Esselâmü Aleyküm.

Sizi bugün erken aradığım için kusura bakmayın.

(Av. Güven Yılmaz, mesele teşkil etmediğini, müsait olduğunu söylüyor Carlos’a.)

Nasılsınız?

(Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, burada yağmur durdu, hoş ve güneşli bir hava var.

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?

(Av. Yılmaz, “dün” ziyarete gidemediğini ama meslekdaşlarının gittiğini, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu söylüyor.)

Tamamdır. Allah yardımcısı olsun.

Türkiye’den herhangi bir haber var mı?

(Av. Yılmaz, yeni bir haber olmadığını, aynı gündemin devam ettiğini söylüyor.)

Sizce Erdoğan hükümette kalmaya devam edecek mi, yoksa gitmek zorunda mı kalacak?

(Av. Yılmaz, Erdoğan’ın bu te problem yaşamadığını ve hükümette kalmaya devam edeceğini söylüyor.)

Hâlâ güçlü diyorsunuz yâni, tamam, güzel. 

Zaten biz de bir “ABD Hocası”, Türkiye’den uzakta öyle bir “Hoca” istemiyoruz.

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusunun olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Bu haftaki bazı haberler vesilesiyle yorumlarım olacak bugün. 

Ukrayna’da, dünyanın o kısmında olan bitenlerle ilgili olarak epey bir konuşmuştuk daha önce. Hâdiselerin benim belirttiğim istikamette seyrettiği açık. Rusya, Kırım yarımadasına daha fazla birlik gönderiyor ve nüfusunun çoğunluğu Rus olan Kırım’ın tekrar Rusya’ya bağlanmasının yalnızca bir zaman meselesi olduğu görülüyor. Zaten orada etnik olarak Rus olmayanlar da, yine Rusça konuşan Slavlar çoğunlukla. Kaldı ki, 200 yıldan fazladır, Rusya’nın bir parçasıdır orası. Bundan 50 yıl kadar önce [1954], Kruşçev’in Kırım’ı Rusya’dan alıp Ukrayna’ya bırakması aptallığına ve demagojik davranışına kadar, orası zaten Rusya toprağıydı.

Yeri gelmişken, Kırım’daki Tatarları da unutmamalıyız. Yüzyıllardır oradadır onlar ve Ruslardan çok daha fazlaydılar zamanında. Ne var ki, 200 yıldan fazla bir zaman önce Rus birliklerince mağlubiyete uğratıldılar, daha sonra bu kez II. Dünya Savaşı sırasında yanlış bir seçim yaparak Ruslara-Sovyetler’e karşı Almanların safında yer aldılar ve bu seçimlerinin bedelini de ödediler. Bir kısmı Alman-Nazi ordusuyla birlikte Avrupa’ya geri çekilmeyi başarırken, kalan sivil nüfusun çoğu Sibirya’ya sürüldü. Bir daha ancak 50 yıl kadar önce, Kruşçev iktidara geldikten sonra geri dönebildiler Kırım’a.

Tatarlara yapılan muamele hiç de âdil değildi. Fakat tarihte, bazı seçimler yapmak zorunda kalırsınız. Ruslar Tatarların tarihî düşmanı olduğu ve Almanlar da o dönem Ruslara düşman olduğu için, “düşmanımın düşmanı dostumdur” şeklindeki o klasik tutumu takındılar ve bunun da bedelini ödediler.

Şimdi yaşanan hâdiselerde de öncelikli bir rol oynamak istiyor ve Ruslara karşı çıkıyorlar, ama bu şekilde de yine “kaybedenlerin” safını seçiyorlar. Bu çok üzücü. Oysa, kendileri için gerçekçi olacak bir tercihle Rus tarafını seçmeli ve mevcut haklarını korumalılar. Aksi takdirde, kendilerinden nefret edilen ve ayırımcılığa maruz bırakılan bir azınlık durumuna düşecekler. 

Unutmayınız ki, Tatarların topraklarının, mülklerinin, köylerinin çoğu, Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Tarihî mülklerinin çoğunu, Ruslara kaptırmışlardır. Kendilerini anlıyorum ama şayet şimdiki o hiç de akıllıca olmayan pozisyonlarını sürdürürlerse, şu ân sahib olduklarını bile kaybedecekler. 

