Sinema deyince aklımıza ne geliyor? Böyle sorulunca, belli başlı bir tarif çıkmıyor hemen değil mi? Hollywood sinemasına hepimiz burun kıvırsak da, en çok izlenen, hasılat rekorları kıran filmler bunlar oluyor. Sinemaya gittiğimizde önümüze yığılan fantastik, korku, bilim kurgu, komedi veya romantik filmlerin arasında güya seçim yapıyoruz.
Bize söylenilen şu: Her türlü özgürlüğün, seçme hürriyetinin, fikir özgürlüğünün olduğu bir çağda yaşıyoruz. Fakat sinema denilince önümüze koyulan ve seçmemiz istenen filmler çerçöp. Bunları izlemek ve bunlar arasından seçmek zorundayız. Seçme hürriyetimiz, “kapitalist düzen”in “çok izlenme ve çok hasılat yapma” ölçütüne göre sınırlandırılıyor. Bunu bütün sözde “seçme özgürlüklerimize” yayabiliriz. Seçenekleri kim belirliyor? Kendimizce beğendiğimiz, takip ettiğimiz yönetmenlerin filmlerini ise, sinema salonlarında istediğimiz zaman izleme imkânına sahip değiliz. Ya festival programlarını bekleyeceğiz. Yahut internete düşmesini. Buğday’ın gösterimi sırasında neler yaşandığını hatırlarsınız.
Sinemaya sanat gözüyle bakan, daha doğrusu sinemayı “kendini, varoluşunu ifade etme aracı” olarak gören yönetmenler, sinemayı bir tür eğlence endüstrisi olarak gören yönetmenlerden daha fazla olmasına rağmen, onların filmlerini izleyebilme imkânımız ne yazık ki sınırlı.
Mesela, “Aşkın Üslup” olarak adlandırılan bir akımdan söz ediliyor. Daha doğrusu, bazı yönetmenlerin filmlerinde kullandığı yöntemi “aşkın üslup” olarak adlandırıyor Paul Schrader. “Sinemada Aşkın Üslup” (İnsan Yayınları) isimli eserinde belirttiğine göre belli başlı iki temsilcisi var bu üslubun: Doğu’da Ozu, Batı’da Bresson. Biraz da Dreyer…
Nedir “aşkın üslup”? “Aşkın-Müteal” kavramını açıklayarak başlıyor Paul Schrader:
-“Aşkın, normal hissi tecrübelerin ötesindedir ve tabiatı itibariyle mündemiç-içkin olanın aşılmasıdır. Herkesin kabul ettiği bu gerçek dışında, hayatta ve sanatta aşkının tabiatı hakkında çok az fikir birliği vardır. (…) Aşkın kavramı doğrudan yahut dolaylı olarak şu anlamlarda kullanılabilmektedir: 1. Aşkınlık; Kutsal ve İdeal’in bizzat kendisi veya Mutlak Öteki, 2. Aşkınlığa dair bir şeyi ifade eden insan faaliyetleri ya da eserleri veya Mircae Eliade’nin tabiriyle hiyerofani-ilahi tezahür, 3. Derin bir psikolojik ihtiyacın ya da nevrozun (Freud) yahut dış bir psikolojik “öteki” gücün (Jung) oluşturduğu insan tecrübesi. (…)
Geleneksel Hristiyanlık ve Doğuya Özgü Sanat (yani Aşkın Sanat) hakkındaki çalışmasında Ananda Coomaraswamy bu durumu şöyle ifade eder: “Sanat en zirvesinde bile maksada ulaşmak için bir araçtan ibarettir, hatta kutsal kitaplarla ilgili sanat bile buğulu bir camın ardından bakmaktan öteye geçemez; her ne kadar bu hiç görememekten iyi olsa da, hakikatle karşı karşıya geldiğinde her tür tasvir imkânı yok olur.” Aşkın din gibi aşkın sanat da mistisizmle iç içedir;“mutlak din mistisizmdir, sessiz ve şekilsizdir. Mutlak sanat da aynı şekilde ne duyulabilir ne de görülebilir.”
İslami, Hristiyani veya Zen sanat olamayacağını, sanatın mukaddesin huzurunda bulunabileceğini, aşkın sanatın da kutsal hislerin tasviri ya da ifadesi değil bizzat Kutsal’ın kendisini (aşkın olanı) ifade ettiğinin altını çiziyor. Bu anlamda Japon yönetmen Ozu’nun Zen inancı ile yaptığı filmleri ile Bresson’un kendi kültürel öğeleri ile bezeli filmlerinin, o “öğeleri” aşan bir “evrensel üslup” olduğunu anlatmaya çalışıyor. Yani Japon yönetmen Ozu ile Fransız yönetmen Bresson’un filmlerini aşkın sanatta buluşturan şeyin kullandıkları imajlardan çok “üslup”da belirginleştiğini vurgulamaya çalışıyor.
