Sömürgecilik, Batılı ülkelerin kendilerinde başka ülkeler üzerinde hak iddia ettiği görüşünden yola çıkılarak başlatılmış “tarihi bir istila” hareketidir. Fakat, birçoğumuz bu dönemin geçmişte kaldığını sanıyor ve onun yeni anlayış ve politikalar ile devam etmiş olabileceğini düşünemiyoruz.
Batı sömürgeciliği devam ediyor
Batı sömürgeciliği, yaklaşık 400 yılın üzerinde gerçekleşen bir sistem. Üstelik, hakim olunan ülkelerin dilini, dinini, kültürünü ve insan kaynağını Batılı amaçlar doğrultusunda yeniden düzenlemek gibi insanlık dışı bir “hak ihlalini” gerçekleştirmiştir.
Sömürü’nün temelinde Batı’nın “ben merkezli” anlayışı yatmaktadır. Yani, kendini ve medeniyetini üstün görerek, başkalarını yönetme ve yönlendirme hakkını öne sürmesidir. Bu durum, başlı başına “bencil bir anlayış”tır ve herhangi ilmi bir delile de dayanmamaktadır.
Aynı durumun, bugün de Avrupa ve Amerika kültüründe varlığını gösterdiğine şahit oluyoruz. Amerika ve Avrupa, “Batı’nın menfaatleri” diyerek, her türlü hukuk dışılığı ve hatta insan topluluklarının kaderinin kendi ellerinde olduğunu iddia ediyorlar. Halbuki, böyle bir iddiayı haklı hale getirecek bir sosyal sistemi henüz ortaya koyabilmiş değillerdir. İkiyüzlü, tacizci, sapık ve vahşi bir insan tipi ortaya koyan Batı medeniyeti, sadece bilgi birikimi veya teknolojik üstünlüğü ile kendinin başka toplumlarından üstün veya gelişmiş olduğunu iddia edemez..
Yeni sömürge sistemi
Son 25-30 yıl içinde, Rusya ve Çin’in, siyasi ve iktisadi alanlarda yeni bölgeler elde etmeye yönelik çalışmaları hızlanmıştır. Rusya, etki alanını genişletmek için Suriye, Irak, Ermenistan ve kendine komşu ülkelere yönelik planlar yaparken; Çin, başta Tayvan olmak üzere, Afrika, Orta Doğu ve Balkanlara kadar iktisadi hegemonyasını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu iki ülke, Siyasi ve İktisadi sömürülerini arttırma çabası içindedirler.
Amerika’nın başını İngiltere, Fransa ve Almanya ile çektiği Batı Dünyası ise, siyasi, iktisadi hegemonyanın yanı sıra, kültürel ve bilgi kaynaklı sömürü hareketlerini sürdürerek, Doğu, Uzakdoğu ve İslam dünyasını, kendi kültür ve siyasi anlayışına bağımlı hale getirecek, “sözde Uluslararası kuruluşlar” ile kendi ideolojisini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu konuda; Birleşmiş Milletler, Unesco, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların politikaları vasıtasıyla, Batı ideolojisini meşrulaştırıcı bilgi, proje ve sistemleri ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Askeri sömürgecilik
Son olarak İsrail gibi, tetikçi ve “dinci” bir devlet ideolojisine destek verme konusunda Amerika ve diğer batılı devletlerin her türlü ahlaki, hukuki ve diplomatik kural ve değerleri altüst ederek, zorlayıcı bir “toplumsal değiştirme” hareketine giriştiğini görüyoruz. Gazze ve Lübnan’da, sadece İsrail devletinin menfaatlerini engellediği (!) için onbinlerce masum, silahsız insan; bombalar, açlık, soğuk iklim etkisiyle ölüme mahkum edilmekte ve insanlara hayati müdahale yapacak hastaneler bombalanmakta, yardım kuruluşları bölgeye sokulmamaktadır.
Bütün bunlara rağmen, Amerikan hükümeti; Gazze’de İsrail’in eskisinden daha iyi şartlar oluşturduğu yalanını, utanmadan dünya kamuoyuna açıklamaktadır!.. Diğer batılı ülkeler ise, bu yalana ve yanlışa ortak olmaya devam etmektedirler.
Bu yeni dönemde, artık eskinin kültürel ve siyasi bağımlılaştırıcı politikaları terkedilmekte ve Batı ideolojisinin asker ve uluslararası kurumlar (!)eliyle ”askeri bir sömürgeliştirme” programı uygulamaya konmaktadır. Özellikle Amerika’nın yeni başkanı Trump, Siyonist ve Terör Merkezleriyle irtibatlı insanları, dışişleri, Güvenlik, CIA gibi kurumlara getirmesi, önümüzdeki aylarda, Amerika ve onun müttefiki Batılıların da, bu acımasız sistemi sürdürmeye kararlı oldukları, Batı dışı ve özellikle islam toplumlarında ciddi bir tahribat yapmaya çalışacakları anlaşılmaktadır. Bu yüzden, ilim, fikir, siyaset ve ticaret kesimlerinin, toplumu ayağa kaldıracak kendi kültür ve değer sistemlerine dönüştürecek çalışmaları ön plana almaları, hayati bir önem taşımaktadır. Bu çalışmalar, hamasi ve siyasi konuşmalardan çok; toplumu fikri ve manevi yönden güçlendirecek, birliği sağlayacak ve kültürel dinamikleri hayata hakim kılacak nitelikli programlar olmak zorundadır. Aksi halde, şu anki gidişatımızı; bir “diriliş hamlesi” ne müsait özellikler taşımamaktadır.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber