"İsrail'in Gazze saldırıları 'Batı'nın kötücül doğasını' insanlara gösterdi" "İsrail'in Gazze saldırıları 'Batı'nın kötücül doğasını' insanlara gösterdi"

Bilâdüşşâm’ın Akdeniz kıyısındaki bütün şehirleri gibi, Lazkiye de tarih boyunca hem coğrafî güzelliğiyle ünlüydü hem de stratejik açıdan önemliydi. Geniş ve büyük limanı sayesinde ta Fenikelilerden itibaren Doğu Akdeniz’in atardamarlarından biri olarak şöhret kazanan Lazkiye, uzun Osmanlı asırları boyunca hep ön plandaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra bugünkü Suriye ve Lübnan toprakları Fransız manda yönetimi altına girerken, Lazkiye ve çevresi “Alevî Devleti” adıyla müstakil bir idareye kavuşturuldu. Lazkiye şehir merkezinde Sünnî Müslümanların oranı yüzde 80’leri bulsa da, kırsalda Alevîler (Nusayrîler) çoğunluktaydı. Fransızlar da Suriye ve Lübnan’ı etnik, dinî ve mezhebî kamplara bölerken, tesiri sonraki on yıllar boyunca derinden hissedilecek bazı düzenlemeler yapmışlar, fay hatlarını harekete geçirerek tarihî yaraları kanamaya hazır hale getirmişlerdi.

Dönemin Fransız hükümeti, Suriye’de merkezî yönetimi güçlendirmek için 1936’da Alevî Devleti’ni ilga etmeye karar verdiğinde, Lazkiye kırsalında yaşayan Alevî eşrafından altı kişi, dönemin Fransa Başbakanı Leon Blum’a hitaben bir mektup kaleme aldı. Kendilerinin Sünnî Müslümanlardan daha farklı bir inanca, geleneğe ve tarihe sahip olduğunun altını çizen imzacılar, “Müslüman Suriye”nin içine dâhil edilmek istemediklerini belirterek, Fransızlara “Bizi Müslümanlarla bir başımıza bırakmayın” çağrısında bulunuyordu. Bu Alevî şahsiyetlerden biri Ali bin Süleyman adını taşıyordu. Lazkiye şehir merkezine yaklaşık 50 kilometre mesafedeki Kardâha kasabasında yaşayan Ali bin Süleyman, 1927’ye kadar taşıdığı “el-Vahş” (Vahşi) şeklindeki aile unvanını bu tarihte “Esed” (Aslan) olarak değiştirmişti. Ali bin Süleyman’ın 1936’da henüz 6 yaşında olan oğlu Hâfız, gelecekte Ortadoğu’nun yakın tarihine damgasını vuran aktörler arasına katılacaktı.

Fransızların farklı mezhepleri birbirlerine karşı kışkırtma siyasetine rağmen, manda yönetimi biterken Lazkiye şehir merkezindeki Alevî nüfus yüzde 10 sınırını hâlâ geçmemişti. Sonraki süreçte yaşananlar ise, demografik dengelerle oynamanın bir beldenin karakterini belirlemede ne denli kritik rol oynadığını ortaya koyacaktı:

1963’teki Baas Partisi darbesinden sonra, bir dizi iç çatışmanın ardından 1970’te Suriye yönetimine el koyan Hâfız Esed, kendi memleketi başta olmak üzere ülkenin farklı noktalarındaki “Alevî / Nusayrî odaklarını” yoğunlaştırmaya girişti. Bu çerçevede Lazkiye kırsalından şehir merkezine göç teşvik edildi, Nusayrî nüfus dağlardan sahile kaydırıldı. Nusayrîlere devlet memurluğunda, ticarette ve elbette askeriyede imtiyazlar tanınarak, daha önceki dönemler boyunca dışarıda bırakıldıkları bütün sektörlerde “mezhep hassasiyeti” temelinde yapılanmalar gerçekleştirildi. Bu sürecin başarıya ulaştığına rakamlar da şahit: 2011 yılı itibariyle Lazkiye nüfusunun yüzde 58’i Alevî / Nusayrî iken Sünnî Müslümanların oranı yüzde 37’ye kadar düşmüştü. Savaş yıllarında, aradaki makas daha da açıldı elbette.

Lazkiye’de sahneye konan proje, savaştan sonra şimdi Suriye’nin tamamında uygulanıyor. İran, elindeki bütün imkânlarla, Suriye’yi dönüştürmeye odaklanmış durumda. Şam’ın, Halep’in, Hama ve Humus’un demografik dengeleriyle oynanarak, buraların tarihî kimlikleri tamamen yeniden biçimlendiriliyor. Dışarıdan taşınan nüfusun yanı sıra, şehir merkezlerinde Şiîlere ait ibadethaneler, türbe ve ziyaretgâh tarzında dinî yapılar pıtrak gibi çoğalıyor. “Kudüs” ve “Ehl-i Beyt” gibi iki mühim mefhumu kullanışlı birer slogana çeviren Şiî devlet aklı, İslâm dünyasındaki geniş kitlelere bu kanallar vasıtasıyla nüfuz ediyor. “Muharrem matemi”nde meydanları dolduran kalabalıkların oranını yıldan yıla gözlemleyiniz mesela, etki sahasının genişlediğini göreceksiniz. Tabii bunu yaparken, kendinize şu soruları da muhakkak sorunuz: “Hz. Hüseyin’in ağabeyi Hz. Hasan niçin hiç zikredilmiyor? Hz. Ali’nin şehadet yıldönümünü neden hatırlayan yok? İslâm tarihinin diğer şehitleri nerede? Şehitlerin Efendisi Hz. Hamza tarih kitaplarının sayfalarında kaybolup giderken, Hz. Hüseyin’in şehadetinin böylesine bayraklaştırılması niçin?” Tüm bu ve benzeri sorulardan, Fars milliyetçiliğine çıkan yollar bulacaksınız.

Velhasıl, Suriye’nin tarihî kimliğinin değiştirilmesi meselesi, Müslüman dünya içindeki dengeleri ve hepimizi doğrudan etkileyecek sonuçlar içeriyor. Turistik Youtube videolarında asla bahsedilmeyen, fakat üzerinde kafa yormamızı gerektiren sonuçlar…

Taha Kılınç / Yeni Şafak