Gürültü; ahenksiz ses, sesin nizamsızlığı, karmaşası... Kimi zaman kargaşa ve huzursuzluğun doğurucusu kimi zaman da temsilcisi... Öyle ki çalınan bestedeki yanlış bir notanın kulakta bıraktığı zevksizlik hali. Kâinatta her şey de bir ritim-ahenk mevcut; gürültü bu ahengin tahribatı, bir nevi ritimsizlik.
Sese işin ehlinin verdiği tanım: “Varlıkların titreşiminden meydana gelen ve uygun bir ortam içerisinde bir yerden başka bir yere sıkışma yahut genleşme yoluyla ilerleyen dalga”. Bu dalga hareketlerini ortaya çıkaran bütün titreşimlerin adı; ses dalgaları. Gürültü ise “İnsanların işitme sağlığını ve algılamasını olumsuz etkileyen, fizyolojik, psikolojik dengelerini bozabilen, iş performansını azaltan önemli bir çevre kirliliği türü.” Diğer bir deyişle; akustik kirlilik, yersiz ses.
Mimaride, gıdada, giyimde, ulaşımda, iletişimde, eğitimde, tıpta ve sair her şeyde makineleşme, insan hayatını kolaylaştırmakla beraber yer yer de karmaşıklaştıran bu yapı, aynı zamanda yeni problemler de doğurdu. Bunlardan biri de gürültü. Gürültü, günümüzde o kadar önemli bir mevzu haline geldi ki -ironik anlamda- yaşadığımız çağın bazı bilim insanları tarafından “Gürültü Çağı” olarak anılmasına bile vesile oldu.
İşte, evde, sokakta hatta gökyüzünde yahut deniz kıyısında inanılmaz bir gürültü söz konusu. Bu sadece dış yüzden hayatımızı değil aynı zamanda içeriden de hayatımızı tahrif ediyor. Motor vızıltıları, trafikte fren egzoz ve korna bağırışları, uçak sesleri, yüksek sesli müzikler, sokakta yaşanan kavga ve kargaşalar, yığın halinde hareket eden kalabalıklardan yükselen uğultular havada sürekli kol geziyor. Daha ötesi hızla hareket eden bedenlerin ritmik çarpışmaları, kalabalıklar içinde yalnızlaşan insanın duyarsızlaşan sessizliği ve sairler... İnanılmaz bir kirlilik söz konusu ve bu kirlilik insana madden ve manen zarar vermekte.
Bu kirlilik neticesinde insanlar işitme sağlığını ve algılama gücünü kaybedebilmekte, kişinin psikolojik ve fiziksel dengesi bozulabilmekte, çalıştığı kurumda iş verimi düşmekte, eğitimde kalitenin azalmasına sebep olmakta ve cemiyeti oluşturan fertleri daha sinirli, stresli, sabırsız ve huzursuz kişiler haline dönüştürmektedir. Yazımız bu minvalde mevzuya bir giriş hükmünde olup işin ehillerini bu problemin çözümüne davet niteliği taşımaktadır.
Gürültü Kirliliği ve Görüntü İlişkisi
İnsan her şeyde bir ritim arar. Ruh, o ritmi kaptığında ondan zevk alırken, aradığını bulamadığında hem ruhen hem bedenen yıpranmaya başlar. Ritim, bir nevi estetik. Seste, tatta, görüntüde, anlayışta, dilde her şeyde ritim yani estetik mevcut. Gören gözün ruha nisbeti malumundan hareketle göz, çirkin ve kaba görünümden, iğrenç ve iğreti duruştan her zaman yüz çevirir, rahatsız olur. Aksine estetik uygunluğa sahip güzele dair izler taşıyan her şeyden de zevk alır ve mutluluk duyar. Güneşin doğumunun ve denizin dalgalarının seyri, kuşların kanat çırpışının ruhumuzda bıraktığı huzur veren zevk izleri ile bir çöplüğün yahut kargaşanın ruhumuzda bıraktığı iz düşünüldüğünde meselemiz daha iyi anlaşılacaktır. Görüntü kirliliği derken ilk aklımıza gelenler; düzensiz yapılaşmanın gerçekleştiği yerleşim alanları, hava kirliliğinde kaynaklanan grilik, yeşil alan yokluğunun getirdiği monoton yapılaşma, otomobillerin düzensiz ve rastgele park edildiği yol kenarları, yıkımı yapılmış binaların kaldırılmamış enkazları, terk edilmiş meskûn binalar, şehir içi kazılar, elektrik kabloları, işyerlerinin üstündeki renkli, ışıklı ve orantısız tabelalar, kirli ve bakımsız giyim eşyaları, cinselliğin reklam panolarında arzı endam ettirilmesi ve sokakta gözünüzün gördüğü pek çok şey. Bütün bunların insan ruhunda hatta bedeninde ciddi anlamda kalıcı hasarlar bıraktığı ve kronikleşen psikolojik hastalıklara sebep olduğu bedahet halinde bilinen bir gerçek.
