Dinin “direği”, Mü’min’in “mirâcı” ve kâinatın efendisi gaye insan-ufuk peygamber efendimiz Sallallahü aleyhi vesellem hazretleri’ne “sevdirilen”… Her konuda büyüğümüz Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle “namaz bütün ibadet şekillerini toplayıcı ve işaretlendirici”dir ve “insanda şuur kaldıkça bırakılamaz.”(1) Ve yine Üstad’ın buyurmasıyla “din terbiyesi namazla başlar!”
Elbette namaz “Müslüman” olan için “bir şey” ifade eder ve o ifade eden “şey” ise bizler için -yazımızın girişinden de anlaşılacağı üzere- her şeydir!

Hikmetini kavrayamayacağımızı bilerek, bütün yapıp ettiklerimizin son tecritte namaz için, Allah rızasını kazanmak gayesiyle Kâbe’ye yöneldiğimizde kılmak istediğimiz iki rekât namaz için olduğunun şuuruna doğru yönelmek icâb eder. Kâbe için din büyüklerimizin söylediği “şekil içinde ruh” tavsifi bile bu mevzu etrafında düşünüldüğünde ne kadar da mânidar gözüküyor…

 
Âmîn deme “hastalığı”
Keşke insanlık böyle bir hastalığa tutulsa da bilerek-bilmeyerek aradığımız Allah’a ömrümüzün sonuna dek hep beraber “Âmîn- (Allah’ım) Kabul buyur!” diye diye can versek. Öyle mühim bir kelime ki, şu yazıyı yazana dek ben de ehemmiyetini bilmezdim: Süyûtî’nin Hâris b. Ebû Üsâme’nin Müsned’i ile İbn Merdeveyh’in Tefsîr’inden naklettiği bir hadiste, Hz. Peygamber’in “Bana namazda olsun, duâdan sonra olsun, Allah tarafından âmîn demek nimeti verildi. Bu, Mûsâ müstesna benden önce kimseye verilmemişti; Mûsâ duâ eder Hârûn da ‘âmîn’ derdi. Siz de duanızı âmîn ile bitiriniz! Bu suretle Allah onu kabul eder” (2)

Ara başlıkta kastettiğimiz husus, aynen ifade etiğimiz biçimde bir hastalığa dönüşüp İstanbul’daki camilerimizi sarmış bulunmaktadır ki şu:

Sabah, Akşam, Yatsı ve Cuma namazlarını imama uyarak kıldığımızda hoca efendilerin Fatiha Sûresi’nin sonuna gelip “veladdâllin” demesinin ardından herkesin toplu bir ekstaz hâlinde ve neredeyse bağırma kıvamında âmîn demesi pek nahoş. Husûsiyetle Cuma namazlarında bu işin çığırdan çıktığına hep beraber şahid oluyoruz! Affedersiniz insan “kavga var” zannediyor ve herkesin böyle yaptığı yerde size “acaba ben mi yanlış yapıyorum?” hissini de veriyor. Bir de, camilerimize gelen çocuk ve genç arkadaşlarımız “demek ki böyle yapılıyor” diyerek bir yanlışı doğrunun yerine öğrenmiş oluyor. Nahoşluğu ayrı , evvelâ şu bilinmelidir ki, Hanefi mezhebinde namazda “içten âmîn” denir. Diğer mezheplerden olanlara göre Hanefîlerin memleketimizdeki sayıca üstünlüğünü tartışmak ise ayrıca abes… Bu arada Güneydoğu Anadolu’daki Şafiî Mezhebine mensub Müslüman kardeşlerimizi ve bulundukları illeri de söylediklerimizden ayrı tuttuğumuzu ekleyelim… Meselenin anlaşılması için şu toparlayıcı hükmü hatırlatalım ki, Hanefî mezhebinde cemaatle namazda “artık, namazın sonuna kadar, yalnız hareketleri yapmaktan, içten tesbih ve tekbirleri tekrarlamaktan ve sadece uymaktan başka iş yok…” (3)

Allah, bütün namazlarımızı makbul namazlar hürmetine kabul buyursun. Yüksek sesle, buyurun, âmîn!

