“Buraya ölüm giremez.” Bu söz, binlerce yıl önce şifa merkezi olarak kullanılan Pergamon (Bergama) Asklepionu’nun giriş kapısında yazılıdır. Daha evvel söylendiği üzere, eski Yunan mitolojisinde, Asklepios’un son deminde yazdığı reçete (ölümsüzlük reçetesi!) bir otun, dolayısıyla da toprağın üzerine düşer ve böylece, her derde deva sarımsak bitkisi meydana gelir.(1) Yine daha evvel, sarımsak kelimesinin Arapça karşılığının sum olduğuna, sum kelimesinin ise, “vakit ve hâlin tesiri altında kalmayanlar” ve “vaktin babası” mânâsına Ebu-l vakt kelimesi ile aynı ebced değerine (546) sahib olduğuna vurgu yapmış ve bunun da, İslâm tasavvufundaki insan-ı kâmil kavramı ile örtüşen bir mânâda olduğuna dikkat çekmiştik. Ayrıca, sarımsak kelimesinin Osmanlıca yazılışı üzerinden “Mehdî Salih Mirzabeyoğlu” terkibini elde etmiş, “soyunma” ve “kocası ölen kadının matem elbisesi giymesi” anlamına gelen tesellüb kelimesi üzerinden de “topalak otu” mânâsındaki kust (ud-i bahrî ve ud-i hindî) kelimesine ulaşmıştık.
Asklepion adı, eski Yunan ve eski Roma’nın sağlık tanrısı Asklepios’dan gelmektedir ve “şifa yurdu” mânâsınadır.
Not: Allah’ın 99 ism-i celilinden biri de Eş-Şâfî’dir. “Hastalara şifa veren” mânâsınadır. İnsanın maddî ve manevî, her türlü hastalığına şifa veren yalnızca Allah Azze ve Celle’dir.
Âyet meâli: “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şuara, 26/80)
Çok eski çağlara ait olduğu üzerinde hemfikir olunan Asklepios’un yılanlı asası, (kadüse), hekimlik mesleğinin bir sembolü olarak bugün bile güncelliğini korumaktadır.(2) Kadüse ve Arş horozu?!
Daha önceki yazılarımızda Arş horozu üzerinde etraflıca durmuştuk. Arş horozunun başı arşı kaplamış, ayakları yerin yedi kat altında, kanatları ise doğu ve batıyı kuşatmış bir şekilde tasvir edilmişti. Bu tasvirin kadüse ile ilişkilendirilebilir olması çok zengin tedai açılımlarını da beraberinde getirmektedir. Yeri geldikçe üzerinde duracağız.
Kadüse olarak bilinen kadim sembol; bir asa ve onun en tepe noktasında konuşlandırılmış yuvarlak bir halka ve halkanın hemen altında iki kanat ve kanatlara doğru hareket halinde asanın gövdesine sarmaşık yapacak şekilde dolanan iki yılan… Kadüse bütünlüğündeki asanın ana gövdesi “toprak”, asanın tepesindeki yuvarlak halka “akaşa”, kanatlar “hava”, yılanlar ise “su” ve “ateş” olarak sembolize edilmiştir(3)… Asanın gövdesinde sarmaşık şeklinde konuşlandırılan iki yılandan birinin “ateş”, diğerinin ise “su” olarak tavsif edilmesi ilkin ruh ve bedeni, daha sonra da kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutublarından birinden birinin gerçekleştirilmesine dair bir oluş sürecini, en önemlisi de, “küllî ruh” ile doğrudan ilişkili olarak, “zıt kutuplararası muvazenenin üstün nizamı”na duyulan ihtiyaca dair bir işaret olarak algılanabilir… İçe içe geçmiş mânâlar yumağı hâlinde bir tür matruşka ve/veya kuantum fiziğinin en önemli mevzularından biri olan hologram teorisini hatırlatan durumlar! Ayrıca biyolojik gen(4) haritasını hatırlatan durumlar da söz konusu!
Kadüse’deki asa’nın Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten getirdiği asa ile ilişkilendirilebilir olması mümkün olduğu gibi, ruhun tecelli ettiği suret halinde bedenle de ilişkilendirilebilir gözükmektedir. Asa, “Bir” veya “Elif” olarak da okunabilir... Yılan ise, “dirilik; canlılık; yaşamak; sağlık” mânâsına hayat ile doğrudan ilişkilidir, denilebilir... Bilindiği üzere, “Allah kendi Zât-ı Ehadiyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır.” Yılan sembolizmi, Bir’in çevresinde dolanmak zorunluluğundan hareketle, daha doğrusu Bir’e olan zorunlu ihtiyacından hareketle kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birinin gerçekleştirilmesine dair iki zıt mânânın (dünyevî ve uhrevî, ruhanî ve nefsanî, mümin ve kâfir) varlığına bir işaret olarak algılanabilir!.. Birbirine zıt olmakla birlikte, “bir şeyin aynı, aynı olduğu şeyden başkadır” hakikati çerçevesinde birbirinin aynı, fakat birbirine muhtaç iki zıt mânâ veya hayat!.. Biri olmadan diğeri olmuyor. Ruh ve beden dualizmi! Ruh ve nefs, iyi ve kötü, mümin ve kafir!.. İki yılan; iki hayat; iki insan; kadın ve erkek veya “insanî hakikat”; siyah ve beyaz; doğu ve batı; “hafakan”; Moro Destanı-Aydınlık Savaşçıları ve Büyük Doğu ve İBDA!.. “Cevn: Siyah. Beyaz. “Malik Hikmeti”: 59: Mehdî.”
Salih, “kara yılan” demektir… Bu çerçeveden olarak; “Hayyat-Terzi. Dikiş diken sanatkâr: 620: Kureyşî… Telkif-Telkin etmek: 620: Ta’mik-Derinleştirmek. Derin kesmek. İnceden inceye araştırmak; Esasına varacak usulde olmak… Hayye-Yılan. Çoğulu, “Hayyat”: 1023: Salih Mirzabeyoğlu…”(5)
İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl tarafından, “İstikbâl İslâmındır” mânâsı üzerinden ilkin Ümmet-i Muhamammed’e, daha sonra da “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” takdim yazısı ile topyekûn insanlığa müjdelenmiştir. Buradaki merkezî kavram Kust’dur. Kust’un “Topalak otu” ve bunun da Ud-i Hindî ile bağlantısı üzerinde daha evvelki yazılarımızda durmuştuk. Bu bölümde de Ud-i Hindî hakkında birkaç bir şey söylemeyi uygun buluyoruz.
Hadîs meâli: “Size bu Ud-i Hindîyi tavsiye ederim. Çünkü onda yedi şifa vardır. Onunla, boyunda acılı olan Uzza hastalığında (burun vasıtasıyla) tedavi yapılır. Onunla Zâtül Cenb’den (ağızdan dökülür) kurtulunur.”
“Zâtül Cenb: Akciğer veremi. Akciğer zarı iltihabı… Cenb: Yan taraf. Koltuk altının aşağısı. Def etmek, kovmak. Muştak olmak. Bir yere gitmek için bir yere inmek. Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muzdarib bulunmak. Büyük ve çok olan. Engin taraf. Şetmekmek, söğmek… Zât: Hürmete lâyık kimse. Kendi. Öz, asıl. Ehil. Sahib… Zâtî: Zâta mensub. Kendisine ait, kendi ile alâkalı, hususî. Özel… Ûd: Ağaç, odun. Meşhur bir sazın adı. Bir hoş kokulu buhur. Ağaç parçası. Budak… Hindî: Nehir insanları. Hind’e mensup. Bir kuş cinsi. Vücutta, hususen yanakta bulunan nokta, “ben”… Ben malûm… Malûm; kader… Kader; sır…”(6)
Not: Uzza hastalığı?.. Uzza; Lat ve Menat’la beraber Cahiliye Arapları tarafından Tanrı’nın kızları olarak tapınılan 2. tanrıçanın adıdır. Petralılar onu eski Yunan’ın Afrodit ve eski Roma’nın Venüs’üne denk tutarlar. Uzza, (Afrodit ve Venüs örneğinde olduğu gibi) sevgi, aşk ve muhabbet tanrıçası olarak kabul edilen bir tanrıçadır. Kısacası Uzza, putlardan bir puttur! Söz konusu put, kadın olması hasebiyle aklın ürettiği bir fikir veya düşünce, dolayısıyla da nefsânî bilgiden mütevellid nefs putu olarak da okunabilir. Bu arada, Cahiliye döneminin müşrik Arap şairleri, güzellik tanrıçası Uzza’ya seranat vaz’eden şiirler söylerlerdi.
Not: Yukarıda kadüsedeki yılanların sarmaşık hâlini, “sonsuzluk” işaretine benzeyen yönüyle, biyolojideki “gen haritası”na benzetmiştik. Bunun Ud-i Hindî ile olan ilişkisine de vurgu yapmıştık. Peki; Ud-i Hindî ile Ginseng(7) arasında herhangi bir ilişki var mıdır, yok mudur? Ud-i Hindî ve Ginseng? Şekil itibariyle birbirine çok benzeyen bu iki bitki kökü arasında herhangi bir ilişkinin var olup olmadığı bizce araştırmaya değer bir mevzudur. Çünkü İngilizce ginseng (Çince rénshēn 人蔘) “Çin kökenli bir bitki, adamotu” sözcüğünden alıntıdır… Adamotu (dolayısıyla da Âdem otu!) olarak da bilinen ginsengin, kanaatimizce, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten getirdiği Ud-i Hindî ile ilişkili olma ihtimali çok yüksektir. Bu arada, Güney Kore’de yetiştirilen kırmızı ginsengin “insan” patenti üzerinden piyasaya sürüldüğünü söyleyelim. Ginsengdeki “gin” kelimesini genizden okunmuş olarak kabul edersek “kin”, dolayısıyla da “varlık” mânâsından hareketle “Ol!” emri mânâsına “kûn”, “yol” mânâsına “din” ve “biyolojik seyir” mânâsına “gen” olarak okumaktan yanayım. Derdimiz ne ud-i hindî ve ne de ginsengdir. Anlaşılmıştır sanırım, bütün derdimiz, “İBDA, beşer zekasının sekreteridir” hakikatine tevafuk eden veçhesiyle, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten getirdiği Ud kokusu (Heylele!) ve bunun Kust ile olan yakın ilişkisidir.
Ümmi Kays: Süt emen oğlumun bademcik hastalığını kendim tedavi etmiştim. Allah Resûlü’nün huzuruna girdiğimde, bana şöyle buyurdu, (meâlen):
“Niçin çocuklarınızın boğaz hastalığını, elle sıkıp, acıtarak tedavi etmeye çalışıyorsunuz? Şu “Ud-i Hindî”yi kullanmaya devam ediniz. Çünkü bu “Hind bitkisi”nde yedi türlü şifa vardır. Zatu’l-Cenb hastalığının ilacı ondadır. O, uzre denilen boğaz hastalığı için buruna çekilir. Zatu’l-Cenb hastalığı için de, (su ile) hastaya ağızdan verilip içirilir.”(8)
Uzre: Bademciğin iltihablanması ve şişmesi.
Not: Uzre kelimesi udre olarak okunabilir mi?.. Udre?.. Ud ve Re?
Ud-i Hindi (Kust), Topalak otuda denilir.
Ud-i Hindi, siyahca ve daha hareketlidir. Ud-i Bahrî ise beyazdır.
Not: Ud-i Bahrî… Beyaz, mücerredin rengidir… Tedaisi, Büyük Doğu Mimarı’nın İBDA Mimarı’nın “Bütün Fikrin Gerekliliği -İktidar-Siyaset-Hareket” isimli eseri hakkında söylediği: “Mücerred fikir istidadı tamam!”
Not: Enfiye gibi buruna çekilerek şişmiş bademciğin tedavisinde kullanılan Ud-i Hindî ile, Descartes tarafından “ruh ve bedenin buluşma noktası” olarak görülen epifiz bezi (gudde-i sanevberi) arasında bir bağlantı olup olmadığı araştırmaya değer... Bilindiği üzere bademcik, gırtlakta yani boğazda yer alır. Boğaz, nefes alma-verme yeridir. Diğer bir ifadeyle de solunum sistemi yoludur. Saf hava (oksijen-azot) içeri alınır ve kirli hava (karbondioksit-azot) ise dışarı atılır. Saf ve kirli hava, birbirinin zıddıdır ve ruhî ve bedenî olana birer işaret olarak kabul edilebilir. Ruhî olan içeri alınır, bedenî olanı ise dışarı atılır. Bu tür bir tahliye insanı diri ve canlı tutar. Alınan saf hava (oksijen) ve dışarı atılan kirli hava (karbondioksit) ile insan hayat bulur. Bu aynı zamanda ruhun tezkiyesi ve nefsin terbiyesine de bir işarettir. Faydalı olan içerde tutulmuştur, zararlı olan ise dışarı atılmıştır. Boğaz, havanın iniş ve çıkışına, dolayısıyla da ruhun iniş ve çıkışa da yataklık eder. Boğaz aynı zamanda iki şeyin arasında yer alır ki bu da onun berzah keyfiyetine bir işarettir. Bu arada, “can boğazdan gelir” darb-ı meselini de hatırlatmak isterim; çünkü can aynı zamanda “ruh” mânâsınadır ve ruh, zâti keyfiyeti itibariyle ölümsüzdür. Bergama Asklepion’unun kapısında niçin “Buraya ölüm giremez” levhasının asılı olduğunu bir de bu yönüyle düşünmek gerekir.
Dipnotlar
1*https://issuu.com/uguner/docs/azra_erhat_-_mitoloji_sozlugu
2*http://yunanmitolojisi.blogspot.com.tr/2007/10/asklepios-aesculapios.html
3*https://gizliilimler.tr.
4*Gen, bir kalıtım birimidir. Bir kromozomun belirli bir kısmını oluşturan nükleotid dizisidir. Popüler ve gayrıresmi kullanımda gen sözcüğü, “ebeveynden çocuklarına geçen belirli bir karakteristiği taşıyan biyolojik birim” anlamında kullanılır.
5*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-tasarruf-ahlaki-397-h3940.html
6*Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, -Ufuk ile Hafiye-, İBDA Yayınları, c. 3, İstanbul, sh. 461.
7*Dünyada en çok bilinen bitkiler arasında yer alan ginseng, Güney Kore’nin ihraç ürünlerinden biridir. Çok meşhurdur ve çok kullanılır. Başlıca etkisi afrodizyak oluşudur. Uyarıcıdır, düşünme kabiliyetini arttırır ve hafızayı güçlendirir. Literatürde Amerikan ginseng ve Sibirya ginseng olarak ikiye ayrılır. Dünyada bilinen en yaygın türü ise kırmızı Kore ginseng çeşididir. 7 yılda yetişir. 7 yıl sonra hasadı yapılır.
8*Müslim, C.7. H.no:2214
Baran Dergisi 588. Sayı
Asklepios ve Horoz Borcu (8)
Osman Temiz
Yorumlar
Trend Haberler
Üstad Necip Fazıl ve müzik
Torunuyla "gözlerinin içini öperek" vedalaşan Halid dede şehit oldu
15. Dergi Günleri "Bi' Dünya Dergi" Taksim'de düzenlendi
Suriye'de son durum! Suriye'de toplu mezarlık bulundu!
“Türkiye’nin Kobani’ye operasyonu yakın”
Esad’dan sonra sırada İran mı var?