Umumî helâ duvarlarının, yalnız bizim memleketimize mahsus kitabet kahramanlarını bilirsiniz. Böyle bir rezalet örneği, zannımca, başka hiçbir diyarda bulunmaz. Bunlar, insanoğluyla gölgesi arasındaki asgârî hayâ duygusundan bile yoksun ve alçalışın son noktasını bulmuş tipler... Bir yandan Allah, bir yandan vicdanlarına göstermekte mahzur görmedik- leri şenaati, sırf insanlar görmüyor diye serbestçe işlerler. Yahut serbestliklerini ancak bu sayede bulurlar. Sonra da heli duvarlarındaki imzasız bildirilerinin denî ve sorumsuz zevkini. hür ve cesur adamlara mahsus rahatlık içinde taşırlar. Bu misalin bir de aksi vardır:

Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor? Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor?

Cemiyette fezahat ve rezalet alenîleştiği, umumileştiği zaman, tek başına ve tek fert olarak onun karşısına dikilip:

- Durun! Uçuruma gidiyorsunuz!

Diye haykırmaktan korkanlar... Bunlar, vicdanlarının hak sesini, tıpkı umumi helâ duvarlarının kitabet kahramanları gibi, imzasız bir sefalet ibaresiyle, kalblerinin en mahrem noktasına kazıyıp gömerler ve taş çatlasa kendilerini belli etmezler... Yani, Allahın evi olan kalbi, içinde hakkı boğmak ve kirletmek noktasından helâ duvarlarına çevirirler.

Kurtuluş, ikincisi birincisinden biraz daha iğrenç olan helä duvarları kahramanlığı ahlakından kurtulmakla olabilir. Evvelâ elimiz, sonra dilimizle yıkmaya mecbur olduğumuz kötülüklere karşı, öz vatanımızda kalbimizden ibaret kalmak, Allaha değil, şeytana hizmet etmektir.

Kahramanlarımız, biri hela duvarlarında cesaret taslayan. öbürü de olanca cesaretini yitirip kalbini helâ duvarlarına çeviren bu tiplere kaldıkça başımıza ne gelse azdır.

Bunca felaket, cinayet, rezalet karşısında hani vicdanı yananların toplu ve imzalı fermanları?.. Onu helâlarda mı arayalım?..

28 Ağustos 1978

Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 6, s. 174