Neyse, akıllıca davranmaları ve Rusların düşmanlarının safını seçmemeleri için dua edelim. Çok daha fazlasını kaybedeceklerdir çünkü bu şekilde.

[Ukrayna’nın devrik] Devlet Başkanı Yanukoviç, şimdi Rusya’da, Rus topraklarında ve belli bazı doğruları telaffuz ediyor bu adam. Kendisi ve ailesinin hayatı tehlikede olduğu için kaçmak zorunda kaldığını ve meşru devlet başkanının kendisi olduğunu söylüyor. Bunlar objektif birer gerçek olabilir. Ne var ki, Rusların desteği olmaksızın, uçağına binip de “Ukrayna devlet başkanı” olarak tekrar oraya dönebileceğini zannetmiyorum. Sokak gösterilerinin sözkonusu olduğu, buradaki göstericilerin bir kısmının iyi eğitimli ve silâhlı sağcı komandolar olduğu, bunların da geçmişte Nazilerle ittifak kurmuş Ukraynalıların torunları olduğu bir yerde, böyle bir “dönüş” zor. 

Diğer yandan, şayet iktidardaysanız, “kanunî” olarak devlet başkanısınız demektir. Ancak şimdiki durumu, “kanundışı”dır. Aynen, kanunî olarak geçmişte Mısır’ın devlet başkanı olan ve o zamanki seçim sistemine göre seçmenlerce cumhurbaşkanı olarak seçilen Mursî’nin şu ânki durumu gibi. 

Kaldı ki, ülkesinden kaçmak zorunda kalan Yanukoviç’in geçmişte de ülkede düzeni sağlayacak bir otoritesi yoktu. Aynı şekilde, çevresinde halkalanan mahfillerin işlediği suçları da, yolsuzluğu da, kadınların sömürülmesini de görmek istemedi. Binlerce ama binlerce Ukraynalı genç kadının suç örgütleri tarafından fuhuş yaptırılmak üzere Batı Avrupa’ya götürülmesine karşı hiçbir şey yapmadı. Kanunî bir rejimi devirmek üzere silâhlı gösteriler yapan insanlara karşı otoritesini kullanabilirdi ancak bunu da yapmadı. Böyle bir durumda, Ukrayna’ya dönmesi “absürd” olacaktır hâliyle.

Bundan sonra Ukrayna’da olabileceklere gelince: Rusya’nın bölgeye daha fazla birlik göndereceğini zannediyorum. Sadece Kırım yarımadasına değil, Ukrayna’nın doğu sınırına da asker gönderecektir. Böyle olunca, Ukrayna da patlayacaktır.

Öte yandan, Amerikan başkanı da çıkıp, Ukrayna halkının haklarını savunacak manevî bir otoritesi varmışçasına konuşuyor. Sürekli insan haklarından bahsediyorlar fakat gittikleri hiçbir yerde kimseye böyle bir hak tanıdıkları yok.

Türkiye’yi de hiç savaşmadan işgal etti Amerikalılar. Her köşesine üs kurdular. Bir taraftan Türkiye’deki kerhânelerin tadını çıkarırken, diğer taraftan da -önce Sovyet Rusya’ya, şimdi Rusya’ya karşı kullanmak üzere- bu üslere yerleştirdikleri taktik ve stratejik silâhları muhafaza ediyorlar. 

Unutmamalıyız ki, objektif olarak, Türkiye’nin müttefiğidir Rusya; tarihî müttefiğidir, düşman değillerdir birbirine. Türkiye’nin bugün “müttefiği” olan ülkeler, Türkiye’nin Rusya’yla savaştığı demde aynı Türkiye’nin tarihî düşmanları değil miydi?

Tarih, bir “sır” değildir. İnsanlar okul yıllarından itibaren okurlar bunu. Buna rağmen, ABD’nin politik liderleri, herkese akıl satmaya çalışıyorlar hâlâ.

