Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız? (Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor ve Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Yazın tadını çıkarıyorum.
İstanbul’dan, genel olarak Türkiye’den haberler neler? (Av. Yılmaz, İstanbul’un çok sıcak olduğunu söylüyor.)
Siyasî olarak durum ne merkezde; herşey yolunda mı? (Av. Yılmaz, pek de yolunda olmadığını, çünkü Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un İstanbul’da olduğunu söylüyor.)
Görüşmeler yapmak için Antakya’ya da gittiğini sanıyorum. Çok tuhaf şeyler bunlar. İskenderun... Ah, Allah kahretsin.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? (Av. Yılmaz, ziyarete gidemediğini ancak meslekdaşları Ali Rıza Yaman ve Zafer Şahin’in gittiğini, onlardan aldığı habere göre kendisinin iyi olduğunu söylüyor.)
Güzel, güzel. (Av. Yılmaz, Carlos’un Fransa’dan cezaevi arkadaşı olan Nurettin Güven’in oğlu Tolga’yla görüştüğünü, Tolga’nın Carlos’a selâm söylediğini, Nurettin Güven’in de iyi olduğunu ve muhtemelen Ekim ayında serbest bırakılacağını söylüyor.)
Oo, iyi, iyi.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı? (Av. Yılmaz, olmadığını ve dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Bugün belli bazı hususlar hakkında konuşmak istiyorum.
Şöyle çok kısa ve basit bir haber vardı dün: Amerika Birleşik Devletleri, Lübnan’ın başlıca ve en büyük direniş teşkilâtı olan, savaşçılardan oluşan gerçek bir ordusu bulunan, hattâ İsrail ordusunu son giriştiği Lübnan işgalinde mağlub eden Hizbullah’ın, Avrupa’da saldırılar yapmak üzere hazırlandığı yönünde Avrupa’yı uyarıyor.
Bu haberle, Avrupa ülkelerine karşı eylemler gerçekleştirmesi için, Hizbullah’ın bazı “çılgın terörist grublar”ı Avrupa’ya yerleştirdiği söylenmek isteniyor.
Elbette tamamiyle absürd, saçmasapan bir haber. Bir kere Hizbullah’ın birçok Avrupa ülkesinde gayriresmî temsilcileri ve bunların da sözkonusu ülkelerin güvenlik servisleriyle gayriresmî irtibatları vardır. Üstelik, silâh taşıdığı yahud buna benzer gerekçelerle tutuklanan Hizbullah mensubları ya hemen veyahud yargılansalar bile hapiste kısa bir süre kaldıktan sonra serbest bırakılır. 1970’lerin başında Filistin Direnişi’nin Avrupa güvenlik servisleriyle varmış olduğu mutabakattan sonra, bu şekilde bir anlayış gösterme sözkonusudur.
Söylemek istediğim bir şey daha var: Hizbullah, herhangi bir grub değil, Lübnan’ın en büyüğü olan güçlü bir mezhebî unsura, yâni Şiî halka dayanan hakiki bir teşkilâttır.
Yine Şiî feodal liderler, an’anevî olarak, birçoğu sömürgeciliğin ve emperyalizmin ajanı da olsa, hattâ siyonist hareketin dostu dahi olsa, Hıristiyan ve Sünnî liderlerin müttefiğidir.
Lübnan’ın güneyine Komünist Parti’den sonra, İran’ın İslâmcı hükümetinin tabiî yardımıyla Hizbullah geldi ve halk için çalışmaya başladı. Zamanla, Lübnan’da düzeni sağlayan merkezî hükümete paralel bir çeşit ikinci hükümet tesis etmeye muvaffak oldu. Şöyle ki, Komünist Parti’nin yerini alarak her yerde okul ve hastahâne, yine radyo ve televizyon dahil her çeşit kurumu açtılar ve nihâyet siyonistlere karşı direnişin öncüsü oldular.
Diğer yandan, Lübnan’daki öbür mezhebî grublara âid örgütlerle çatışmak zorunda kaldıklarında, hem güçlerini, hem cesaretlerini, ama hem de âlicenablıklarını gösterdiler. Yâni, açık biçimde düşmanla birlikte çalışan Harirî çevresi gibi kendi muhalifleri olan grubların liderliklerini yok etmeye yeltenmediler. Düşmana karşı Arab toplumlarının, dünyadaki tüm müslüman toplumların, hattâ müslümanmış gibi davrananların bile yanında oldular.
