Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Hayattayım, ayaktayım.
Türkiye’den haberler neler?
(Av. Yılmaz, aynı durumların geçerli olduğunu, kendileri için herhangi bir problemin bulunmadığını söylüyor.)
Aynı şeyler, diyorsunuz. Fakat Kumandan Mirzabeyoğlu şimdi tamamen özgür, değil mi?
(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.)
Bir dahaki seçimde milletvekili olabilir yâni?
(Av. Yılmaz, gülüyor.)
Evet, gerçekten! Umarım olur.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak Carlos’un avukatlarından meslekdaşı Av. Ali Rıza Yaman’ın sol görüşlü bir fikir adamı ve eski bir asker olan Sarp Kuray’ı Ankara’da yattığı cezaevinde ziyaret ettiğini, Kuray’ın Carlos’u BARAN dergisindeki tahlilleri vesilesiyle dikkatle takib ettiğini ve Carlos’un bilhassa Suriye konusundaki analizlerini takdir ettiğini, Carlos’a da çok selâm söylediğini belirtiyor.)
Allah yardımcısı olsun, çok nâzikler.
(Carlos, Fransa’da kendisiyle dayanışma içerisinde olan yüksek lisans öğrencisi Suriyeli bir dostunun olduğunu, zengin olmamasına rağmen herhangi bir kitaba ihtiyacı olduğunda kendisine gönderdiğini, bir İtalyan hanımla evli bu genç dostunun Sufîler üzerine akademik bir araştırma yaptığını, bu vesileyle görüştüğü Nakşibendî bir imamdan çok etkilendiğini, ancak herşeyi de anlayamadığını, İngilizcesi iyi olmasa bile Arabça konuşan bu dostuyla Av. Yılmaz’la arkadaşlarının temas kurmasının ve özellikle Nakşibendîlik konusunda kendisine yardımcı olmalarının iyi olabileceğini söylüyor. Bu arada, Av. Yılmaz’la konuşurken selâmlaştığı bir mahpus vesilesiyle, cezaevindeki herkesin suçlu ve kirli olmadığını, kendisini soymaya çalışan birini vuran bu mahpusun da aslında iyi biri olduğunu ekliyor.)
Her neyse… Bana herhangi bir sorunuz var mıydı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını yineliyor.)
Pekâlâ. Bana oradan selâm söyleyen tüm yoldaşlara, gönüldaşlara siz de çok selâm söyleyin benden.
Fransa’da son günlerde cereyan eden bir hâdise dolayısıyla konuşmak istiyorum bugün.
İnanılmaz bir şey ama Fransa, insan hakları adına, siyasî haklar adına, demokrasi adına, konuşma hürriyeti adına her yere müdahale ediyor, bu gerekçelerle saldırdığı Asya ve Afrika’daki binlerce kişiyi katlediyor, bombalıyor, bu çerçevede elinden geleni ardına koymuyor.
Ancak aynı Fransa, benim neslimden en önemli Fransız devrimcisi olan Jean-Marc Rouillan isimli bir adamı, sırf hakikatleri ifâde ettiği için yeniden hapse gönderebiliyor.
Bu adamla bizzat tanışmadım ben ama mahkemelerinden de takib ettiğim üzere iyi bir insandı ve Action Direkte (Doğrudan Eylem) adlı örgütün tarihî kurucusuydu. Daha 17 yaşındayken Katalonya’da Franco rejimine karşı Anarşistler bünyesinde bir eylem düzenlemeye çalışırken yakalanıp tutuklanmış, kendisiyle birlikte yakalan Anarşist ise sonradan idam cezası almış ve infaz edilmişti. Yâni Anarşist kökenlidir kendisi.
Gerçekten iyi bir adamdı Jean-Marc Rouillan ve eşim Isabelle de mahkemelerde onu, ölen eşini ve bu örgütün diğer bazı mensublarını daima savunmuştur zaten.
Her neyse, işte bu adam yıllar boyu hapiste kaldıktan sonra geçtiğimiz aylarda serbest bırakıldı ve hapisten çıktıktan sonra da basına bir röportaj verdi ama bu röportajda söyledikleri yüzünden tekrar cezaevine atıldı.
Kendisi bir solcu, bir Anarşist olmasına ve öyle müslüman veya cihadçı olmamasına rağmen, ifâde ettiği bazı hakikatler gerekçe gösterilerek yeniden cezaevine gönderildi.
Peki ne söylemişti o röportajda?..
Yeri gelmişken, bakınız, herkesin kendi fikirlerine sahib olma hakkı vardır. Bir siyonist olabilirsiniz ama aynı zamanda namuslu bir insan da olabilirsiniz. Herkes için geçerlidir bu. ABD’li bir kapitalist için de, geçmişte böylelerini tanıdığım bir Nazi için de geçerlidir. İlle de bu insanların ideolojilerine katılmamız gerekmez.
Evet, cihadçı falan da olmayan bu adama, 13 Kasım 2015’de Paris’te yaşanan ve buraya ölmeye gelmiş cihadçılar tarafından belli hedeflere karşı gerçekleştirilen saldırıları soruyor gazeteciler ve o da “bu insanlar kahraman!” diyor. Bir cihadçı olmamasına, bir müslüman olmamasına rağmen, sözkonusu eylemi gerçekleştiren insanların kahraman olduğu hakikatini kabul ediyor yâni bu insan.
