Kenef ağızlarıyla sövüp durdukları şeriat yerine halâ kuyruğuna yapışmakta ısrar ettikleri Batı’nın seküler lağımında domuz gibi debelenmeleri, hak ettikleri bir belaya yaklaştıklarını ve helak olacaklarını haber veriyor olmalı.
Bu sözün muhatapları, bir yanda şeriat deyince korku ve nefretle ürperenler, diğer yanda ise güya şeriatı savunurmuş gibi görünürken onu kaba nefsaniyetlerine alet ederek gerçekte şeriat istememiş olanlardır. İlk kesim içinde din düşmanlarının varlığı kolayca anlaşılmakla beraber, onların yanı sıra, güya Müslüman olduklarını söylerken şeriata karşı din düşmanlarıyla yarışacak kadar nefret ve tiksinti duyan nasipsizler de yer almakta. İkinci kesimde ise, şeriat kelimesini sakız gibi ağzında çiğnerken, sadece nefsi için istismar edebileceği kısımlarda gayret gösterip, küfür saldırısıyla iptal edilmiş mukaddes şeriata hizmet ve onun yeniden inşa ve ihyası için kılını kıpırdatmayanlar bulunmaktadır. Garip icadlar üretecek kadar ileri gidip insanları vesveseye düşürmekten çekinmeyen ve bu hallerini takva diye pazarlayan hoca müsveddeleri bu zümre içindedir. Bizim hepsine birden hitabımızdaki maksadımız da ahiretlerini feda ettikleri dünya namına kimsenin elinde bir şey kalmamış ve insanlık, asırlardır benzeri görülmemiş bir buhran içinde kıvranırken devamda ısrarcı oldukları şeriat düşmanlığının onlara hüsrandan başka bir şey getirmeyeceğini hatırlatmak.
Şeriat deyince korku ve nefretle ürperen kesim, Batı emperyalizminin kuyrukçusu olmuş, ruhu ve zihni Batılı eğitimle teslim alınmış olduğu halde Batı’nın kaba bir karikatürü olmaktan ileri gidememiş, tamamıyla İslam dinine düşmanlıkta şahsiyet bulan, İslam dışında hiçbir dine karşı düşmanlık gütmeyip o dinlerin mensuplarıyla ittifak ederek İslam’a saldıran ve her biri süzme Allahsız tiplerden oluşan bir güruhtur. Bunların ortaya çıkışı Tanzimat Devri’ne dayanır. O demlerde Batı karşısında mağlup olan Osmanlı’nın içine düştüğü eziklik psikolojisinin ürettiği bu kesim önce Batı’yı taklitle işe başlayıp Meşrutiyet döneminde Batı karşısında mağlubiyetin sebebi olarak İslam’ı göstermek ve cumhuriyetle beraber İslam’ı tamamen yasak ederek kendini tamamen Batı’nın kucağına atmakla macerasını tamamladı. Batı’da her ne varsa oradan alacaklarını süzmeden ve kendi bünyesine mâl etme tasası çekmeden doğrudan aplike etmeye varmasıyla bile gayet ucuzcu olduğu anlaşılan bu davranış, aslında milletin ve devletin kurtuluşu için değil, bilvesile İslam’dan kaçış operasyonu olarak kabul edilse daha doğru olur. 19. Asır sonlarında büyük hızla Batılılara yetişen Japonya’nın başarısıyla bizimkilerin başarısızlık hikâyesi mukayese edilirse bizdeki Batıcıların durumu rahatça fark edilir. Sonuçta olan oldu ve “Amerika şöyle güçlü, Almanya böyle zengin” gibi mide bulandıran lafların tekerlemecisi, kendi insanına ve vatanına nefret duyan ezik sürüler ortaya çıktı.