Endişelendiğim husus ise şöyle: 

Ülkem Venezüella’da gerçekleşmesini beklediğim bazı hâdiseler var. Çünkü biz de neredeyse aynı durumu yaşıyoruz. 

Sadece “kanunî” değil, aynı zamanda “meşrû” bir hükümet vardır Venezüella’da. Bu konu üzerinde hiçbir tartışma yoktur. Seçim sistemi bakımından, tarihteki en demokratik sistem mevcuttur orada. Başkan Maduro, Şehit Başkan Hugo Chavez tarafından halef olarak gösterilmiş ve kanunen de seçilmiştir.

Eğer Venezüella’daki hâdiseler bu şekilde devam ederse, öyle küçük cumhuriyetlere falan bölünmeyecektir gerçi ülke. Çünkü tek bir ülkedir Venezüella. Fakat bu da, anayasal yapı anlamında bir sistem başarısızlığı olmasa da, hükümet sistemindeki bir başarısızlığı gösterecektir. Venezüella’nın politik sistemi, gayet açık olarak görülüyor ki, çürümüştür.

Ukrayna’yla tamamen aynı şekilde olmasa bile, Venezüella’da da çok büyük bir asayişsizlik mevcut. Bunun yanısıra, her çeşit kaçakçılık almış yürümüştür. En büyük sıkıntıyı ise, hükümeti en çok destekleyen fakir insanlar çekiyor. Caracas’ın orta yerindeki veya başka şehir merkezlerindeki caddelerde bile düzeni sağlayacak bir otoritesi yok bu hükümetin.

Ukrayna’nın liderleriyle Venezüella’nın liderleri karşılaştırılamaz yine de. Sonuçta gerçek birer liderdir Venezüella’dakiler. Ne var ki, Venezüella’da bazı danışmanlar, bazı yabancı danışmanlar var ve bunlar da yanlış tavsiyelerde bulunuyorlar hükümete.

Unutmayınız ki, nüfusunun büyük kısmı burjuva veya orta sınıf olan Küba, “devrim” sırasında tüm bir Latin Amerika’nın en yüksek hayat standardına sahib ülkeydi. İnsanlar unutur bunu. Daha alt sınıflar arasında elbette fakirlik vardı ama öyle sefalet falan yoktu. 

Yine de, yaptıkları onca ekonomik ve malî yanlışa rağmen, Fidel Castro apaçık yanlışlar yapsa ve komünist parti içinde onu devirmek isteyenler olsa bile –elbette partinin askerî darbe yapmaya hakkı yoktu-, o günden bugüne hâlâ devam ettiriyorlar iktidarlarını. Niçin? Çünkü “savaşma iradesi” taşıyorlar!

Şayet nüfusun çoğunluğunun desteğini arkasına almış meşrû bir iktidara sahibseniz, bunu kullanmak zorundasınız. Hakiki bir devrimle sahte bir devrim arasındaki fark da işte budur. Güç kullanmadan, iktidara gelemezsiniz. Eğer diplomatik veya demokratik yollarla iktidara gelmişseniz, onu ancak güç kullanarak koruyabilirsiniz. Şayet böyle yapmazsanız, ya devrilirsiniz veyahut da Ukrayna’daki, Venezüella’daki, hattâ Türkiye’deki gibi bir karmaşaya yuvarlanırsınız.

Bu vesileyle; Türkiye’deki durum da net değil henüz. Kötü bazı gelişmelerden korkabiliriz. CIA çok güçlüdür Türkiye’de. Öyle bir kişi, iki kişi değil, kendileriyle çalışan bir sürü adamları var. Türkiye’deki vatansever Kemalistler, ki ülkede çok sayıdadır ve nüfusun kalanına nazaran genellikle yüksek eğitim standardına sahibtirler, inşallah en iyi Türklere, gerçek müslümanlara katılırlar ve Türkiye’yi doğru safta tutar, Türkiye’yi NATO belâsından ve sapkınca Avrupa Birliği’ne katılma niyetlerinden çekip çıkarırılar.

Saydığım ülkeler coğrafî olarak birbirinden uzak olabilir, ancak hepsi aynı durumda şu ân.