Tüm bu izahat vesilesiyle yapmak istediğim şey, ABD’nin yaptığı ve Hizbullah’ın Avrupa ülkelerini vuracağı şeklindeki uyarıyı yorumlamak ki, bunun için de 1967’deki büyük işgalden sonra Güney Lübnan’da gerçekte ne olduğunu anlamak zorundayız.
1967’deki işgalde büyük bir yıkım gerçekleşti ve bu arada Beyrut’taki havaalanını bombalayıp, o ân havaalanında bulunan bütün uçakları imha ettiler. Unutmayınız ki, Ortadoğu Havayolları dünyanın en büyük havayollarından biriydi. Dünyadaki başlıca kargo havayolu da Lübnan Havayollarıydı. Şu ân artık mevcud bulunmayan ve zamanında tüm dünyanın en büyüğü olan bu kargo havayolu, Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi ve Arab Milliyetçi Hareketi tarafından, Dr. Vedi Haddad tarafından kurulmuştu. Bu bir sır değil. Körfez bölgesindeki petrol sahaları için teknisyenlerin kullanacağı tüm malzemelerin getirilmesinden sorumluydu bu havayolu. ABD’den, Hollanda’dan, Britanya’dan, şuradan buradan Suudî Arabistan’a ve başka petrol sahalarına gelen herşeyi bu havayolu taşırdı ve bu işlerin hepsi de Dr. Vedi Haddad tarafından idare edilirdi.
Herneyse; 1968’de El Al Havayollarına âid bir Boeing 707 uçağı üç FHKC komandosunca Roma’dan Cezayir Havaalanı’na kaçırıldıktan sonra, Birleşmiş Milletler, Lübnan sınırını İsrail saldırganlığından ayırmak yahud korumak için asker gönderme kararı aldı. Bu durum gittikçe gelişti, gelişti ve şu ân çoğu NATO ülkelerinden olmak üzere binlerce askere ulaştı oradaki Birleşmiş Milletler askerî mevcudiyeti. Güya “koruma” amaçlı oradalar ama gerçekte korudukları herhangi birşey yok. Zaten oradaki BM askerleri Lübnan’ın bütünlüğünü muhafaza etmek ve Filistinli mültecîler dahil Lübnan halkını savunmak için savaşmayacaktır, çünkü Avrupa ülkeleri izin vermez buna. Bazı Afrikalı askerlerin ve an’anevî olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde görev yapan Nepalli askerlerin oradaki varlığı da birşey ifâde etmiyor bu bakımdan. Bölgede 40 yıldan fazladır bulunan askerler hakikaten ne yapıyor orada?
Emperyalistlerin asıl hesabı, Lübnan’da daimi bir güç bulundurmaktır. İşte bu güç, zamanı geldiğinde Lübnan Direnişi’ne karşı kullanılabilecektir ki, zaten, işgal altındaki Filistin’e yönelik olarak Filistin Direnişi’ne mensub savaşçılarca plânlanan birçok operasyon sözkonusu BM gücü tarafından engellenmiş; Hizbullah ve diğer İslâmî Direniş unsurlarının silâh ve cebhâne kargolarına da yine bunlar tarafından el konulmuştur. Sadece Hizbullah değil, Lübnan Direnişi’nin bir parçası olan Suriye Milliyetçi Partisi gibi laik unsurlar da unutulmamalıdır ve aynı durum için onlar için de geçerlidir.
ABD’nin başta sözünü ettiğim açıklamasının, Suriye’nin tamamen kuşatılması, çevresinin tamamen kapatılması şeklinde bir hedefi var. Unutmayınız ki, İsrail’e karşı bir hareketin ön cebhesinde Lübnan bulunmaktadır. Aynı şekilde, İsrail’e karşı yine ön cebhede birinci ve yegâne Arab “devlet”i de Suriye’dir. Zamanında Lübnan’a tatbik ettikleri ve artık pek işlemeyen “iç savaş” operasyonunu, bugün Suriye’ye tatbik ediyorlar. Bunu da hainler ve emperyalistler tarafından kolayca yönlendirilebilen fanatikler marifetiyle gerçekleştiriyorlar.
Suudî Arabistan’dan gelen cesur birçok müslüman genç, Şiî veya Alevîleri öldürmeye devam ederse cennete gidebileceği düşüncesini taşıyor ve emperyalistlerce de bu şekilde kolayca manipüle ediliyor. Asıl mesele şu ki, bunlar emperyalistlere ve siyonistlere âid doğru hedeflere asla saldırmıyorlar. Daima ya ilerici laiklere yahud azınlıktaki mezheb veya topluluklara saldırıyorlar. Hattâ Hıristiyan kiliselerine bile saldırıyorlar ki, akıl alacak gibi değil, kimseye de faydası yok. Çıkan sonuç şu ki, ABD çıkarlarına ve onların ajanlarının Ortadoğu’daki çıkarlarına saldırmak için orada değil bunlar. Üstelik çoğu da öldürülüyor, böylelikle Suudî Arabistan ve Basra Körfezi’ndeki diğer küçük kukla devletler için artık herhangi bir tehlike teşkil etmiyorlar.
Suriye, bu savaşı aslında kaybetmiyor. Hem de arkasında an’anevî olarak “muhalif” olan yiğit ve şerefli Suriyelilerin desteği olduğu için kaybetmiyor. Bu “muhalifler” ki, aralarında Baasçısı da, komünisti de, Nasırcısı da, samimi müslümanı da vardır. Fakat bu müslümanlar, yabancı güçler için çalışan o “terörist” müslümanlardan değildirler.
Bu insanların desteklediği de hükümet falan değildir. Kaldı ki bu hükümet değişecektir, değişmelidir ve Beşar Esad’la çevresindeki namuslu insanlar bunu hem bilmekte hem de bunun gerçekleşmesini istemektedir. Ancak onlar, Suriye’nin işgal edilmiş bir diğer ülke olmasını istemiyorlar. Suriye “bağımsız” bir ülkedir ve vatandaşları da dünyanın her yerine gururla seyahat etmektedir.
Unutmayınız ki Suriye, herhangi bir Arabın, ülkesine vizesiz girmesini kabul eder. Oysa Suriyeliler, başka birçok Arab ülkesine vizesiz kabul edilmezler. Şimdi Suriyeli mültecîlerden bahsediyorlar ya, Lübnan’a ve diğer Arab ülkelerine kaçan bu insanların bile bir vizeye ihtiyacı vardır. Tasavvur edebiliyor musunuz; güya destekledikleri o mültecîlerin bile bir vizeye ihtiyacı var.
İçinde bulunduğumuz bu “görünüşe göre” absürd durumda, ki absürd değil, emperyalistlerin uzak görüşlülüğünü tesbit etmek lâzım. İngilizler bu mesele üzerinde çalışmaya ve Osmanlı imparatorluğunu bertaraf etmeye 19. yüzyılın sonunda başladı, hâlâ da devam ediyorlar. Arkasında bir mantık ve bir tarih var bunun. Britanya emperyalizminin plânları hâlen işliyor, halefi olan ABD ve siyonist dostlarınca da hâlen işletiliyor. Siyonistler kimsenin dostu falan değildir, onlar sadece kendilerinin dostudur. Fakat kendilerini Amerikalı ve Batılı emperyalistlerin “siyonist dostlar”ı olarak adlandırırlar.
Bunu Fransa’nın şimdiki hükümetinde bile görebilirsiniz. Fransa’nın “müdahale” politikası, Sarkozy’nin politik çizgisine ve Afganistan örneğine kıyasla bir nebze daha az şiddet ihtivâ etse de, hâlâ devam ediyor. Sarkozy, bağımsız ülkelere yönelik Batılı müdahalesinin en öndeki eli, en öndeki dostu ve en ön cebheyi temsil ediyordu. Libya’dan da biliyoruz.
Bizim sadece şimdi değil, her zaman aldığımız “bilgiler” oldu. Bunları Batıdan kaçan insanlardan, hattâ Arab davasına sempati duyan CIA mensublarından bile alırdık. Doğrudan bana gelmese de, Libya veya Suriye’deki yahud diğer ülkelerdeki kimi dostlarımız yoluyla bize birtakım bilgiler ulaştırırlardı. Şuydu gelen bilgi: ABD’ye, emperyalist müttefiklerine ve İsrail devletine karşı dikilen hiçkimse var olmamalı.
