Bu niteliğe bürünen hiçbir şahsiyette, Said Nursi Hazretlerinin aksiyon dolu hayatından, batıcı laik rejime karşı dik duruşundan, Kemalizm’in mimarlarına karşı pervasızlığından, komutası altına verilen 300’ün üzerinde neferi ile onlarca Rus’u ve Ermeni’yi telef etmesinden (Hamidiye Alayları’nda Subaydı), Bitlis’i müdafaa ederken yine emrinde ve çoğu talebesi olan akıncıları-savaşçıları ile işgale karşı gerilla tipi vur-kaç taktiği ile savaş vermesinden ve bu savaşta 250’nin üzerinde talebesi şehid olmasına mukabil mücadeleye devam etmesinden bir misal göremezsiniz.
Kendi korkaklıklarına, şeriatsız hayat hasretlerine, mal-makam sevdalarına, gizli açık münafıklık ve riyakârlıklarına sürekli bahaneler bulan, daha iyiye talip olan birilerini sürekli aşırılıkla itham ederek dışlayan, toplanan bağışları, hizmet endüstrisi çerçevesinde , müdür, müdür yardımcısı, görevli, eğitmen diye paylaşan ve aynı zamanda hizmet verdiği kesimden –çoğundan- hizmetinin ücretini de ayrıca alan bu tipler, elbette bir dilim peyniri-ekmeği bile bağış kabul etmeyen Said Nursi ile uzaktan yakından ilgili değillerdir.
Birkaç misalle mevzuuyu anlaşılır kılalım;
Said-i Kürdi(Nursi) günümüz mevzularına da ışık tutan bir ifadeyi şöyle dillendiriyor: “Rus’un Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen; İstanbul’u istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen ve “Tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!” cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemal’in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, “Namaz kılmayan haindir” diyen; ve Divan-ı Harb-i Örfî’nin dehşetli suallerine karşı, “Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” deyip dalkavukluk etmeyen; ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur’âniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki, “Sen Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz” denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-i Kur’âniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat’iyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek...” (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 166)
Heyhat, gelinen noktaya bakın ki Said Nursi Hazretlerinin cephe cephe taarruz ettiği küfür kaleleri, İslamsız, şeriatsız kurumları, zina ve çirkef yuvaları, faiz ve rüşvet depoları, Hıristiyanlık ve Yahudilik adlı tahrifat kapıları, şimdilerde kendilerine “Nurcu” diyen-denilen güya Said Nursi bağlısı bir kaç zümre tarafından korunmakta, kollanmakta, Müslümanlardan bir zarar! erişmesin diye de türlü şenâet ve ihanet örneklerine imza atılmaktadır. Biz devam edelim.
Said Nursi Hazretleri’nin bir başka ifadesi;
“Van-Bitlis tarafında Ermeni komitesi (Taşnak fedâileri) çok faaliyette bulunmasıyle Eski Said onlara karşı duruyordu, bir derece susturuyordu. Kendi talebelerine mavzer tüfekleri bulup, medresesi bir vakit asker kışlası gibi, silâhlar - kitaplarla beraber bulunduğu vakit, bir asker feriki geldi, gördü. Dedi: "Bu medrese değil kışladır." Bitlis hâdisesi münasebetiyle evhama düştü emretti: "Onun silâhlarını alınız!" Bizden ellerine geçen onbeş mavzerimizi aldılar. Bir-iki ay sonra harb-i umumî patladı. Ben tüfeklerimi geri aldım. Her ne ise...”(Tarihçe-i Hayat)
Bir diğer ifadesi;
“Rusya'da, Kosturma'da, doksan esir zabitlerimizle beraber bir koğuşta idik. Ben, o zabitlerimize ara-sıra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandanı geldi, gördü, dedi: "Bu Kürd, gönüllü alay kumandanı olup çok askerimizi kesmiş; şimdi de burada siyasî ders veriyor.. ben yasak ediyorum, ders vermesin." İki gün sonra geldi, dedi: "Mâdem dersiniz siyasî değil belki dinîdir, ahlâkîdir; dersine devam eyle." izin verdi.”(Tarihçe-i Hayat)
Birinci Dünya Savaşı'nda Bitlis cephesinde, “Bitlis Valisi Memduh Bey ve beraberindekiler Bediüzzaman'a "Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; biz geri çekilmeye mecburuz" dediklerinde Bediüzzaman Said Kurdî "Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk ve çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dört beş gün mukavemete mecburuz" der. Bunun üzerine onlar da, "Muş'un sukut etmesi dolayısıyla otuz topumuzu askerler bu tarafa kaçırmaya çalışıyorlar. Eğer sen, o otuz topu gönüllülerinle ele geçirebilirsen, birkaç gün o toplarla mukabele ederiz ve ahali de kurtulur" derler. Bediüzzaman da onlara "Öyle ise ben, ya ölürüm veya o topları getiririm" diyerek üç yüz gönüllünün başına geçer. Bediüzzaman bu harpte fedaileriyle Ruslara karşı büyük direnç gösterip savaşmışlarsa da sonunda birçok arkadaşı şehit, kendisi de yaralanıp Ruslara esir düşmüştür. Bediüzzaman esir düştükten sonra önce Culfa'ya oradan da Tiflis ve Kosturma'ya götürülür.”( Tarihçe-i Hayat)
Bunları niye yazdık, malum cemaatten bir şey beklediğimizden mi? Asla! İslâm ahlak ve tefekkürünün önder şahsiyetlerinin bir avuç istismarcı, çıkarcı, menfaat ve makâmperest sahtekârın elinde hebâ olmasından, Amerikan İslâm’ını temsil eden Ilıman İslâm sapkın görüşüne malzeme edilmesinden uzak tutmak ve bir takım nefsine aldanmış, korkaklığı ve mıymıntılığı taktik ve strateji zanneden kimselere de “gereken yerde gerekeni yapmak” gibi şuura, strateji ve taktiğe sahip Said Nursi’yi –eğer ruhlarında bir nebze O’na muhabbet varsa- daha iyi anlamalarını sağlamak içindir.
Vesselam.
Baran Dergisi, 245. Sayı
Baran Dergisi, 245. Sayı