Birinci Dünya Harbinden beri bu topraklarda empoze edilmek istenen- edilen Batı nizâmı, Batıcı hayat tarzına, bünyesine sirayet etmiş mikroba karşı bağışıklı sisteminin refleksi olarak ateşi yükselen hasta gibi durmadan mukavemet eden İslam coğrafyası, bugün âdeta kaynar vaziyettedir.
Gerek "Arab Baharı" vesilesi ile ve gerekse Filistin'den Arakan'a, Çeçenistan'dan Yemen'e kadar Anadolu'nun bütün uzuvları bugün yeniden kıpırdanmaya ve musallat olan hastalığa karşı mukavemet etmektedir.
İslâm davasının bayrağının düştüğü yer olan Anadolu ise, hâlen Batı'nın zerk ettiği mikrobun, tam mânâsıyla farkına varıp mukavemete geçmiş vaziyette değildir.
Bugün, Anadolu'nun siyasî iradesini elinde (!) bulunduranlar belli ki mevcud olan şartlar içerisinde ne yapmaları icab ettiğini kestirememektedirler.
Önlerinde rol model olarak temel alabilecekleri (Başyücelik Devleti) alternatif sistem varken ne yapacağını hâlâ bilememek, Adnan Menderes’in bir türlü hamleye kalkışamamasına ve bir türlü işleri yoluna koyamamasına benziyor!
Mevcut Dış İşleri Bakanının Abdülhamîd han’ın politikalarına atfen bazı hamlelere girişmesi “Neo Osmanlıcılık” tartışmalarını gündeme getirmişti ve Avrupa basını da dâhil olmak üzere ciddi mânâda bu mevzu etrafında birçok senaryo dile getirilmişti. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında bulunan Üstad’ın Büyük Doğu politikalarını takip eden birçok noktası da herkesin mâlumu…
Gelinen noktada Nato ve yandaşları ile tam gaz devam eden “Sıfır Sorun Politikası”, ele alınan her mevzuda ayrıca bir soruna dönüşüverdi; Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “"Başlıca züğürtlüğümüz; Millî politika... Kenyalı'dan Yunanlı'ya kadar herkesin bir millî politikası var da bizim yok... Sorsalar bize, 'Millî politikanız nedir?' diye 'Yurtta sulh, cihânda sulh' sözünden başka verebileceğimiz bir cevap yok..." deyişinin üzerinden tam 32 yıl geçti; şimdi dönüp aynı soruyu tekrar sorduğumuzda, Suriye meselesinden Kıbrıs’a, Musul-Kerkük’ten Somali’ye kadar hangi mevzuda nasıl bir politika mevcut bilinmiyor! Aynı züğürtlük maalesef kimi zaman şekil kimi zaman ise kabuk değiştiriyor ama özünden asla taviz vermiyor; tersinden, bu bile bir tutarlılık sayılabilir!
Ve neticede bugün “Stratejik Derinlik” ten ne olduğu bilinmez bir çukura doğru ivme kazanarak devam eden bir yol tercih ediliyor!
Türkiye’nin “Rol Model” olup olamayacağı tartışması her daim hazır olarak beklemektedir aslında; dönüm noktalarından istifade edemeyen ve dümeni aksi istikamete kırarak, ayağa gelmiş fırsatları tepenler bunun hesabını nasıl verebilir?
İçeride, siyasî iradeye düşen ilk vazife, Müslüman cemaatlerin maskesini takarak alenen CIA ajanlığı yapanların, memurundan sermayedarına kadar, kuduz İslâm ve Müslüman düşmanlığı edenlerin hem teşhir, hem de tasfiye edilmesidir. Müslüman Anadolu insanı, İttihad-ı İslâm yolunda, adam gibi kendisine izah edilecek olan her fiilde bu iradenin yanında ve hatta önünde yer alacaktır. Müsbet mânâdaki her aksiyona ayak bağı olacak şekilde tertib edilmiş bu güruhlar temizlenmeksizin, herhangi bir aksiyona kalkışmak imkân dâhilinde değildir. Tabii, böyle bir aksiyon niyeti olanlar için bu sözler!
Mazîsinde katliam, soykırım, tecavüz gibi utanç duyulacak fiiliyatlar bulunmayan Anadolu'nun, dünkü ve yarınki kardeşlerinin canını, malını ve ırzını müdafaa etmek için uluslararası konjonktür müsaittir; tek mesele, buna milli irademiz ile biz mi karar vereceğiz yoksa elin adamının vasıtasıyla maşa olarak mı devam edilecek? Taşeronluk hız kesmeden devam edecekse bu sözlerin bir mânâsı yok!
Varlığının kaynağını aksiyonunda bulan Müslüman Anadolu insanının, şahsiyetini yeniden kazanmasının vakti geçmez; bugünkü siyasi irade, dış politikadaki zaaf ve esaretine son vermek istemez ise elbette bu başka türlü de tecelli eder; mesele, bunda pay sahibi olabilecek bir karar mekanizmasının harekete geçmesinde; yoksa “derin stratejik” diye çıkılan yolda hamlelerin milli politikasızlık yüzünden milli felakete dönüşmesini görememek basiretsizliktir!
Meselâ Suriye... Aksiyonun billurlaşarak vücuda gelmesi önünde âdeta sahne mahiyetindedir. Bugün Suriye adına konuşulan iki senaryo var. Birincisi, “Batılıların kışkırttığı ve desteklediği eylemcilerin, meşru olan Esed iktidarına karşı saldırıda bulundukları. İkincisiyse, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat Müslümanlarının, Esed'e karşı cihad ettiğidir.” Bu senaryoların ikiside Anadolu'nun kaleme aldığı senaryolar değildir. Anadolu'ya düşen, kendi senaryosunu yazmak ve Suriye başta olmak üzere hürriyete tutkun bütün bir İslam ümmetini yekpare hâle koymaktır!
Aynı zamanda dünya sahnesindeki dengeler, geliştirilen üst dile nisbetle girişilecek aksiyonlar neticesinde değiştirilebilir. Aksi hâlde çok konuşan koca karı dırdırından öte bir mânâ, derinlik veya strateji arz edilemez.
Zaman, neredeyse bir sel hâline gelmiş vaziyette Başyücelik Devleti'ne doğru akarken, bu selin karşısında durmaya kimsede takat yoktur. Olmak yahut yok olmak üzere, bıçak sırtında varlığını idame ettiren mevcut siyasî irade bu memlekette çok uzun sürelerdir süren bu taşeronluğa son vermelidir
32 sene önceki sözlerin taptaze hakikatini tekrar edelim:
"Başlıca züğürtlüğümüz; Millî politika... Kenyalı'dan Yunanlı'ya kadar herkesin bir millî politikası var da bizim yok... Sorsalar bize, 'Millî politikanız nedir?' diye 'Yurtta sulh, cihânda sulh' sözünden başka verebileceğimiz bir cevap yok..." (Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK / Rapor 11/13 / Sf.147)
Baran Dergisi 291. Sayı