Yine de çok zayıf bir pozisyondalar şu ân. Ölmeye hazır birkaç dindar müslüman genç, Batılı güçlerin hepsine dehşet veriyor. Tüm o atom bombaları, tüm o kimyevî silâhları, Vietnam Savaşı’ndan veya öncesinden, hattâ II. Dünya Savaşı’ndan beri kullandıkları tüm o suç unsurları, bizim insanlarımızı, inananları korkutmuyor. Hattâ başka dinlerin, başka milletlerin “inanan” insanlarını bile korkutmuyor.
Bu yüzden, emperyalizme karşı örgütlü direnişin sözkonusu olabileceği herhangi bir yerin mevcudiyetini engellemek için, ellerinden gelen herşeyi yapmaya hazırlar.
Buna rağmen, diğer tarafta da, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra nötralize ettikleri Rusya, şimdi Putin’le birlikte bu tarihî Rusya’nın, “Üçüncü Roma” olarak Moskova’nın yeniden ortaya çıkışı şeklinde gücünü geri kazanıyor ki, bizim için kötü bir şey değil. Hattâ tam tersine, iyi. Putin’in politikasının her noktasına katıldığımı söylemiyorum. Ancak, milletlerarası siyaset bakımından, emperyalistlerin dünyada canları ne isterse yapmalarına izin vermeyecek güçlü bir Rusya’ya ihtiyacımız var.
İran, Rusya’nın objektif bir müttefiğidir. Suriye de öyle. İdeolojik sebeblerle falan değil, politik, jeopolitik ve stratejik sebeblerle. Bizi ilgilendiren de bu. Aynı durum Küba için de, Venezüella için de, Ekvador için de, Bolivya ve Nikaragua için de böyle. Çin’den bahsetmeye zaten lüzum yok. Dünyada günden güne gelişen en büyük güç.
Bu bakımdan emperyalizm, “bağımsız” her ülkeyi kendi kız yeğeni hâline sokmak zorundadır. “Bağımsız” bu ülkelere karşı eleştirilerimiz olsa bile, ki Suriye’yi çok iyi bilirim, bunu şu ân yapmak istemiyorum. Benim son 20 yıllık hatıralarımı okursanız, bizzat şâhidi olarak Suriye rejimine yönelik ne kadar eleştirici olduğumu görürsünüz. Ne olursa olsun, Suriye bağımsız bir rejimdir ve bu noktada desteklenmelidir.
Lübnan’a gelince; şimdi Birleşmiş Milletler maskesi altında orada bulunan yabancı askerler, bu defa tüm direnişi açıkça nötralize etmek için kullanılacak ve bu arada en kirli savaş da İsrail saldırılarıyla gerçekleştirilecektir. ABD’nin plânı budur. Suriye bu şekilde dağıtıldıktan sonra sıra, daha ilerisine geçip İran İslâm Cumhuriyeti’nin işini bitirmeye gelecektir.
Düşman için bir soru işareti belirtmiyor, neyle karşı karşıya kalacaklarını biliyorlar. Şöyle ki, bu ülkelerin insanları gururludur, korkmuyorlar, bağımsızlıkları için, huzurları için, inançları için, Allah için kendilerini fedâ etmeye hazırlar. Unutmayınız ki, Hıristiyanlar bile Arabça Allah der. Nihâyetinde hepimiz için, “Lâ İlâhe İllâllah - Allahtan başka ilâh yoktur”. Müslümanlar içinse, “Muhammedün Rasûlullah”.
Allahü Ekber.
(Carlos, mutad konuşmasını bitirdikten sonra da değerlendirmelerine devam ediyor.)
Ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi? (Av. Yılmaz, “evet” diyor.)
Çok kirli bir şeyler olacak; göreceğiz. Çok kirli bir şey.
İnsanlar şunu unutuyor: Çoğu “seçkin” binlerce Avrupalı asker, NATO askeri, Güney Lübnan’da hazır bekliyor şu ân. Onlar İsrail saldırılarını engellemek için bulunmuyor orada. Direniş’e karşı kullanılacaklarını düşünüyorum bunların.