Bu aşağılık dönüşüme sebep olan eziklik psikolojisi 19. Asırda ve geçtiğimiz asrın ortalarına kadar belki bir nebze mazur görülebilirdi. Evet, Batı fiziksel olarak bizi yenmiş, hatta ezmişti. Dev makineleri ve silahlarıyla üstünlüğü tartışmasızdı. Buna rağmen entelektüel açıdan buhran içinde buhran yaşayan Batı, sadece aklı öne çıkarmayı teklif etmekten öteye gidemedi. Halbuki komple akılcı Batı “güya aklın yolu bir”ken asla o biri bulamadı. Materyalizm, pozitivizm, komünizm, demokrasi, cumhuriyet, faşizm ve sonu gelmez …izmler içinde boğulup giderken en sonunda hazcılıkta karar kılarak topyekûn delirdi. Bizim entelektüel açıdan son derece kof durumda olmamız yüzünden Batı’nın fiziksel üstünlüğünün gölgesinde yaşayan hastalıklı fikirlerini üstün görerek baş tacı ettik. Halbuki Üstad Necip Fazıl tarafından hendese dehası olarak teşhis edilen Avrupa sadece ölçüp biçme ve hesap etme işinde daima mahir olmayı becermiş ve bunun yanına dünya hırsını da katmış olarak maddî üstünlüğü elde etmişti. Güya üstün olan …izmlerin hiçbirini icad etmeden önce maddî olarak güçlendiler ve karınları doyduktan sonra düşünmeye başlayıp bu garip fikirleri ürettiler. Batı bizden daha iyi makine yapıp sömürgecilik yoluyla zenginleşirken bizim tereddî edip pörsümemiz sayesinde hamle üstünlüğünü elde edip öne geçti; Batı’nın üstünlüğü hikâyesi bundan ibarettir.
Bununla beraber, 20. Asrın son çeyreği itibarıyla Batı’nın boyası dökülmeye başladı ve insanlık Batı’nın makyajlı bir ucûbe olduğunu gördü. Bizim gibi ezik olan İslam dünyası ve diğer sömürge artıkları da Batı’nın sürfe fikirlerini dayatmayla veya gönüllü olarak tecrübe etmiş olduklarından bu “farkındalık” hali bütün dünyaya yayıldı. Bugün, yani ikinci binyılın ilk çeyreğini tamamlamaya iki yıl kala geldiğimiz noktada ise insanlık, Batı tarafından uçurumdan aşağı itilmekte olduğunu gördü. 20. Asrın başında klasik dünyayı alt etmeyi başaran Batı, tanrı ve yaratıcı inancına sahip, kralların yönettiği, kadının erkeği, gencin yaşlıyı saydığı dünyayı yok etti. Bugün ise kendi dilleriyle “doğal” dedikleri ne varsa, yani insan ve tabiatın fıtratına ait her şeyi alt üst ederek insanlığı ve yeryüzünü helak etmeye karar vermiş korkunç bir zombi olduğu anlaşıldı. Cinsiyetsizleştirme davası, “yapay et” vs. hikâyesiyle net olarak her şeyin gerçekliğine ve aslına karşı saldırı başlattığı görülen Batı, insanoğlunu bastığı yerin çökmeyeceğinden emin olamayacak derecede gerçeklik duygusunu kaybetmiş hayvan sürülerine dönüştürme yolunda ilerliyor. Nihayet paydaş kapitalizm projesiyle insanoğlunu küçük zengin bir azınlık emrinde yönetilen, dini imanı, malı mülkü ve aile bağı olmayan, adeta mandıradaki bir hayvan gibi ihtiyacı kadar yem, su ve ısıyla yaşayacak, hazlarından ve hayatta kalma arzusundan başka amacı olmayan, düşünme ve konuşma kabiliyeti kurbağa seviyesine düşmüş köleler haline getirmek istediği anlaşılan Batı -Allah korusun- başarılı olursa dünyanın sonu gelmiş demektir. Vahşi kapitalizmin getirdiği sefalet bile bunun yanında krallık sayılır.