(Carlos, Avrupa Birliği ile ilgili olarak daha önce de yaptığı bazı eleştirileri özetliyor. Peşinden, “dün gece” haberlerde gördüğü, “Mursî’den ziyade ona sempati duyardım” dediği Mısırlı Mareşal Sisi’yle “hain” Enver Sedat ve “büyük lider” Nasır’ı yanyana gösteren berbat bir afişten dolayı kızgınlığını paylaşıyor. Şu ânki El-Kaide lideri Eymen el-Zevahirî’nin de iştirak ettiği Enver Sedat suikastinde asıl hazırlığın, Nasırcı Muhaberat görevlileri tarafından yapıldığını, Muhaberat’ın birçok yerde Mossad’tan bile daha güçlü olduğunu söylüyor. Bilvesile, “Şehid Usame bin Ladin”e rahmet diliyor.)

Diyeceğim o ki, birbiriyle karıştırmamamız gereken şeyleri birbiriyle karıştırıyoruz.

Türkiye’ye gelince, tekrarlıyorum, inşallah Kemalistler, Türklerin en iyileri olan halk kesimine katılır ve Kemalist Cumhuriyet’in mirasından akıllıca yapılmış bazı şeyleri katkı olarak sunarak, Türkiye’nin tarihî haşmetini yeniden kazanmasına ve bölgede oynaması gereken rolü üstlenmesine yardımcı olurlar.

(Carlos, ABD’den, New York’tan “geçen Perşembe günü” kendisini cezaevinde görmeye gelen bir FBI yetkilisinden bahsediyor. Masada Fransız polislerinin de olduğu bu görüşmede, 1973’te Washington’da infaz edilen İsrail Askerî Ataşe Yardımcısı İsrailli bir albayın gündeme geldiğini, bu görüşme hakkında daha sonraki bir zaman teferruatlı olarak konuşacağını, Amerikan FBI yetkilisinin bile “Devrimci İslâm” kitabında Filistin ve İsrail’le ilgili olarak yaptığı bazı değerlendirmelere katıldığını söylüyor.)

Savaş, bizim düşündüğümüzden ve düşmanın kontrol ettiği basının bizden görmemizi istediğinden çok daha karmaşık. BARAN’ın marjinal bir dergi olduğunu, BARAN’ı binlerce kişi okurken, diğerlerini milyonlarca kişinin okuduğunu biliyorum. Yine de, çizgimizi muhafaza ve görüşlerimizi ifâde etmeye devam etmeli, insanlara bir çıkış yolu göstermeye çalışmalıyız. Bunu sadece kendim için değil, Kumandan Mirzabeyoğlu ve “popüler medya”ya ulaşamayan diğer insanlar için de söylüyorum. Peygamber değiliz elbette, hakikat sadece bizim elimizde değil, ancak dürüst insanlarız biz, cebimizi doldurmak için savaşmıyor, aksine, prensiblerimiz için, inançlarımız için ve Allah adına herkesin iyiliği için savaşıyoruz. O kadar iyi kalbliyiz ki, genellikle telaffuz etmeseler dahi, düşman bile teslim ediyor bunu.

Allahü Ekber.


(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra, Fazıl Duygun’un nasıl olduğunu soruyor, Av. Yılmaz da hem Fazıl Duygun’un hem de Av. Ahmed Arslan’ın “dün” kendisini telefonla aradığını ve iyi olduklarını söylüyor, Carlos’a gönderdikleri devrimci selâmlarını naklediyor. Carlos, Türkiye’den aktivist-şair-heykeltıraş Ümit Yaşar Işıkhan’ın kendisine gönderdiği üç küçük kitabı “dün öğleden sonra” aldığını, normalde bu tür şeyler kendisine teslim edilmemesine rağmen, muhtemelen bu hâdisenin Türk basınına aksetmesi sebebiyle cezaevine de olumlu etki ettiğini vurguluyor. Av. Yılmaz ise, Carlos’un Türkiye’ye yazdığı mektubu Işıkhan’ın da aldığı bilgisini veriyor. Karşılıklı vedalaşmanın peşinden görüşme nihayetleniyor.)


 Baran Dergisi 373. Sayı