(Carlos, geçenlerde Afganistan’da öldürülen bir Fransız subayı ve cenazesi vesilesiyle, müdahaleci Fransız dış politikasının halka yansıtılırken nasıl manipüle edildiğine ve müslümanların nasıl “terörist” gösterildiğine dair bir örnek veriyor.)
Eğer bunu yapacak araçlarınız varsa, Fransa’daki, Türkiye’deki, Venezüella’daki ve diğer her yerdeki kitlelerin yönlendirilmesi, manipüle edilmesi çok kolay.
Bir askerin ölümü, her zaman bir trajedidir. Askerler, halkın çocuklarıdır, yüksek sınıflardan falan gelmezler; unutmamalıyız bunu.
Peki şimdi Mısır-Gazze-İsrail sınırında olan da nedir? Bir grub radikal cihadçı, gidip bir saldırı düzenledi ve Mısırlı askerleri öldürdü. Bu yiğit, bu cesur insanlar, böyle ne yaptıklarını sanıyorlar? Hem de tam bu ânda! Bu en büyük provokasyondur. Manipüle ediliyorlar, yönlendiriliyorlar.
Müslüman Kardeşler hükümeti için büyük bir fırsat vardı oysa burada. Mısır’da yeni bir Müslüman Kardeşler hükümeti, Gazze’de yeni bir Müslüman kardeşler hükümeti; teorik olarak, aynı parti iki yerde de iktidarda. Gidin sınırları açın! Ama bu olmuyor, hemen peşinden işte bu hâdise geliyor. Bu cihadçı hareketler, en radikal olanları, emperyalistlerin elinde apaçık birer âlet bugün. 16 Mısırlı askerin öldürülmesi en açık örneği bunun. Niçin? (Carlos, acıyla gülüyor.) Niçin?.. Tabiî, bu saldırıyı düzenleyenlerin hepsi öldürüldü ve yok edildi.
İşte bu durum hâlâ devam ediyor.
Size birşey daha söyleyeyim: Ben, İsrail’in Gazze’den bombalanmasına da karşıyım. Hiç de akıl kârı değil. Sen bir roket gönderiyorsun, peşinden de yüzlercesini yiyorsun. Bunlar senin insanlarını katlediyor oysa.
“Uygun” olan neyse, o işi yapmalıyız.
Her gün İsrail’e çalışmaya giden bir sürü insan var. İsrail’de mafyadan silâh alabilirsiniz. Rus mafyasıdır bu. Biz bunu yaptık. Bunlardan ne isterseniz satın alabilirsiniz; ne isterseniz. İsrail’e, Tel Aviv’e gidin ve eylem yapın, ne kadar güzel. Ama kalkıp roket göndermek; bunlar aptalca.
Aynı şekilde, “dünya” bir muharebe sahasıdır. Siyonist düşmanı, siyonist suçluları, dünyanın her yerinde ama her yerinde vurmaya hakkımız vardır. İsrail büyükelçilikleri meselâ. Doğru olan budur.
Ama yok; yapılması gerekenin tam tersini gerçekleştirmek üzere, bu insanları provokasyon yapmaya gönderiyorlar. Bunun da arkasında hainler, iktidarda olmalarını 100 yıldan fazladır yabancı askerî güçlerin ülkelerindeki varlığına borçlu Suudî Arabistan ve ufak Arab emirlikleri var.
Belki çok konuştuk ama ne demek istediğimiz sanırım anlıyorsunuz, değil mi? (Av. Yılmaz, Carlos’u tasdik ediyor.)
Tavsiye etiğim yolun ne kadar meşrû olduğu açık.
Hep aynı hikâye; bu cesur gençleri bir hiç için, emperyalistlerin çıkarı için ölmeye ve öldürmeye gönderiyorlar. Çok üzücü.
Kumandan Mirzabeyoğlu’nu niçin cezaevinde tuttuklarını şimdi anlıyorum. Cihadçıları böylesi şeyler yapmaktan menedeceği, insanları doğru hedeflere yönelteceği için, O’nun gibi bir insan, O’nun gibi doğuştan bir lider çok tehlikeli. Cezaevinden dışarı çıkmalıydı oysa O.
Oradaki kardeşlerimize candan selâm.
11 Ağustos 2012
Baran Dergisi 293. Sayı
Baran Dergisi 293. Sayı