Eserde Ozu, Bresson ve Dreyer’in filmleri üzerinden “Aşkın Üslup” kavramını bir nevi inşa ediyor yazar ve bu sinemanın özelliklerini bu üç yönetmenin sineması üzerinden bir nevi tesbit ve tahlil ediyor.
Mesela Ozu hakkında şöyle yazıyor:
“Ozu, Japon kültüründe Aşkın anlatımı yeniden canlandırma ihtiyacı ya da bu anlatımı Doğu kültürüne aşılama ihtiyacı duymamış, onu sadece sinemaya uyarlamıştır. Ozu geleneksel Japon düşüncesi ve sanatını temsil eder ve Doğulu geleneğin manevi yükünü tabiatı itibariyle modern ve anarşist olan film aygıtına yükler. (…) Ozu eski geleneği yeni bir biçime oturtma çabasındadır. Japonya’da modern uygarlık yalnızca yüz yaşındadır ve iki bin yıldır süregelen bir medeniyetin üzerine yapılan bir ciladan ibarettir; Ozu’nun filmlerinde Zen sanatı ve düşüncesi medeniyetin kendisidir, sinema sadece onun cilasıdır. (…) Sinema çağdaş Japonya için Batılaştırıcı etkilerin başında gelir ve Ozu geleneksel değerleri yaşatmak için mücadele etmiş ve popüler trendlere karşı koymuştur, bunun için Japon gençliğinin büyük bir kısmı tarafından hala mürteci olarak kabul edilmektedir. Ozu sinemada aşkın üslubu benimseyerek bir bakıma modaya karşı gelmiştir fakat onun karşılaştığı direnç, Fransada estetik bir öncül bulabilmek için skolastiklere kadar gitmek zorunda kalan ve ticari başarı ve kitlesel bilinirlik bakımından umutsuz vaka olan Bresson’un karşılaştığı dirençle mukayese edildiğinde devede kulak kalır.”
Bresson hakkında da şu değerlendirmede bulunur:
“Ozu gibi Bresson da biçimcidir: “Film bir gösteri değil, her şeyden önce üsluptur”. Bresson’un filmden filme konudan konuya çok az değişiklik gösteren, sabit öngörülebilir bir üslubu vardır. (…) Bresson’un kendi sanatıyla ilgili açıklamaları da dini biçim ve ritüellere uygulanabilecek türdendir: “Bir filmin konusu sadece bir bahanedir. Biçim içeriğe oranla seyirciye daha fazla temas eder ve seyirciyi eğitir.” (…) Hem Ozu hem Bresson geleneksel dini tarzda biçimcidirler. Onlar inancı aşılamak için biçimi temel yöntem olarak kullanırlar. Bu, seyirciyi yapım sürecinin etkin bir katılımcısı yapar, yani seyirci bağlamsal olarak biçime tepki vermek zorundadır. (…) Bresson: “Biçime çok büyük önem veriyorum, devasa bir önem. Ve de biçimin ritme götürdüğüne inanıyorum. Şimdi bütün ritimler güçlü. Seyirciye erişmek her şeyden önce bir ritim meselesidir.”
Kısaca karmaşa, kaos içinde çeşitli hislerimizi harekete geçirip anlık doyumlar sağlayan bir nevi nefsimize hitap eden popüler sinema bir yanda, bizi maneviyatımızdan veya ruhumuzdan yakalamaya çalışan, ahenk ve ritim sineması, “aşkın sanat” diğer yanda.
Paul Schrader’in 1972 yılında keleme aldığı “Sinemada Aşkın Üslup” isimli eserini İnsan Yayınları’ndan edinebilirsiniz. Son bir not: Tercümede bir üslup sorunu var, kitabı okumayı zorlaştırıyor.
Baran Dergisi 601. Sayı
Trend Haberler
Kendisini Sümerolog diye pazarlayan İslam düşmanı Muazzez İlmiye Çığ öldü
“Putlara tapınma!” dediği için tutuklanan Dr. Mehmet Arslan serbest bırakıldı
‘Putlara tapınma!’ deyip tutuklanan doktora HÜDA-PAR’dan destek
Kemalist Yargıyı Cimer'e şikâyet etmek!
Bakan Yusuf Tekin: Sizin laiklik anlayışınız camilere kilit vurmak!
Puta dışkı atan vatandaş tutuklandı!