Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim; son birkaç gündür hava soğuktu biraz; yağmur ve rüzgâr vardı, ama şimdi iyi, güneş gören bir telefon kabininde sizinle konuşuyorum.
Türkiye’den haberler neler?
(Av. Yılmaz, kayınbiraderi Ali Osman Zor ve arkadaşlarının idaresinde bazı gönüldaşlarının ADIMLAR ismiyle yeni bir dergi çıkarttıklarını ve Carlos’a da üç nüsha gönderdiklerini söylüyor.)
Aa, çok teşekkür ediyorum, çok nâzikler. Çok iyi, çok iyi.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl peki?
(Av. Yılmaz, iyi olduğunu ve muhtemelen “bugün veya yarın” Bursa’dan İstanbul’a döneceğini söylüyor.)
Tamamdır. Fakat, hür biçimde seyahat ediyor, değil mi?
(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.)
Ancak, aynı zamanda, “tek başına” da değil, etrafında iyi insanlar da var, değil mi? Tek başına olmamalı çünkü!
(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor, ailesi ve bazı arkadaşlarının da kendisine refakat ettiğini söylüyor.)
O’nun emniyetinin sağlanması önemli; bu bakımdan soruyorum.
Sizin bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, herhangi bir sorusu olmadığını söylüyor.)
Ben size bir şey daha soracağım o hâlde: Kürt şehri Kobani’de, Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye’nin hemen güney sınırında bulunan [PYD olarak bilinen PKK yanlısı Kürtlerin idare ettiği] o Suriye şehrinde neler oluyor şu ân; şehir düştü mü, yoksa çatışmalar devam ediyor mu hâlâ?
(Av. Yılmaz, çatışmaların hâlâ sürdüğünü söylüyor.)
Hâlâ sürüyor demek; tamam.
Çok tuhaf; Türk ordusu o çatışmaları sadece izlemekle yetiniyor. Çok acayib bu. Sanıyorum, cihadçıların saldırıp orada savaşan PKK destekçilerinin işini bitirmesini bekliyorlar; sonra da Amerikalılarla beraber müdahale edecekler. Orada tam olarak neler oluyor bilmiyorum ama bu olanlar çok tuhaf ve hiç de hoşuma gitmiyor. Evet, hiç hoşuma gitmiyor.
(Av. Yılmaz, Kobani’deki savaşı protesto etmek için, PKK destekçilerinin Türkiye şehirlerinde gösteriler düzenlediklerini söylüyor.)
Bugün de Paris’te düzenliyorlar. Almanya’da falan da yaptılar, bugünse burada gösteri yapıyorlar.
(Av. Yılmaz, Türkiye’deki protestolarda 34 kişinin öldüğünü söylüyor.)
Evet, evet, biliyorum. Üç dört gün devam etti zaten olaylar.
Kobani’deki çatışmalar dolayısıyla üzüldüğüm bir noktayı söyleyeceğim: Orada Kürtler safında savaşanlar arasında da, Arablar safında, İslâmcılar safında savaşanlar arasında da iyi insanlar var. Tarafların her ikisinde de iyi insanların bulunması bakımından, bu yaşananlar çok üzücü.
Diğerleriyse bu savaşı seyrediyor. Burada yaşanan şiddet, çok ama çok karmaşık bir nitelik arzediyor. Kaldı ki, her iki taraftaki o insanlardan kimin iyi kimin kötü olduğuna dair nihaî hükmü de Allah verecek.
(Carlos, sözünün burasında Av. Yılmaz’la bir bilgi paylaşıyor ve bulunduğu cezaevinde, Jean-Paul Sartre’ın felsefesi ve eserleri çerçevesinde bir eğitim programının başlatıldığını; katılanlara sonunda bir sertifika verilecek olan bu ilginç programa kendisinin de iştirak ettiğini; bir profesörün verdiği ilk derste, 2014 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Fransız romancı Patrick Modiano’nun da gündeme geldiğini; çok iyi bir adam olan Modiano’nun babasının aslen Selânik yahudisi bir Sefarad olduğunu; bu arada Atatürk’ün de Selânikli olduğunu hatırlatarak, 1940’larda Selânik’te 45 bin yahudi yaşadığını; ancak bunların tümünün II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Polonya’daki kamplarına sürgün edildiğini; sürgün edildikleri kamplardan [Treblinka] sadece 600 yahudinin sağ çıkabildiğini; Fransız eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin dedelerinin de yine aslen Selânik yahudisi olduğunu söylüyor.)