Görüntü ile ses arasında bu mânâda bir köprü vardır ve ciddi anlamda etkileşim içerisindedirler. İkisi ayrı gibi görünse de birbirlerini tamamlayan bir “bütün” arz ederler. Bu yüzdendir ki, görüntü kirliliği için söylenenler ses kirliliği için de söylenmektedir. Nihayetinde görüntünün göze vermiş olduğu zevksizlik gibi gürültü de kulakta benzer bir zevksizlik hali meydana getirmektedir.
Kulak da estetik hissiyatla ruhu beslemek ister. Her ne kadar bir araç gibi görünse de dış yüzden gelen her çeşit ritimsiz sesten olumsuz etkilendiği gibi beden ve ruh düalitesi içerisinde madden ve manen bizi menfi tesir altına alabilir. Misal; güzel ve ritimli ses, insanı tedavi amaçlı kullanılır. Öte yandan sükûnet veren mekânda çalışan bir kimseyle fabrika makinelerinin gürültüleri arasında çalışan birinin fiziken ve manen yıpranması bir diğerine oranla çok daha yüksektir. Şehir hayatının tabii akışı içerisinde kulağımızdan vızır vızır geçen sesler, insanı gergin ve tetikte bir pozisyonda kılarken, sadece gürültü kirliliği olarak kulak zevkimiz bozulmuyor, uykularımız düzensizleşiyor, insanlarla iletişimimiz zorlaşıyor, işitme duyu organımızda ciddi hasarlar meydana gelebiliyor, birbirimizi dinlemiyor ve hepsinden öte o ortamdan kaçmak için inanılmaz bir performans gösteriyoruz. Bütün bunlar bir intizamsızlığın neticesi. Üstad Necip Fazıl’ın diliyle “Goethe’nin bir sözü var, der ki: ‘... bir nizamsızlık yapmaktansa haksızlık yapmayı tercih ederim.’ En büyük haksızlık, nizâmsızlık... İslâm serâpâ nizamdır.”
Gürültü ve Modern Çağ
Gürültü, modern dünyanın kaçınılmaz unsuru. İnsanlar şehirlerde oturmak, işlerini makinelere gördürdüğü bir evde yaşamak ve işyerinde çalışmak istiyor. Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, elektrikli fırın, buzdolabı, televizyon derken gerilerek girdiği ortama bir müddet sonra alışıyor. Trafikteki gürültü, çalıştığı işyerindeki gürültü, seyrettiği tv’den yahut dinlediği radyodan yayılan gürültü onu rahatsız etmiyor. Binlerce okulun zil sesi, az ötede düğün salonundan yükselen müzik, gecenin bir yarısında patlayan fişekler, eğlence salonlarından yükselen çığlıklar onu rahatsız etmiyor. En azından öyle zannediyor. Kulak körlüğü yani bir çeşit işitme körlüğü gerçekleşiyor. Oysa zamanın akışı nisbetinde bünye bir müddet sonra performans kaybına uğrarken, cilt erken yıpranmaya, fizik ise hastalıklı bir hale gelmeye başlıyor. Farkında olmadan o kadar gürültüye muhataplık oluşmuş ki sıkılmış, bunalmış hissediyor. Böylesi bir durumda insanların bir kısmı kaçmayı deniyor; şehir ve gürültüden o kadar bıkıyor ki kendini denize ve ormana bırakıyor.
Modern çağ, şehirlerimizi değiştirirken mahallelerimizi çaldı bizden. Sadece mahallelerimizi mi? Hayır!. Onunla beraber çocukluk hayallerimizi, oyun bahçelerimizi, komşuluklarımızı, sükunetimizi, kuş cıvıltıları ve çocuk sesleri arasında koşuşturduğumuz sokaklarımızı. Öyle bir hale geldik ki önceden mahallemize arabalar girmezken şimdi altmış yetmiş km hızla arabalar geçer oldu. Hatta bazı mahallelerin üzerinden uçaklar geçmeye başladı. Ancak bütün bunlar bir müddet sonra kanıksandı, kabullenildi.
Modern çağla birlikte yaşam sahalarımızı makinelere devrettik. Artık bahçelerimiz çocuklarımıza değil, arabalarımıza ayrılıyor. Çocuk şenliklerinin ve bağırışlarının sesini patlayan motor gürültülerine teslim ettik. Hepimiz maddi gelişmelerin kaçınılmaz bir yanı olarak gürültüyü kabullendik ve hayatımızın her sahasını işgal etmesine müsaade ettik. Hastaneler, okullar ve mabedler... Onlar bile bundan nasibini aldı.
