Ataşehir’de bir camide içki içip bunu da sosyal medyadan paylaşan, üzerine bir de “3.200 caminin kameralarını tek tek incelesinler, zaten bulurlarsa paşa paşa karakola gider ifade veririm” diyen 18 yaşındaki S.Y.Ö, malum, sosyal medyada o fotoğrafın yaygınlaşmasının üzerinden 24 saat bile geçmeden polisler tarafından yakalandı. S.Y.Ö’nün kendisine bulduğu sosyal medya rumuzu ise şaşırtmadı beni: “Ebu Cehil’in torunu”.

S.Y.Ö’nün o sosyal medya gönderisinin altındaki yorumlara verdiği bir cevap var. Doğrusu bu ya, camide o içki fotoğrafını paylaşması kadar dikkat çekiciydi. Bir sosyal medya kullanıcısı S.Y.Ö’ye “buna nasıl cesaret ettin?” diye soruyor, S.Y.Ö de “Atatürk ekber dedim, cesaretimi topladım, girdim içeri” diye cevap veriyor.

Yanlış anlaşılmasın. 18 yaşına yeni girmiş bir çocuğun, büyük bir cehalet ve belli ki nefretle yaptığı yanlış üzerinden koca koca cümleler kurmaya niyetim yok. Zaten polisin elinde ve zaten cezasını hukuk verecek. Ceza almalı bu arada bence. Hem de alabileceği maksimum cezayı almalı. Yok öyle cami duvarına bevledip paçayı sıyırmak.

Ben, bu olay üzerinden başka bir şeyi kurcalamaya çabalamak niyetindeyim.

Malumunuz olduğu üzere “kutsala saygı”, insan teklerinin çocukken ailelerinden öğrenmeleri gereken bir ilkedir. Hem kendi kutsalına hem de başkalarının kutsalına saygıyı aileleri öğretir çocuklara. Daha doğrusu “öğretirdi.” Uzun süredir çocuklarımızın “ikame ebeveynleri” biliyorsunuz, fizyolojik anne-babaları. “Gerçek ebeveynleri” ise sosyal medya. İşin burası tartışmaya kapalı bence.

Sosyal medyanın korkunç kuyusunda çocuklarımız, ailelerinden aldıkları her türlü ilkeyi paramparça etmelerini öneren bir düzenekle karşılaşıyorlar. Giderek “hiçbir ahlaki vasat” ile işi olmayan ve bunu da “gayet normal” gören gençlerin ortalıkta ahkam kesip cirit attığını çaresizlikle izlemek zorunda kalıyoruz.

S.Y.Ö’nün halası “çocuğumuz arkadaş kurbanı oldu” diyor beyanında. Bunun böyle olduğuna yüzde yüz eminim. Ancak halanın bahsettiği “arkadaşlar”, fiziki arkadaşlar değil. Bütünüyle sosyal medya arkadaşları. Daha doğrusu “sosyal medya etkisi.”

Birkaç sene önce, bir Orta Avrupa kilisesinin ibadet ederken kullanılan piyanosunda “Ankara’nın bağları” türküsü çalan bir gencin videosu dolanmıştı. Herkes “aman da çok eğlenceli” diyerek videoyu günlerce sosyal medyada dolaştırmıştı. Sadece pek azımız bunun kutsala saygısızlık olduğunu düşünüp çocuklarımız için endişelenmiştik. O zevzeklik, sonunda caminin mihrabına karşı içki içilen bir düzleme ilerletti işi. Üstelik işin içine Atatürk falan da katılmış durumda an itibariyle.

Ateist, agnostik, deist olmanın çok havalı bir şey olduğunu tanımlayan sosyal medya, aynı zamanda “kutsala saygısızlık” etmenin de çok “cool” olduğunu salık veriyor. Hatta daha da ileri götürüyor meseleyi ve işte S.Y.Ö, “Atatürk ekber dedim, girdim içeri” yazabiliyor. Kamalist olsam kutsala saygısızlık etmenin dayanağını ve cesaretini Atatürk’te bulan bu zıpçıktılık hakkında uzun uzun düşünmek zorunda hissederim kendimi.

Olayın acıklı tarafı ise şu: S.Y.Ö’nün yaptığı şeyi “bireysel özgürlük” olarak tanımlamaya hevesli milyonlarca gerzekle aynı havayı soluyoruz. Ne bireyselliğin ne özgürlüğün anlamını biliyorlar.

Nihilizmin kendisini icat eden Turgenyev’e sorsak, o bile böylesi çirkinlikleri “özgürlük alanı” olarak tanımlamaktan imtina eder yahu.

Gerçi benimki de laf. Türkiye öyle bir vasata ilerletilmeye çalışıyor ki hiçbir saygısızlığa şaşırmıyoruz artık. Seçim öncesi dönemde ve seçimden sonra AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ı eleştireceğiz diye hakaret edilmedik dini değer bırakmayan, başörtülülere “o…u” diyen yaşlı manyağın birini bayraklaştıran bu takıntılı kitlenin memleketi getirdiği yerle de ilgili bu “kutsala saygı” meselesi.

“Kendi kutsalına sürekli saygı bekleyip başkasınınkine bir gram saygı duymayan” ve bunu da “yaşam tarzı” addeden insanların oynadığı bu tehlikeli oyunun gideceği yer çok açıktır bana kalırsa.

Geniş kitlesini büyük oranda sistemle, Mustafa Kemal’le, devletle, bayrakla, orduyla barıştıran Recep Tayyip Erdoğan’ın “kutuplaştırıcı”, bu takıntılı kitlenin “birleştirici, uzlaştırıcı” sayılması ise, açık söylemek gerekirse, ülkenin uzak ara en büyük garabeti.

Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır

Allah sonumuzu hayretsin.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak