Önceye nisbetle daha iyiyim ama hastalığım hâlâ devam ediyor. Şükür...
Bu arada, dün BARAN dergisinin [14 Nisan 2011 tarihli] 222. nolu sayısını aldım. Sadece tek bir nüsha olarak elime geçen o sayıda, cezaevinde gördüğüm işkenceye karşı benimle dayanışma içine giren ve Fransa Büyükelçiliği’ne hitaben yazılmış protesto dilekçesine imza atan cesur insanların adlarını gördüm ki, nasıl sevindim anlatamam. Fransa’da maruz kaldığım sözkonusu saldırganlığa karşı açık kimlikleriyle meydan yerine çıkan bu yürekli insanlara şahsım adına çok ama çok teşekkür ediyorum. Çok duygulandım.
“Mirzabeoğlu Davası” konulu bir panel düzenlemiştiniz. Ben de arayıp dayanışma mesajımla katılmıştım. Nasıl geçti panel?
(Av. Güven Yılmaz, iyi geçtiğini söylüyor. Bilvesile, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun devrimci selâmlarını naklediyor. Peşinden, TAZA DİN Hareketi lideri Kırgız Albay Cumay Suyunaliyev’in, Carlos’un kendisine gönderdiği avukatlık vekâletnamesini henüz almadığını ekliyor.)
Zaten Suyunaliyev’e gönderdiğim o taahhüdlü mektub, dört-beş gün önce bana geri döndü. Üzerinde Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e gittiğine ama adresin yanlış olduğuna dair basılmış kâşeler falan vardı. Sizin bana bildirdiğiniz adresi aynen yazmıştım oysa. Tuhaf tabiî. Hemen ertesi gün ben de size gönderdim o mektubu. Artık inşallah önümüzdeki hafta elinize ulaşınca açıp bakarsınız ve -mutlaka taahhüdlü olarak- bu defa Türkiye’den siz gönderirsiniz yazdığım vekâletnameyi.
Herneyse...
Konuşacak çok mevzu var. Yemen, Tunus, Mısır, Libya ve Suriye hakkında bugüne dek çokça konuştuk. Dünyayı kasıp kavuran propaganda yalanlarına karşı, olan bitenlerin içyüzünü deşifre etmeye çalıştık. Bugün, yine bu çerçevede, Libya hakkında konuşmak isterim.
Görüyorsunuz, Libya’ya saldıranlar artık kendilerini saklama gereği duymuyor ve dertlerinin Kaddafî’yi devirip ülkesinden kovmak olduğunu apaçık ilân ediyorlar.
Tamam, Kaddafî bir aziz değildir, rejimindeki yanlışları biz de muhtelif vesilelerle tenkid ettik ve ediyoruz zaten. Ne var ki, ortada Kaddafî’den daha iyi bir alternatif de yok. Kaldı ki, Kaddafî rejimi ve hükümetindeki birtakım yanlışlar düzeltilebilir ve hem rejimin hem hükümetin daha iyi bir nitelik kazanması sağlanabilir. Ancak bu rejimi yıkmak isteyen hainlerin amacı bu değil.
Kaddafî’ye karşı savaşırken, Kaddafî’nin bir darbeyle devirdiği İdris Senûsî’nin bayrağını açıyorlar. Hâlbuki burada unutulmaması gereken bir incelik var ki o da şu: Kaddafî’den önce Libya’nın başında “ajan” diyebileceğimiz bir hükümet mevcuttu. Libya’da Amerikan ve İngiliz askerî üsleri bulunuyordu. Kaddafî 1969’da devrim yapana kadar, Libya toprakları üzerinde böylesi iki büyük ve stratejik yabancı askerî üs vardı. İşte tüm bu üsleri iktidara gelir gelmez kapattı ve ülkesinden attı Kaddafî. Şimdi Kaddafî’yi beğenmeyip ülkeye daha dinî karakterli ve demokratik bir rejim getirilmesi gerektiği propagandasını yapanlar, bu yeni gelecek rejimin neo-kolonyalist yâni bir tür “yeni sömürge” karakteri taşıyacağını hiç düşünmüyorlar mı? Kaddafî, doğrusu ve yanlışlarıyla beraber, hiç olmazsa Müslümanlarla işbirliği ve güçbirliği yapıyordu. Bu yeni gelmeye çalışanlarsa, emperyalist ve siyonist ülkelerle omuz omuza savaşıyor! Bu mudur istenen?
Senûsî takibçilerine karşı toptancı ve peşin bir düşmanlığım yok. Bazılarını tanıdım. İçlerinde gerçekten hoş insanlar da var. Lâkin, yaptıkları ve yapmayı planladıklarının yanlışlığını telâfi etmiyor bu durum. Üstelik, Kaddafî’nin Libya için yaptıklarına bakarsak, bugün gördüklerimizin hiçbiri Kaddafî’yle kıyaslanamaz, getirecekleri rejimin daha iyi olacağına kefil olamaz.