Suriye sınırındaki Kobani’de bugün yaşananlar, 19. yüzyıldan başlayıp 20. yüzyıla sarkmak üzere, önce İngiliz, sonra Fransız sömürgeci ve emperyalistlerinin hırslarının olanca absürdlüğünü, olanca saçmalığını gözler önüne seriyor.
Demek istediğim şey, Türkiye’nin bugünkü sınırlarının tamamen sun’i sınırlar olduğudur. Binlerce, en azından yüzlerce yıldır orada yaşayan tüm halklar arasına -kendi içlerinden geçen- böylesi sun’i sınırlar çekilmiş, sömürgecilerin çizdiği bu absürd sınırlar yüzünden kendi içlerinde bölünmüşlerdir.
Sömürgecilerin veya yeni-sömürgecilerin Avrupa’daki bürokratları, oturdukları ofislerinden herkes için böylesi sun’i sınırlar çizmiş, herşeyi bölüp sun’i devletler icad etmiştir. Afrika’nın tüm sınırları böyledir meselâ. Cezayir, Nijer, Mali, Orta Afrika, Çad; her yer böyle bölünmüş ve bu bölünme neticesinde yeni devletler icad edilmiştir.
Yalnızca “Siyah Afrika” için geçerli değildir bu durum. Latin Amerika’nın birçok sınırı da aynı şekilde “tabiî sınırlar” değildir; sun’i sınırlardır bunlar ve oralarda yaşayan nüfusu kendi içlerinde bölmüştür.
(Carlos, Venezüella’daki “aynı kabile” arasına nasıl böyle bir sun’i sınır çekildiğini ve nasıl bir kısmının Venezüella’ya bir kısmının ise Kolombiya’ya bırakıldığını örnek gösteriyor.)
Fransızlar kendilerini takib etse bile bu sınır çizme işinin asıl ustası olan İngilizlerin tüm bunları yapmaktaki gayesi, sözkonusu bölgelerde daimi çatışma vesileleri oluşturmaktır. Hindistan ve Pakistan örneğinde görüldüğü gibi, dünyadaki çatışmaların birçoğu da işte bu “bölme politikası”nın bir sonucudur.
(Carlos, “2014 Nobel Barış Ödülü”nün biri Hindistanlı diğeri Pakistanlı iki ayrı insan hakları savunucusuna gitmesinin de bir gözboyama olduğunu söylüyor; bunun bir “medya manipülasyonu” olarak kullanıldığını ve aslında diğer şeyler gibi emperyalist tavrın bir yansıması olduğunu belirtiyor; zaten bu ödülleri dağıtan Norveç’in de bir “NATO ülkesi” olduğunun unutulmaması gerektiğini vurguluyor... Kendisin bir dâhi olmadığını ancak her şeyin berrak biçimde “meydanda” olduğunu ilâve ediyor; emperyalistlerin güdümündeki “dünya medyası”nın her şeyi yönlendirdiğini ve örtbas ettiğini, ne var ki akşam yorgun biçimde işten eve gelen insanların herhangi bir ciddi tahlil imkânı bulamaması yüzünden, dünya halklarını tüm bu manipülasyonların zehirlediğini ifâde ediyor... Bu çarpık “sistem”e saldıran yahud bu “sistem”in taraftarı olmayan BARAN Dergisi gibi basın organlarının ise çok azınlıkta kaldığını dile getiriyor; bunun her yerde ama her yerde böyle olmasının çok üzücü olduğunu söylüyor... Cezaevinde izin verilmediği için internete hiçbir zaman giremediğini ama güya herkesin her istediğini yazdığı bu zeminde de gece gündüz korkunç bir yalan fırtınasının estiğini; kendisi ve hukukî davası hakkında yazılıp çizilenlerin buna bir örnek olduğunu; Fransa gibi NATO ülkelerinin bu yalanlar ve manipülasyonlar noktasında hiçbir kanunu takmadığını ve saygı duymadığını; “marjinal” denilenler dışında sağ veya sol bütün basının dünyanın her yerinde böyle olduğunu vurguluyor... Hattâ “iyi tarafta” olan Küba gibi ülkelerde bile basının kontrol altında ve yalanlarla, manipülasyonlarla dolu olduğunu; kalitenin günden güne düştüğünü; hakikatlerin ortaya çıkmasına hiçbir yerde izin verilmediğini söylüyor...)
Kobani’de süren çatışmaya dönersek; her iki tarafında da iyi insanların savaştığı bu mücadelede kimin iyi kimin kötü olduğu hakkındaki nihaî hükmü ancak Allah’ın vereceğine; adaletin er geç hâkim olacağına ve savaşı en sonunda iyilerin kazanacağına güvenmek zorundayız.
Allahü Ekber.
Baran Dergisi 405. Sayısı