İsrail ile LGBT yayılmacılığının ortak yanlarını düşününce ve parçaları birleştirdikçe dehşete düştüm. Eşcinsellik dayatması ile İsrail işgalciliği; dünyanın geri kalanını yok sayma psikopatlığını benzer yöntemlerle sahneliyorlar.
‘Eşcinsellik ve İsrail ne alaka’ diyenler olacaktır. Sakince okuyun lütfen.
Paris’te, Olimpiyat Oyunları açılışına damga vuran LGBT propagandası rezilliğini organize eden Thomas Jolly’nin Yahudi olması sadece bir detay. Pedofili ile ensest dâhil her türlü cinsel sapıklığı normal sayan, kitapları dünyada milyonlar satan felsefeci Judith Butler da Yahudi mesela. Hatta Amerika’daki eğitim-öğretimi 70’lerde kadim terbiyeden arındırıp, sapkın akımların önünü açan; Erich From, Jurgen Habermas ve Max Horkheimer da ünlü Yahudi düşünürler.
Bir tarafta hiçbir kural-kaide tanımayan Siyonist düşüncenin inşa ettiği işgalci ve katil İsrail… Diğer tarafta, normal olan her şeye karşı anormalliği dayatan LGBT ideolojisi… Her ikisi de yok edici, düzen bozucu. Her ikisi de yaşamları tarumar ediyor. Çıkış noktaları benzer. Gördük ki LGBT ideolojisi de Siyonizm gibi günümüz dünyasının dokunulmazlık zırhına büründürüldü.
Nasıl ki Yahudiler, 1908’den sonra Filistin’de sistematik yerleşim politikası benimsedi ve köyleri işgal ederek kendi kendilerine yerleşimci statüsü kazandırıp 1948’de İsrail’i kurdular. Eşcinseller de 1960’larda Amerika’da ayrımcılığa karşı ayaklanmalar başlatıp, Avrupa ülkeleri ve ABD’de LGBT haklarını hızla kazandılar. Bugünün dünyasında İsrail’i eleştirmek antisemitizm sayılıyor. Eşcinselliği hastalık veya sapkın görmek de nefret suçu sayılıyor.
Bugün Filistinlilerin yaşadıkları evler, herhangi bir Yahudi tarafından ellerinden alınabiliyor ve bu işgale kimseler ‘dur’ demiyor. İsrail de bu sistematiği hukuken destekliyor. Birçok Batılı ülkede de eşcinseller, kendilerinin doğurmadıkları ve asla doğuramayacakları çocukları yasal olarak evlat edinebiliyorlar.
Benzerlikler o kadar fazla ki. Bir yanda çocukların ve gençlerin cinsiyetlerini yok etmeyi gaye edinen LGBT sistematiği, diğer yanda Gazze’deki bir anneyi, bir genci ve bir bebeği öldürmek için tüm gücünü kullanan terör devleti İsrail.
Siyonist üstenci düşünce Gazze’deki soykırımıyla tüm insanlığı açıkça hedef aldı. LGBT dayatmacılığı ise nesillerin devamını yumuşak soykırım modeli ile kesmek için tüm dünyayı adım adım kuşatıyor. Siyonist düşünce ‘Goyimleri’, yani Yahudiler dışındaki tüm halkları kendileri için zararsız hale getirmeyi amaçlıyor. LGBT ideolojisi de eşcinsel yaşam biçimiyle aile kurumunu devreden çıkarıyor. Üreme durursa soykırım da tamamlanmış olacak. Nüfus artışının düşmesi, eşcinsel birlikteliklerin artması ya da yalnız yaşamın yaygınlaşmasına bakılırsa başarılı oluyorlar.
Siyonist düşünce ve LGBT lobisinin bir ortak noktası da propagandalarını sinema üzerinden kurup yaygınlaştırmaları ve figürleri hep ‘masumiyet, mağduriyet’ üzerinden inşa etmeleridir. İsrail Holokost filmleriyle, LGBT ise Netflix türevi platformların ürettiği eşcinsel yaşam biçimini teşvik eden içeriklerle nesilleri etki altına almayı başardılar.
Anlatmak istediğim şu; İsrail dünyanın, LGBT insanlığın sonunu getirmek istiyor. Bunu da mağduriyet ile başlatıp fiziki ve zihni işgallerle sürdürüyorlar. Olimpiyat Oyunları açılış töreninde “Drag Queen” tiplemeleriyle Hz. İsa’yı konu alan “Son Akşam Yemeği” tablosunun tasvir edilmesi “Sadece aşk istiyoruz, sadece yaşam hakkımızı istiyoruz, sadece var oluşumuzun kabul edilmesini istiyoruz” diyenlerin aslında ne kadar saldırgan olduğunun, kutsallara, kurallara savaş açtıklarının ilanıydı. Tıpkı İsrail’in Gazze soykırımı üzerinden yaptığı gibi, LGBT’liler de dinlere ve kutsallara meydan okudular.
Peki, dünya bu iki zehirli ahtapotun kollarından kurtulabilecek mi? Paris’te, soykırımın gölgesinde sahnelenen rezil gösteriye Hristiyan dünyasından gelen tepkiler bir işaret fişeği olarak yorumlanıyor. Ben o kadar iyimser değilim, Batı LGBT ideolojisine elleriyle teslim oldu. Gözler açılır mı? O sahnenin arkasında, sislerin ardından Siyonist aklın olduğu görülür mü emin değilim? Bunun için Rusya ve Türkiye’nin daha net, çözüm odaklı sosyolojik önlemler alması gerekiyor.
Kaynak: Yeni Şafak, Ersin Çelik