Size çok çarpıcı birşey söyleyeceğim: Bugün Avrupa’da Kuzey Afrika’dan gelmiş, Fas’tan Mısır’a kadar olan bölgeden Avrupa’ya göçmüş binlerce ama binlerce fahişe bulursunuz. Fakat tüm bu Kuzey Afrikalı fahişeler arasında tek bir Libyalı kadın göremezsiniz. Libyalı kadınlar Avrupa’da fahişe olarak çalışmadıkları gibi, yine Libya’nın hem kadınlarına hem erkeklerine aynı şekilde dilenci, hırsız veya işsiz olarak Avrupa sokaklarında rastlanmaz. Bunu başaran da, o bazılarının beğenmediği Kaddafî’dir. Bu rejim elbette daha da iyileştirilebilir, iyileştirilmelidir, yanlışları düzeltilmelidir. Ancak bu rejimin alternatifi, emperyalistlerle omuz omuza Kaddafî’ye karşı savaşanların getirmek istediği “ajan” bir hükümet değildir. İnşallah Kaddafî ve Libyalılar bu saldırılara karşı direnir ve şu ânki Cemahiriye Sistemi’ni korumayı başarırlar.
Unutmayınız ki, Kaddafî Libya’sına en yakın ülkelerden biri, yıllar boyunca Türkiye olmuştur. Libya Hükümeti, daima Türkiye taraftarı bir siyaset takib etmiştir. Ülkeler arasında, Türkiye’deki kimi kesimler ve onların liderleriyle Libya liderliği arasında birtakım ideolojik farklılıklar bulunsa bile, Kaddafî her zaman Türkiye’nin yanında durmuştur. Libya’da bugüne dek çalışmış ve hâlen çalışan yüzbinlerce Türk’ün gördüğü misafirperverlik, aldığı yüksek maaş ve karşılaştığı iyi muamele hiçbir zaman hatırdan çıkartılmamalıdır.
Düşman, hepimizin gözleri önünde cereyan ettiği gibi, hangi ülkeyi kimin idare edebileceğini yahud edemeyeceğini kararlaştırırken, artık kendisini saklama ihtiyacı duymuyor. Güya herşeyin “uluslararası kamuoyu” adına yapıldığı söyleniyor ama böyle birşeyin olmadığını hepimiz biliyoruz.
Peki bu “uluslararası kamuoyu”, dünyadaki en kötü rejimin Suudî Arabistan olduğunu bilmiyor, görmüyor mu? Evet, dünyadaki en kötü rejim İsrail falan değil, Suudî Arabistan’dır. Arablar için de, Müslümanlar için de en kötüsüdür onlar. Üstelik, dünya için de böyledir. Bu öyle bir haydut rejimdir ki, bir anayasası bile yoktur. Bu rejimde “insan hakları” denen nesne de yoktur. Yapılan zulüm ve işlenen suçlara maske olarak telaffuz edilen Şeriat’ın da bu ülkede hiçbir hakiki karşılığı yoktur. Münâfıkane bir tarzda Şeriat’ı dillerine dolar ve her türlü çirkefi işlerken, perde gerisinde emperyalist ve siyonistlerin müttefiki ve suç ortağıdırlar. İslâm faizi yasakladığı için kendi ülkelerinde yapamadıklarını dışarıda yaparlar ve onlarca yıldır yüzlerce milyon doları Amerika’daki siyonist bankalarına yatırıp, üstelik çok da düşük bir faize razı olup, siyonistleri ve İsrail’i malî olarak desteklerler. Tüm bu kirli işlerin failleri olan Suudî Arabistan ve onun gibi küçük Arab devletçiklerinde ne demokrasi ne de insan hakları mevcutken, niçin bunlara kimse dokunmaz, o lafta “uluslararası kamuoyu” Kaddafî’ye yaptığı gibi harekete geçmez?
Ben gidip oraları işgal etsinler demiyorum. Demiyorum, çünkü zaten işgal altındalar. Emperyalistlerin en büyük üsleri faaliyette oralarda. İsteseler, o çok sevdikleri(!) demokrasiyi ve o çok saygı duydukları(!) insan haklarını hemen getirebilirler o ülkelere. Elbette getirmezler, çünkü o rejimlerin değiştirilmesi değil, güçlendirilmesi gerekmektedir Batılılar için. Çünkü bu feodal ve yozlaşmış rejimler, kendi toplumlarının değil, Batı ülkelerinin, İsrail’in ve NATO’nun çıkarlarını korumak için mevcuttur. Bunları İngilizler getirmiş, Amerikalılar İngilizlere ortak olup devralmış ve tüm NATO ülkeleriyle İsrail hep birlikte yaşatmış ve yaşatmaktadır.
Çok yaşa Kaddafî, kahrolsun hainler!
Allahü Ekber.
23 Nisan 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan