İçtimaî anlamda araştırma yapanlar, herhangi bir cemiyete, cemaate, aşirete veya millete baktığında onların düşüncelerini, kültürlerini, ahlâkını, şuurunu ve duygularını en iyi yansıtan fertlerin kadınlar olduğunu görür. Kadın yaşadığı topluluğun şekillendirici ve şekil alıcı en önemli öznesidir. Bu Türk’te de böyledir, Kürt’de de, Arab’ta da, Rus’ta da… Cemiyetin oluşumunu sağlayan erkekle beraber iki unsurdan biri olan kadın, merhamet ve cesaretiyle, fedakârlık ve sabrıyla toplumu ayakta tutan en önemli sütundur.
Kadın; İlahî inançların, hak dinlerin hâkim olduğu zamanlarda hakiki rahatlık ve özgürlüğünü, izzeti ve namusuyla yaşamayı, annelik vasfını hakkıyla yerine getirmeyi kazanmıştır. Ne zaman Allah’ın indinde makbul olandan uzaklaşılmış, kadın için de felaket günleri başlamıştır. Bu mânâ çerçevesinde;

Günümüze bakıp; son yüz elli yıldır estirilen Batılılaşma-yabancılaşma faaliyetleri ve yine Siyonist-Haçlı terörünün Müslüman milletlerin içine zerkettiği gayri ahlâkî düşünce ve nizam sebebiyle çirkef içinde gördüğümüz bugünkü kadını değerlendirmeye ve bununla “kadın” meselesine eğilmeye kalkışmak, Türk kadını kadar Kürt kadınına da haksızlık olacaktır. Nihayetinde o, bunca çirkefin kendini kuşatmasına ve yozlaşmış bazı anlayışlar üzerinden sözde ahlâkîlik adı altında baskı altında tutulmasına rağmen, duruşu, ahlâkı, samimiyeti, çilesi, öfkesi ve iffeti ile tam bir İslâm kadınıdır, Müslüman kadındır. Bu olmak mecburiyetindedir.

Kürt kadını öteden beridir ailesine, iffetine, namusuna, ahlâkına düşkündür. Şahsında böyle bir güzelliği taşıyan Kürt kadını, aynı zamanda aşiret hayatında da önemli bir yere sahibtir. Kürt kadını, aşiret hayatındaki birçok önemli mevzuya müdahil olmakta ve hattâ çoğu zaman da fikirlerinin dinlenildiği bir hüviyet belirtmektedir.

Kürt kadını da diğer milletlerdeki hemcinsleri gibi İslâmiyet’in yüklediği misyonla değer kazanmış, gerek toplumda gerekse aile içinde ‘takva ehli’ misallerle temayüz etmiştir. Bilinen bir hakikattir ki; toplum ve ailede hedeflenen hiçbir değişim anne tarafından kabullenilmezse süreklilik arz edemez. Bu sebeble Kürt Kadınının aile içindeki etkin gücü, yetiştirici vasfı ve saygınlığı İslâmî şuurla birlikte inanılmaz ölçüde artmış ve tarihe altın harflerle yazılacak isimleri bağrından çıkarmıştır.

Bugün, son yüz elli yıldır İslâm coğrafyasında estirilen Batılılaşma terörü ile inançta, fikirde, giyimde, ticarette, idarede yürütülen yozlaşma ve yozlaştırma, Kürt kadınına da sıçramış, eğitimsiz, İslâm ruh ve ahlâkından mahrum bazı aşiret üyeleri tarafından ‘töre’ diye vasıflandırılan nefsanî olgular, ailelerle birlikte fertleri de perişan etmiştir. Kripto Yahudi ve Batıcıların idare ettiği devletler aracılığı ile iyiden iyiye çökertilmeye çalışılan İslâm kadınları, her alanda cemiyetin dışına çıkarılmaya, aşağılanıp yalnızlaştırılmaya başlanmıştır. Cemiyet alanında yer almanın tek şartı; Batılı gibi giyinmek, Batılı gibi konuşmak, Batılı gibi düşünmek, Batılının istediği ile düşman olmak…

Bu onursuzluk birçok millete bulaştığı gibi Kürt kadınlarının bir kısmını da sarmış sarmalamış ve Mezopotamya’nın misk kokan çiçekleri gibi tertemiz masum Kürt kadınları sayısı 30-40’ı geçmeyen eğitimli, siyasî şuur edinmiş fakat damarlarına, iliklerine kadar batılılaşmış, ruhunu ve onurunu kaybetmiş Kürt kadını tarafından istismar edilmeye, duyguları sömürülmeye kalkışılmıştır.
Batı kapitalizmi, inançsızlık çukurunun, ahlâksızlık ve soysuzluğun resmi olan Batılılaşmayı, “onur kazanma” adı altında Kürt kadınına kurtuluş reçetesi gibi sunmaya çalışmaktadır. Kürt kadınının eğitimsizliğinden faydalanan bu güruhun gözü, Kürt kadınının önüne evladının cesedini koyup, ondan zılgıt çekmesini isteyecek kadar dönebilmektedir.
İslâm tarihi ve kültürü her ırk ve renkten âlim ve âlimeler ile zengin bir mozaiktir. Kimseyi kimseden üstün tutmayan, üstünlüğü “takva” gibi bir esasa ve samimiyet imtihanına bağlayan İslâm, kendisine mensub olana “Muhatab Anlayış” bahsi üzerinden lûtuf zemini ve sofrası açar. Bu durum, sayısız muhaddisenin, tasavvuf ehlinin ve âlimenin yetişmesine vesile olmuştur. Bunlardan bazılarına değinecek olursak;

Fahrünisa Şühde Dinoriye

Ferec ed-Dinorî oğlu Muhaddis Ebu Nasr Ahmed el-Bağdadî el-İberî’nin kızıdır. “Allah’a kulluk görevini yapan Irak’ın dayanağı kadınların en değerlisi, en kıymetlisi” gibi sıfatlarla vasıflandırılmıştır. İmam Zehebî, Şühde hakkında şöyle diyor; “Şühde dindar, âbid, saliha biriydi. Babası ona birçok kimseden hadîs dinletti ve ‘müsnedet’ül-Irak’ (Irak’ın dayanağı) oldu.” İbnu Cevzî de Müntezem adlı kitabında, Şühde’nin yanında ders okuduğunu ve onun hayır ve iyilik ehli olduğunu söylüyor. Harika denecek çapta hattat idi ve hattının güzel olmasından dolayı ona “Kâtibe” veya “Sıtu Kâtibe” (Kâtibe Hatun) diyorlardı. Şühde başarılı çalışmaları, samimi davranışları, emsal ahlâkı ile zamanın âlimleri arasına girdi. 1088 yıllarında doğduğu söylenen Şühde, yüzyıla yakın zaman yaşadı ve Bağdat’ta vefat etti. Hicri 574 (m. 1179) senesinin Muharrem ayının on dördünde vefat eden âlime hanımın cenaze namazı Kasır camiinde, büyük bir âlim topluluğu ve halkın katılımı ile kılındı ve Ebzeruz kapısında defnedildi.

Safiye (Deyfiye) Hatun

El Melik el-Adil Ebubekir bin Eyüb’ün kızıdır. H. 581 veya 582 (m. 1185 veya 1186) yılında Halep Kalesi’nde doğdu. El Melik el-Aziz Muhammed’in ölümünden sonra torunu El Melik el-Nasır’ın vesayetini üstlenerek, Halep Hükümdarı oldu. Ülkeyi altı yıl boyunca en iyi şekilde idare etti.
H.633 (M. 1236) yılında Hâlep’te EI-Firdews Medresesini inşâ etti. Bu medreseye Kıfır Zita gibi bir köyü vakf etti. Ayrıca bu medreseye birçok okur ve fakih atadı. Çok geniş bir alana yapılan bu medrese, çok sayıda yabancı turistin uğrak yeri hâline gelmişti. Haleb’in önde gelen tarihî binaları arasında yer alan, büyük taşlar ve kolonlarla yapılmış bu medresenin ortasında çok güzel bir havuz bulunuyordu. Bir sanat eseri olan bu havuz, Sultanların köşklerinde bulunan havuzlarla eşdeğerdi. H. 635 (m. 1238) yılında inşa edilen Safiye Hatun Misafirhanesi de buna bağlıydı. 11 Cemayizelevvel 640 hicri (m. 1243) yılında vefat eden Safiye Hatun, Halep Kalesi’nde toprağa verildi. (Abdul Fida, Tarih-i Halep)

Ahmed El-Hekkarî’nin Kızı Esma

Mevsık el-Hekkarî’nin oğlu Hüseyin oğlu Ahmed’in kızıdır. 1316 yılında doğan Esma Hanım hadîs âlimlerindendir. Meziz el-Hamavî el-Müselsel oğlu İdris oğlu Ahmed’in “Ahberena es-Sadrül Belevî” dersinde hazır bulundu. Kahire’de hadîs rivâyet etmiştir. 1369 yılından sonra Zâhire oğlu Ebu Hamid de Esma’dan hadîs duymuştur.

Ahmed El-Hekkarî’nin Kızı Cüveyriye

Hakkârili Musa oğlu Hüseyin oğlu Ahmed oğlu Ahmed’in kızıdır. 1306 yılında doğan Cüveyriye’nin künyesi “Ümmü Hene”dir. Cüveyriye, muhaddise bir âlimdir ve çokça hadîs rivâyet etmiştir. İbnu Hacer şöyle der; “Bizim bazı hocalarımız ve çoğu arkadaşlarımız Cüveyriye’den hadîs duymuşlardır.” Cüveyriye’den bir müddet sonra vefat eden Kuveyk oğlu Cafer, Cüveyriye’den hadîs yazarak onu hocaları arasında saymıştır.

Eyyubîyeli Zümrüt Hatun

Zümrüt Hatun, Necmeddin Eyyüb’ün kızı ve Sultan Selahaddin’in de kız kardeşidir. Hayatı boyunca ihsan ve iyilik etmeyi seven ve ibadethaneler, medreseler kurma himmet ve gayreti içinde olan biriydi. Bütle Sealib’teki, Zümrüt Hatun el-Kebîr Camiinden dolayı bu adı almıştır. Bu cami üzerine büyük miktarda mal vakfetmiş ve bu camiye imam ve müezzin tâyin etmiştir. Şam’da inşâ etmiş olduğu medresede kendisinin, kardeşi Şemsuddevle ve Humus’un sahibi olan kocası Nasreddin’in kabirleri bulunmaktadır. 
 

Baran Dergisi 491. Sayı