Aydınlanma Çağı’ndan beri ruh ve fikir haritası mason tarikatları eliyle çizilen Batı, bütün kötülüklerini ihâta eden “Globalizm-Küreselelleşme” adlı muhteşem lağım vasıtasıyla dünyayı ve insanlığı aslî biçiminden çıkarıp yuvarlak hale getirmek ve avucu içine almak istiyor. Biz de içinde debelendiğimiz global lağımdan doya doya yiyip içiyoruz. En azından insanî olarak sahip olduğumuz vicdanî ve ahlâkî ukdelerimiz yerle bir olmuş durumda. Hak ve vicdan duygusunun neredeyse yok olduğu, ahlâkın yerin dibine gömüldüğü bu çağda insanlarımızın şehvet düşkünü bencil yaratıklara dönüşmekte olduğunu görüyoruz. Özellikle Batı’nın her yumurtladığını yutmaya hazır olan din düşmanı kesimden olanlar bile bu vaziyetin kendilerini felakete götürebileceğini seziyorlar ve biliyorlar ki onları da ancak şeriat kurtarır. Buna rağmen Batıcı bataklık içinde nefslerinin konforunu bozamıyorlar. Kendilerinin olmasa bile çocuklarının ve torunlarının başına gelecek felaketin önüne geçmek için bile hareket edemiyorlar. Global lağımın pisliklerinden çatlayana kadar zıkkımlanmış olmalarından mı bilmem, ziyan ettikleri ahiretin yanında dünyalarının da berbat olacağını gördükleri halde hiçbir sızı duymadan hayat sürmeye devam ediyorlar. “Doktorların can güvenliği yok, kadın cinayetleri artıyor” vs., diye haykırırken masum bir insanı öldürenin öldürülmesini emreden şeriatı istemiyorlar. Her türlü pisliğin kaynağı olan global lağımda suçlar iğrençleşerek artarken, bunun da en başta Batı’nın istediği nefse hürriyet şeriata yasak getiren ortamından doğduğunu gördükleri halde “devlet bir şey yapsın” demekten öteye gidemiyorlar. Devlet her vatandaşın başına bir polis dikemeyeceğine göre, insanları zombileştiren bu lağımda hacmi artmaya devam eden pislikle yaşamaya devam edecekler. Kenef ağızlarıyla sövüp durdukları şeriat yerine halâ kuyruğuna yapışmakta ısrar ettikleri Batı’nın seküler lağımında domuz gibi debelenmeleri, hak ettikleri bir belaya yaklaştıklarını ve helak olacaklarını haber veriyor olmalı.
Bunların yanına dâhil ettiğimiz güya Müslüman, ama gördükleri Batılı eğitimin etkisiyle dejenere olmuş, İslam karşısındaki anlayışsız halleri, ucuz dünya sevgileri, yüreksiz olduklarını kabul etmeye bile cesaretlerinin olmaması ve küfürle İslam arasında ülfet oluşturup sentez kurmaya davranmaları yüzünden hiç kimse tarafından ne oldukları anlaşılamayan ve çoğunlukla iktidar partisi içinde yuvalanmış bulunan tuhaf tipler ise ancak münafık sıfatına layık olabilir. Onlar da uzlaşmaya çalıştıkları din düşmanları gibi şeriattan nefret ediyor. Yazdığı zulüm destanlarıyla dünyaya ve Müslümanlara kan kusturan Amerikan emperyalizmine karşı 20 yıl savaşmış ve muzaffer olmuş Taliban karşısında Amerikalılardan daha alçak bir tavır takınan bu güruh, uzlaşmaya çalıştıkları küfürle kucak kucağa şeriat düşmanlığı yaparak küfre yaranamadığı gibi Allah’ın gazabını da üzerine celb ediyor. Şeriatsızlık sayesinde haramla helali rahatlıkla karıştırıp nefslerini yelleme imkânı yakalayan bu tipler, besmele görmüş şeytan gibi şeriattan kaçtıkları için ziyan ettikleri ahiretlerine mukabil küfür dünyasının bir kenarında ezik ve şahsiyetsiz bir hayata katlanıyor. Bunlar bugün garip bir kitle olarak Müslümanlara kibirlenirken Müslüman halk nazarında sırtta kambur, din düşmanları nazarında ise sığıntı ve alt kültür olarak görülen zavallılar olarak kalıyorlar. Bunlar bir vakit tecavüz suçluları için kimyasal hadım diye zırvalamıştı. Allah’ın emrettiği cezayı teklif etmek yerine -haşa- daha iyi hüküm verirmiş gibi racon kesen bu zavallılar, din düşmanlarıyla aynı zihniyeti paylaştıkları için şeriatı uygulanamaz görmekteler. Halbuki uygulamalarıyla dünyayı yaşanmaz hale getiren Batı’dır ve bizimkilerin onlarla paydaş olmasının tek sebebi şeriat karşısında kendilerinin de suçlu olduklarını bilmeleridir.
Bir de mukaddes şeriat kelimesini ağzında sakız eden, halbuki gerçek şeriat erbabı tarafından defedilmeyi hak eden bir yobazlar güruhu var. Üstad Necip Fazıl’ın, dine verdikleri zarar açısından küfür yobazıyla yan yana zikrettiği bu güruhun şeriattan anladığı, sadece nefsinin istismar etmek istediği maddelerdir. Sanki Allah’ın birinci emriymiş gibi birden fazla kadınla evlenebilme emrine yapışırlar. Şunun içtiği sigara, bunun giydiği kot pantolon, ötekinin bıyığıyla uğraşırlar. Teferruatın da teferruatı mevzularda insanları sıkıp boğarak ya vesveseye düşürürler ya da dinden soğuturlar. Ahmak avlama hususunda son derece mahirdirler. Pisliğe koşan sinek gibi başlarına topladıkları şekilcilikten ibaret ama şekilleriyle bile İslam’dan uzak moloz sürüleriyle “Müslüman neye benzemez” sorusunun en şekilli cevabı olurlar. Tavırlarıyla, şeriatı temsil eden Müslüman din adamı olmaktan çok, muhataplarını günahları üzerinden ezen Katolik papazlarını andırırlar. Para pul, nikâh ve miras meselelerini satır satır bilirler. İnsanlardan adeta zorla yardım toplarlar, süratle vakıf kuruverirler ama para kendi aralarında döner. Buraya kadar son derece şeriatçı (!) olan bu adamlar, öz yurdunda esir edilmiş milletin baş meselesi olan devlete gelince suspus olurlar. Kendilerine müsaade edilen alanda hokkabazlıklarını sürdürürlerken kendilerine bunu hatırlatanlara iftira atmaktan çekinmezler. Üstte bahsettiğimiz münafık tabiatlılar gibi küfürle uzlaşma halindedirler. Kılıklarının ve kendi etraflarında gayet şeriatçı (!) tavırlarının tam tersine küfür karşısında gayet korkaktırlar ve Nazilerin damgaladığı Yahudiler gibi ezik ve titrek yaşamaya itiraz etmezler. Halbuki ancak şeriat sayesinde hür adamlar olarak yaşayabilirlerdi.
Gel gelelim itham ve ihtarımıza muhatap olan bu iki kesim, global feminen dünyalarını yıkan şeriata teslim olmamakta kararlı görünüyor. Kendisinden kaçtıkları şeriat karşısında sığındıkları yahut uzlaştıkları küfür âleminin insanoğlunu var gücüyle helake sürüklemekte olduğunu da görüyorlar. Onların farkına varamadıkları ibretlik halleri ve içine düştükleri çukurun belirttiği sefalet gösteriyor ki, felaketten kaçıp kurtulmak isteyenlerin sığınağı şeriattır.
Aylık Baran Dergisi 10. Sayı
Ocak 2023