimsetti. Gün geldi bir akademisyeni konuşturdu. Gün geldi bir gazeteciye söyletti. Gün geldi bir sanatçıya, bir film, sinema artistine, bir şarkıcıya,
bir siyasetçiye söyletti. Vaziyetimiz bu.

GAZZE 72 MİLLETE HİÇBİR YAYINI OLMAKSIZIN MÜSLÜMAN'I ANLATIYOR

Zaten sizin, “İnsanlar İslâm'a ilgi duyuyorlar, Müslüman oluyorlar. Demek ki İslâm, mevcut insan bakiyesinden memnun değil. Kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyor.” diye bir tesbitiniz var. Bu çok önemli bir tesbit. Gazze aynasında insan kendisine dönüp baktığı zaman aslında ne yapmadığını da ne yapması gerektiğini de görüyor, değil mi?

O cümle, bir korku ifadesi. O cümle üzerinden çok da üzerime gelinmiyor, “İslâm Müslümanları nasıl beğenmez? Bu kadını durduracak kimse yok mu?” gibi sözler sarf ediliyor. Ben, İslâm Müslümanları beğenmez demedim. Eminim İslâm Gazzelilerden razı gelecektir, gördüğüm kadarıyla. Ama şunu söyledim. İslâm, mevcut insan bakiyesinden memnun değil ki Gazzeliler bir ölüp dünyanın her tarafına tohum gibi bin saçılıyorlar. Ve dünyanın her yerinde insanlar İslam'a, Kur'an'a, bu gelen teklife, mesaja daha adil bir dünya ümidiyle yaklaşıyorlar. Çünkü, Gazze 72 millete hiçbir lisanı, hiçbir harfi, hiçbir yayını, hiçbir kitabı hiçbir planlı programlı vaazı olmaksızın İslâm’ı anlatıyor, sadece yaşayarak!

Bunu nasıl başarıyor, bu etkiyi nasıl yaratıyor diye baktığınızda, ki geri kalan bütün İslâm coğrafyasının mutlaka halis niyetlerle yazdığı kitaplar var, açtığı temsilcilikler var, insanları İslâm'a davet etmek için giriştiği faaliyetler var ama hiçbiri Gazze'de olan biten kadar etkili değil. Peki, bu farkı oluşturan şey ne? Bence bu farkı oluşturan şey hakikat. Orada senin farz-ı muhâl ettiklerin, iman dediğin bir inanmak haliyle değil, bir bilmek, amel, aksiyon haliyle tezahür ediyor. Çocukları öyle, yaşlıları öyle, kadınları öyle, erkekleri öyle... Yani son derece dindar bir topluluk. Bu çok net olarak okunuyor zaten. Yüzler değişiyor ama ifadeler hep aynı. İnsanı çok sarsacak şeyler söylüyorlar. Evlatlarını kefenlediklerinde, "Ya Rabbi, benden razı olana kadar al." Veya büyük bir enkazın içinden çıktığında şehadet parmağını göğe kaldırıyor, "Allah ne güzel vekildir. O bana yeter." diyor. Dolayısıyla bizim kitap olarak rafımızda tuttuğumuz sureler sanki ayaklanmış orada geziyorlar. Ben Rim'in dedesine, Halid dedeye baktığım zaman bir Asr suresinin dolaştığını görüyorum. O çünkü bize onu anlatıyor.

SİYONİSTLER İMKÂN BULSA GÖĞE YÜKSELEN AHLARI BOMBALAR

Filistin’de yaşanan birçok hadiseyi idrakler almıyor. Ben bazı videoları gördüğümde "Ben bunu yapamazdım, böyle davranamazdım" diyorum.

Değil mi? İnsan kendisiyle çok tenakuza düşüyor. Yani nasıl olabiliyor? Biz de evlat yetiştiriyoruz. Ve biz de çocuklarımızın kirpiği eğildiği zaman yüreğimizin, canımızın çekirdeği sızlıyor. Şimdi nazlı evladını, o biricik emelini, ümidini toprağa veriyorsun kendi ellerinle. Ve hamd ediyorsun. Tabiî, bunun gidemeyeceği mevzi olmadığını herhalde herkes görüyor. Siyonistler imkân olsa bu mesajın gittiği her yeri bombalarlar. Göğe yükselen ahları bombalarlar. Mevla’ya, arşa çıkan duaları bombalarlar ama güçleri buna yetmiyor. Dolayısıyla Gazze'nin etkisi dünyanın her yerinde, en ücra, en uzak köşelerde bile kendisine asker edeceği insanları topluyor. Batı'da gördüğümüz bu mânadaki arayış Gazze ile sanki yola girecek gibi. Bu elbette Batı toplumları için bir müjde. Peki bizim için ne? Buna bakmak lazım. Çünkü onlar arayışlarını tamamlamadılar. Ama biz sanki bulduğumuzla kalmış gibiyiz. Öyle olduk. O yüzden toparlanmak lazım.

Teşekkür ederim hocam.

Rica ederim.

Aylık Baran Dergisi 32. Sayı, Ekim 2024