Lübnan’da yaşanan rahatsız edici gelişmeler hakkında konuşmak istiyorum. Rahatsız edici diyorum; çünkü Lübnan Başbakanı Suudi Arabistan rejiminin adamı olarak bilinirdi. Esasında bir suikast neticesinde öldürülen babasının Suudi Arabistan ile yakın ilişkileri vardı. Şimdi de Başbakan Hariri, öldürüleceğinden endişe ettiğini söyleyerek istifasını verdi. Onun üzerinden bir takım planlar yapıldığı anlaşılıyor.
Yaşanan hadiselerin hepsi gerçekten enteresan ve ben geçmişte de, bugün de söylenenlerin hepsinin düşman manipülasyonundan ibaret olduğunu düşünüyorum. Lübnan hükümetini indirmek için bahane arıyorlar. Çünkü Lübnan hükümeti vatansever bir hükümettir ve bir Hıristiyan Marunî olan Lübnan Cumhurbaşkanı General Mişel Avn da gerçekten bir Lübnan vatanseveridir. Aynı zamanda o Hizbullah’ın da müttefikidir, çünkü Hizbullah İsrail ile savaşmaktadır. Lübnan Cumhurbaşkanı, kesinlikle İsrail yahut emperyalist ajanı değildir. Şu anda tabiri caizse bir komedi yaşanıyor ve yalanlar söyleniyor. Hizbullah Hariri’yi öldürmek istiyor olabilir, bunun için bir mesaj da göndermiş olabilir, bu mümkündür. Fakat, bu tehdidin cumhurbaşkanı aleyhinde propaganda yapmak için bahane edildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla Harirî’nin istifa etmesi gerektiği yönünde kandırıldığını düşünüyorum. Böylece Lübnan’da yeni bir başbakanın göreve başlaması suretiyle siyasî gerilim oluşturabilecekler.
Bu oyunun bir tarafında Suudiler var. Suud ailesi, yapmış olduğu şeylerle bölgeyi dış müdahaleye açık bir vaziyete getiriyor. Körfez’de Suudların en büyük destekçisi, ABD ve İsrail’dir. Suudi Arabistan, İsrail’in İslâm dünyasındaki en önemli müttefikidir. Suudi Arabistan önemli bir aktör ve bu insanlar mukaddes şehirler olan Mekke ve Medine’nin koruyucusu taklidi yapmaktadır. Gerçekte ise Suudi Arabistan’ı yöneten Suud ailesinin bir kısmı Siyonist-Yahudi orijinlidir. Dolayısıyla mukaddes şehirlerimiz Mekke ve Medine Siyonist himayesi altındadır. Bundan evvel müteaddit kere söylediğim üzere, Mekke’nin güvenliğinden sorumlu olan şirket bir İsrail şirketidir. Bu dahî, Müslüman ülkedeki bu hükümeti ortadan kaldırmak için yeterli bir sebeptir; ki buna mukabil nasıl oluyor da bu hükümet iktidarda kalabiliyor ve rejim korunabiliyor? 
Lübnan’a dönersek; Lübnan’ın Araplarının Suriye hükümetiyle tekrar barıştığı bir dönemde bunlar yaşanıyor. Lübnan’ın Suriye meselesinin başlangıcında aldığı tavır değişmişti. Aynı şekilde Türkiye’nin de öyle. Şunu unutmamalıyız ki; bana göre Cumhurbaşkanı Erdoğan çok önemli bir şahıs ve dünya siyaseti açısından en önemli siyasî figür. Suriye savaşı çıkmadan evvel Erdoğan’ın Beşar Esad ile çok yakın ilişkileri vardı. Daha sonra bu ilişkiler bozuldu; fakat Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından Türkiye rejiminde bir takım iyileşmeler yaşandı ve bu gelişmenin devam etmesini bekliyorum. Elbette Türkiye hükümetinin Suriye meselesinde durduğu pozisyon kabul edilebilir değil; fakat şunu asla hatırımızdan çıkarmamalıyız ki, Türkiye bağımsız bir devlet değildir, bir NATO üyesidir. Türkiye hâlâ dış güçler tarafından işgal altında olan bir ülkedir. Türkiye bundan kurtulmaya çalışıyor. Birçok mensubu hakkında davaların açıldığı ordunun bir kısmı Siyonist, Yahudi ve emperyalist ajanlığı yapıyor, bugüne kadar Siyonistlerin ve emperyalistlerin çıkarına hareket ediyordu. Elbette ordunun tamamı değil; ama sözünü ettiklerimiz haindir. Bu söylemek hoş değil; ama devlet teslim edilmiş bir vaziyetteydi, apaçık durum buydu.
Türkiye ve Suriye üzerinde planlar yapanlar, Lübnan cumhurbaşkanını görevinden uzaklaştırmak ve Lübnan’ı karıştırmak için harekete geçti. Bu adam Lübnan’ı muhafaza etmeye çalışan, bu çerçevede Suriye’nin de içinde olduğu diğer Arap devletleriyle de ilişkiler geliştiren, Filistin’in işgaline karşı olan bir adam. Cemayel tarafından kurulan Hıristiyan faşist partisinin ilk üyelerindendi, Cemayel tarafından İsrail’e gönderildi ve o ise sadece Kudüs’e gitti ve dua edip geri geldi. Mesele çok açık, bugün tüm ideolojik ve fikrî ayrılıklara mukabil hangi tarafta olunması gerekiyorsa orada olmak lâzım; Siyonistlerin karşısında olmak lâzım.
İran, dünyadaki en anti Siyonist rejimdir; seversiniz ya da sevmezsiniz. İran ordusu, İsrail’e karşı savaşmıştır; fakat ne yazık ki aynı zamanda Irak direnişine karşı da savaşmıştır. Irak direnişçilerinin bir kısmıyla geçmişte tanışmışlıklarımız oldu. İran son olarak Kürdistan’a müdahale etti kendisini tehlikede hissettiği için. Çok akıllıca bir siyaset izlediklerini düşünmüyorum. Tarihî olarak İran’ın antisemitik olduğunu söylememiz de mümkün değil. Yüzyıllardır kendisini sorumlu hissettiği Şiileri her fırsatta koruyor. İddia edildiği gibi insan hakları da Şiiler bakımından sıkıntılı değil. Fakat İran’ın politikalarından ve Şiilerin tutumundan dolayı Sünnî Müslümanların Şiîlere karşı duruşu her geçen gün daha da sertleşiyor. Onlar sadece Hazreti Ali bin Ebu Talib’i kabul ediyorlar; diğer İslâm halifelerini ise kabul etmiyorlar. Benim fikrime göre Hazreti Ömer bin Hattab en iyi yönetici ve halifedir. Şia’nın bu husustaki fikirleri tabiî ki kabul edilebilir değildir; fakat Siyonizm’e karşı durduklarında yanlarında bulunmak gerekir.
Hülasa; istifa eden Başbakan Said Hariri’nin babası Refik Hariri Beyrut’ta bir suikast sonucu öldürüldü. Suikastın ardından bir takım manipülasyonlar yapıldı. Suriye tarafından bu suikastın gerçekleştirildiği yalanı söylendi. Şunu bilmemiz gerekiyor ki Haririler hain değildir. Yine Lübnan’ı oğul Hariri’ye istifa ettirerek ve istifa ederken bir takım şeyler söyleterek durdurmak ve karıştırmak istiyorlar. Dış müdahalelerle bölgede binlerce Müslüman öldürüldü, öldürülmeye devam ediyor. Biz ve tüm gerçek Müslümanlar, gerek Lübnan için, gerek Suriye için, gerekse de diğer İslâm beldeleri için Allah’a dua etmeli ve mücadeleye devam etmeliyiz.
 
Allahu Ekber!
04.11.2017
 
Tercüme: Faruk Hanedar
Baran Dergisi 565. Sayı