Objektif ve makûl her insanın varacağı hüküm de bu olacaktır zaten. Çünkü ideolojilerinden hareketle, sırf Allah rızası için ve tüm müslümanlar adına buraya gelmiş, İslâm düşmanlarıyla yahud İslâm düşmanı olduğunu düşündükleriyle savaşmış, onları vurmuş ve bu sırada hayatlarını kaybetmiştir bu insanlar. Bu da kahramanca bir eylemdir elbette, bir fedaî eylemidir, kaldı ki bir insanın fedâ edebileceği en büyük şeydir kendi hayatı. Hakikattır bu.
Ne var ki, sırf “o insanlar kahramandır!” dediği için, şartlı tahliye hükümlerini ihlâl ettiği öne sürülerek bu adam yeniden tutuklandı ve hapse atıldı. Bu sözleri telaffuz etmesi de, başbakanın bile diline dolanacak kadar büyük bir skandal olarak aksettirildi.
Oysa Fransa’nın her gün katlettiği müslümanların sayısı yanında, ölmeye gelmiş bu cihadçıların küçük ve ilkel araçlarla yaptığı misillemede ölenlerin sayısı mukayese bile edilemez. Tamam, bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin çoğu masumdur ama Fransa’nın Arab ve müslüman topraklarında katlettiği çok daha fazla müslümanın çoğu da masum değil miydi?..
Evet, Jean-Marc Rouillan’ın başına gelenler, aslen hıristiyan olmayan ama öyle görünen bazı münafıkların, açık veya gizli siyonistlerin Fransa’ya nasıl sızdığının ve ülkeyi nasıl bir karmaşaya soktuğunun bir diğer delilidir.
Fransa, bir “İnsan Hakları” ülkesi olarak ilân edilegelmiştir daima. Ne var ki Fransa, tarihte hiçbir zaman bir “İnsan Hakları” ülkesi olmamıştır gerçekte. İnsanoğluna bir referans olarak İnsan Hakları’nın ilân edilmesi ne kadar önemli olsa da, bu ilânın gerçekleştirildiği iki yüzyıl önceki Fransız Devrimi’nde bile İnsan Hakları’na saygı gösterilmemiştir. Bugüne kadar da günden güne kötüleşerek gelmiş; hattâ sol gelenek, İnsan Hakları bakımından sağ gelenekten bile daha çok kötülük getirmiştir Fransa’ya.
(Carlos, Fransa’nın mamûr bir ülke olan Libya’ya yaptıklarını örnek gösteriyor, iyice bölünüp parçalanmış ve artık bir devletin mevcud olmadığı Libya’da Kaddafî’nin kabilesinin bile Fransa’nın zulmü dolayısıyla nasıl bugün “İslâm Devleti” saflarında yer aldığına dikkat çekiyor. Peşinden, Fransa’nın Suriye’de yaptıklarına aynı çerçevede temas ediyor.)
Fransa büyük bir ülkedir ama Fransız rejimleri hiçbir zaman öyle demokratik ve İnsan Hakları’na saygılı olmamıştır! Ama buna rağmen, demokrasi adına, İnsan Hakları adına, insanoğlunun kurtuluşu adına, Kadın Hakları adına oraya buraya saldırmıştır. Batı ülkelerinde birer fahişe muamelesi görür oysa kadınlar. Unutmayın, kaç tane kadın başbakan vardır bugün Batı ülkelerinde? Bir tane Danimarka’da, bir tane de Almanya’da ve her ikisi de yanlış tarafta, emperyalistler safında. Kısacası, bunların İnsan Hakları, Kadın Hakları lâfları, evet, sadece lâftır!
Unutmamalıyız ki, bir dünya savaşındayız ve haklar bakımından geçmişten çok daha kötü bir manzarayla karşı karşıyayız. Diğer yandan, Allaha gerçekten inanan ve bunu hayatlarını fedâ ederek isbatlayan insanlara da herkes saygı göstermelidir. Benim neslimin en iyisi olan bir devrimcinin sırf bu hakikati teslim ettiği ve bu tavrı Fransız hükümetinin hoşuna gitmediği için hapse atılması kabul edilemez.
Basın hürriyetine inanan bir insan olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gazetelere veya gazetecilere karşı bazı davranışları benim de hoşuma gitmiyor doğrusu, ama bugün ona saldıran Fransız gazeteleri hiçbir şeye saygı göstermiyor asıl.
NATO ajanı, emperyalist ABD’nin ajanı olan Batılı liderlerin hiçbirisi saygıyı haketmiyor, çünkü kendileri ve kendi görüşleri de dahil, başka hiçbir şeye ve hiçbir kimseye saygı göstermiyor bunlar!
Kumandan Mirzabeyoğlu’nu benim adıma sımsıkı kucaklayın lütfen. Hemen başbakan olmasa bile, önce meclis lideri, sonra daha fazlası olmalıdır O.
Allahü Ekber.
 
12 Mart 2016

Baran Dergisi 479. Sayı