Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan mevzuu Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör ataması sonrasında gerçekleştirilen eylemler ve bu çerçevede yaşanan gelişmeler-atışmalardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atamasının ardından devir teslim töreninde bazı akademisyenlerin rektörlük binasına sırtını dönmesi, akabinde üniversite içinde ve çevresinde başlayan protestolar, polisin öğrenci olmayan protestocuları okul içine almamak için kapıyı kelepçe ile kilitlemesi vesaire… Bir de Cumhurbaşkanı atamasıyla göreve gelen rektöre yönelik protestolara, CHP’nin Tayyibe Gülek yetiştirmesi Canan Kaftancıoğlu üzerinden tabiî olarak öncülük etmeye soyunması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kaftancıoğlu’nu “terörist” olarak nitelemesi…
Bu süreçte Ak Parti destekçileri bir yandan eylemlere karşı çıkarken öte yandan eylemlerin merkezindeki şahıs olan Melih Bulu’yu hararetle savundu. “Karşı taraf” ise akademi ve tez yazımı hakkında bilgisi olmayanların kafasını bulandırmak için, kurulduğu günden bu yana Ak Parti’de çeşitli kademelerde görev almış Bulu’nun tezinin intihal olduğu iddiasını ortaya attı. Bu iddialar çerçevesinde Türkiye’de bugüne kadar yayınlanan akademik çalışmaların yüzde 99’unun intihal statüsüne gireceğini not düşelim.
Tüm bu keşmekeşin içinde ne hikmetse Bulu’nun yapmış olduğu açıklamalar pek de mevzu edilmedi. Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni rektörü Melih Bulu, Habertürk’te katıldığı bir televizyon programında “Aslında şimdi söyleyeceklerim birçok insanı şaşırtacak, ben siyasete ODTÜ'de okurken CHP'de başladım.” dedi. Sözlerine “Bunlar da biliniyor ama görünmüyor. Beni hep AK Partili olarak yansıtıyorlar. O zaman öğrenciydim SHP idi o zaman. Belediye başkanı bizim ODTÜ mezunuydu. Yardımcı istemişti, öyle başladım. O zaman o milletvekiliydi ben ona araştırma yapıyordum. Fiili olarak Meclis’e gidip geliyordum. Daha sonra Liberal Demokrat Parti’den teklif geldi. Liberal Demokrat Parti’nin Gençlik Teşkilatı başkanıydım. Ama ben siyasete hep bir akademisyen gözlüğü ile bakan birisiyim.” diye devam etti. Hızını alamayan Bulu, “Bütün hocalarım şunu söylüyor, 'Boğaziçi kültürüne bir şey yapacak mısınız' diyor, asla, öncelikle ben Boğaziçiliyim. Ben Metallica dinleyen bir rektörüm. Bu kültürle ilgili en ufak bir şey düşünmüyorum.” diyerek, bu milletle hiçbir bağı kalmamış gençler yetiştirmenin zeminini oluşturan sözde “Boğaziçi kültürü” ile de ne kadar barışık bir insan olduğunu dile getirdi.
Bulu’nun biyografisine baktığımızda 2002 yılından, yani Ak Parti’nin kuruluşundan bu yana partinin çeşitli kademelerinde görev yaptığını görüyoruz. Bulu, 2002 yılında Ak Parti’nin İstanbul ili Sarıyer ilçe başkanlığını kurmuş. Ak Parti il yönetiminde ekonomiden sorumlu İstanbul il başkan yardımcılığı yapmış. 2009 yılında yapılan yerel seçimlerde Ataşehir Belediye Başkanlığı için AK Parti’den aday adayı olmuş. 2015 yılı genel seçimlerinde ise Ak Parti’den İstanbul 1. bölge milletvekili aday adayı olmuş.
İnsanımızın, Müslüman Anadolu halkının öz değerlerine düşman olan CHP’ye karşı oluşu sebebiyle girdiği ilk seçimden beri iktidarda tuttuğu, CHP ile müesseseleşen Batıcılığı bu topraklardan silmesi için her türlü imkânı sunduğu ve bu imkânlara karşılık yapılan yanlışlara rağmen hâlâ ümit beslediği Ak Parti’de senelerce siyaset yapıp, bu sayede geldiği makamı ve istikbâlini Ak Partili olmak sebebiyle kaybedebileceği zannıyla şuuraltını açığa vuran bir rektörün, meşruiyetin kaynağını CHP’de aramaya çalışıyor olması, Ak Parti için ne kadar hazin değil mi? Aslına bakarsanız değil…
CHP’nin ne olduğunu, Müslüman Anadolu halkı için ne ifade ettiğini uzun uzun anlatmayacağız, zira Üstad Necip Fazıl CHP’nin ne olduğunu “CHP bir parti değil, Türke dinini, dilini ve özünü kaybettirmeye memur bir katliam müessesesidir.” diyerek tek bir cümle ile özetlemiş. Biz de bugüne kadar CHP’nin ne olduğunu envai çeşit misalle anlattık. Buna mukabil anlamayanların yahut anlamak istemeyenlerin kimler olduğunu öğrenmek için CHP’ye ve Kemalist rejime muhalefet ederek iktidara gelen Ak Parti’nin kadrolarına bakılabilir. Bulu’nun tavrı pek de yabancı olunan bir tavır değil anlayacağınız. Yoksa her fırsatta “dava, dava” deyip de, davalarının ne olduğunu izah etmekten imtina eden, tek derdi ise ikbal olan kadroların davası, meşruiyetin kaynağını CHP’de arayıp, Kemalist rejimi ayakta tutmak mıdır?
Cumhurbaşkanın böyle bir davası olmadığını biliyoruz. Kemalizm’in Müslüman Anadolu halkı üzerindeki baskısının bertaraf edilmesi noktasında kendisinin katkısı tartışılmaz; nitekim halk da bu sebeple kendisine minnet duyuyor. Fakat, kabak tadı vermeye başlayan tabirle “etrafındakiler” her fırsatta Kemalizm’e ve CHP’yi hayatta tutabilmek için birbiriyle yarışıyor.
Yoksa bu millet, karşısında konumlandığı CHP’nin kurucusunu hâlâ “ulu önder” diye taltif eden parti kadrolarından çok mu şey bekliyor?
Baran Dergisi 731.Sayı