Gürültüden korunmak için evimizin yahut işyerimizin duvarlarını köpük, plastik, cam elyaf gibi maddelerle kaplamaya başladık. Yaptığımız bu ses yalıtımı ile odadan odaya, evden eve ve dışarıdan eve sesin geçişini engellemeye gayret ettik. Kendimize dışarıdan gelen ses saldırılarına karşı bir çeşit kale ördük. Ancak yine de bu hayattan vazgeçmedik, değiştirmeyi düşünmedik. Ses yalıtımı ile gürültüden korunalım derken başka bir saldırının kucağına düştük. Cemiyetten ve gerçek ses olgusundan uzaklaştık. Bu bahsi David Hendy’nin Gürültü adlı kitabından izleyelim: “Ses yalıtımı, sessizliği, en gürültülü ve en kalabalık koşullarda yaşayan ve ona belki de en fazla ihtiyaç duyanlardan ziyade büyük şirketlerin veya zengin bireylerin ulaşabildiği özel bir meta haline getirir. Daha da beteri, ses yalıtımına sahip duvarlar arkasında emniyetli bir hayat yaşayarak büyüyenler sessizliğe o kadar alışır ki, artık eskisinden de yüksek perdeden geliyor görünen ve daha tehditkâr olarak algılanan gürültülere karşı aşırı bir duyarlılık geliştirirler. Garret Keizer’in ileri sürdüğü gibi, tanıdığımız ve sevdiğimiz insanların sesleri ‘kulaklarımıza nadiren ‘istenmeyen’ sesler gibi gelir.’ Ama kendimizi ses yalıtımına hapsettiğimizde, dışarıdaki insanlar bizim için yabancılara dönüşecektir.”(1)
Bakışımızın değdiği her yerde betondan binalar tüm soğukluğu ve ciddiliğiyle efeleniyor bizlere. Sonsuzluğa dokunurmuşcasına gökyüzüne uzanan devasa yapılar, insan ruhunun göklere hasret yanıyla, kendini tanrılaştıran insan arasında mekik dokuyor. Gökyüzünün aksi olsun diye camlarla örülü evlerimiz ve işyerlerimiz, incittiğimiz tabiata ve kirlettiğimiz havaya matem tutarcasına griliğe bürünüyor. Yerden göğe ahenksiz yükselen sesler küle dönmüş bir şehrin dumanı gibi kuşatıyor etrafımızı. Cep telefonlarıyla milyonlarca insanın sesi dolaşıyor boşlukta, binlerce anten uydudan yayılan görüntünün ve sesin peşine koşuyor. O görüntü ve sesler hemen üstümüzde, yanı başımızda. Kaybolmuyor, yitmiyor, gitmiyor.
Zevken İdrak ve Ahenkli Ses
Zevken idrak; kalbi seziş, hissediş. Ahenkli seste kalbe ve oradan ruha tesir eden bir mana var. Malum ama sır. İnceden inceye fark ediş. Şuur süzgecinin değişimine binaen artan aşk ve vecd hali. Güzel seste, güzel söyleyişte ciddi bir tesir var. İnsan, hayvan ve bitki hatta taş, toprak ve sairlerin hepsi bu tesirin altında. Ses öldürür; ses bombası... Ses şifadır; Kur’an kıraati... Ses sevdirir; şiir idraki... Ses nefret ettirir; küfür ve çirkin söz.
Düşünün: “Ses dalgaları ile dolu bir dünya. Bir ev yahut oda içinde hep güzel şeyler söylenmiş, zikirler ve dualar edilmiş, güzel haller yaşanmış, güzel melodiler seslendirilmiş ve tek bir çirkinliğe müsaade edilmemiş. O ortamdaki ses dalgalarının mekânda mevcut olan canlı-cansız varlıklar üzerindeki tesirini bir düşünün. Birde içinde her çeşit çirkin ses duyulmuş, çirkin işler yapılmış ve çirkin melodiler çalınmış bir yer düşünün. Yine böylesi bir ortamdaki varlıklar üzerinde bu seslerin tesirini hayâl edin. Neticenin dehşeti karşısında şaşıracaksınız. Malum olduğu üzere kendilerine güzel sözler söylenen bitkiler daha güzel ve hızlı büyümekte, çirkin sözler ve can sıkıcı şeyler paylaşılan çiçekler ise daha çabuk solmaktadır. Bu kar taneleri ve su damlacıkları üzerinde yapılan deneylerde de benzer sonuçları vermiştir.”(2)
Son Söz
Derin tefekkürlere dalabilmemiz için lütfen biraz sükûnet.
Dipnotlar
1)David Hendy, Gürültü: Sesin Beşeri Tarihi (İstanbul: Kolektif Kitap, 2014), 304.
2)Ercan Çifci, Daldan Dala: Eşya ve Hadiselerin Muhasebesi (İstanbul: Kökler Derneği Yayınları, 2017), 27.
Yazı: Zeynep Nurseli Güleç
Aylık Dergisi 162. Sayı Mart 2018