 
Kamet Okunurken Ne Vakit Ayağa Kalkmalı?
Biraz evvel bahsettiğim “âmîn” meselesi gibi, kimilerinin belki de “aman canım, din diyanet elden gidiyor, alakalandığın hususlara bak!” diyeceği bir yer burası. Fakat benim, “en büyük mücerretleri keşfettikse eğer, her Müslüman’ın, Necip Fazıl’ın tabiriyle ‘derin ve ince’ olması lazım gelen Müslüman’ın zahiri olarak bilmesi ve yapması gerekenleri nasıl bilmeyiz ve yapamayız?” diyeceğim bir mesele de bu!

Efendim, müezzin kamet getirmeye ve imam namaz kıldırmak için yerine geçmeye başladığında hâlen oturuyor olan cemaatin ne vakit ayağa kalkması icâb eder?
Bizim toplumumuza bakılırsa bir kısmı müezzinin sesini duyar duymaz, bir kısmı onların ardında; diğer bir kısmı ise daha bölük pörçük zamanlarda; o kadar dağınık ki, sanki böyle yapılması için Fatih Terim nezaretinde antrenman yapılmış? Avrupa Şampiyonası’ndaki Türkiye’nin performansına bakılırsa antrenmanı kesin o yönetmiş… Madem cami, toplayıcı, cemaat de toplananlar demek, biz de o anda camide cemaatle namaz kılmak için hazır bulunuyoruz; bunun bir kâidesi olmaz mı? “Her şeyi açık, her çizgisi billur gibi hendeseli İslâm”da (4) olmaz mı, elbette var!

Bu işteki kâide şu: “Cemaat ‘haydi namaza’ cümlesinde ayağa kalkıp safa girer”. (5) Yani, müezzinin “hayyaalessalah” demeye başladığında… Böyle olunca da, evvela emri uygulamanın bereketini, sonrasında cemaat olarak hareket edebilmenin güzelliğini Allah’ın izniyle yakalarız…

Bir de, Üstad Necip Fazıl’ın hususiyetle hatırlattığı ve “bileni ve yapanı pek az” dediği Hazret-i Ebû Bekr’in (r.a) sünnetini bahsimizle alakasına binâen şuraya not edelim:
“Ezan ve kamette konuşulmaz, Allah’ın ismi anılır ve hele Resûl’e şehadet cümlesinde iki elin başparmakları öpülerek göz kapaklarına bastırılır.” (6)

 
En mühim durak yeri
Ramazan münasebetiyle farklı farklı camilerde namaz kılmak talihini elde ediyoruz. Bir iftar daveti münasebetiyle misafir olduğum evin mahallesindeki camide yatsı ve teravih namazlarımızı edâ etmeye çalıştık. Namaz boyunca imam efendi, her bir namazın her bir rekâtında rükûdan sonra kıyama kalktığımızda yaptığımız “durak”ı başka imamlara nazaran öyle sanatlı yapıverdi ki, Üstadın “ ‘Semi Allahü limen Hamide’ diye doğruluş… Durak… Ayakta ve içten ‘Rabbenâlekelhamd’ ” (7) deyişini hatırladım. Kezâ, iki secde arasını da Üstad “en mühim durak yeri” diye işaretler… Baştanbaşa otobüs duraklarına mahkûm edilmiş bu milleti, durakların durağında, “en mühim durak yerinde” sabitle Allah’ım… Amîn!..
 
Dipnotlar:
1-İman ve İslam Atlası, Necip Fazıl Kısakürek, İst. Büyük Doğu Yayınları, 3. Basım, Ağustos 1991. Sayfa 97.
2-TDV İslâm Ansiklopedisi, http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=030062
3-İman ve İslam Atlası, Necip Fazıl Kısakürek, İst. Büyük Doğu Yayınları, 3. Basım, Ağustos 1991. Sayfa 120.
4-A. g. e. Sayfa, 226.
5-A. g. e. Sayfa 107.
6-A. g. e. Sayfa 107.
7-A.g.e. Sayfa 112.
Baran Dergisi 495. Sayı