Yüzyıla yakın bir zamandır İncil dili (İngil-izce) bütün okullarımızda ilköğretimin 4. sınıfından başlamak üzere çocuklarımıza öğretilmektedir. Hatta bununla ilgili onlarca üniversitede filoloji bölümleri açılmakta, kariyer yapmak isteyenler İncil dili (İngil-izce)nden sınava tabi tutulmaktadır. Arapça öğretmeni olacak bir kişiyi bile İncil dili (İngil-izce)’nden sınava almak gibi garabetler yaşanmaktır. Buna rağmen 10 milyon kişinin konuştuğu bir dil olan Kürtçe (Kurmanç) eğitimi verilen, son günlerde Mardin’de açılan bir bölümü saymazsak hiç yoktur. Hiç kimsenin konuşmadığı Hititoloji bile var ama Kürtçe yok.
Dil bir milletin hafızasıdır, dili inkâr bir milletin hafızasını inkâr etmektir. Dili ırkileştirmekte bir o kadar tehlikeli ve dili kısırlaştırarak yok etmektir. Nitekim son 80 yılda Kemalist batıcılarca Türkçe’nin getirildiği nokta ortada. Kimse birbirini anlamıyor, ortada bir dil var ama bu kesinlikle o zengin bir alt yapısı olan Türkçe değil. Türkçe, Arapça ne varsa yasakladılar, hem yazılı hem sözlü, bu yasaktan Kürtçe’de payını aldı. Elbette ki bu çok acımasızca bir olaydı. Diğer yandan asimilasyonun en yüksek yaşandığı ve Kürtlerin %98 oranında kendi milli kültürüne yabancılaştığı tek yer olan Sovyetler Birliği’de bu şiddet bir asimilasyon olmasının en büyük sebebi Kiril alfabesinin zorla benimsetilmesi ve yazılı Kürt hafızasının tamamen silinmesi ve tahrif edilerek genç dimağlara sunulmasıdır. Bu sebeple dil önemli olmakla beraber asıl olan o dilde ne ifade edeceğin, neyi söyleyeceğindir. Meselemiz bu değilse ortaya Sovyet Batılılaşması gibi bir şenaat örneği çıkar ki, Ermenistan’da yaşayan Kürtlerin yaşadığı trajedinin benzeri kaçınılmaz olur. Kürt kimliği reddedilir, Müslüman Kürtler göçe zorlanır ve kim kendini ifade etmek istiyorsa, Yezidi dili’ ve kültürü üzerinden ifade etmesi istenir. Malum olduğu üzere Yezidilik içinde Türk-Kürt-Arap barındıran, İslâm dışı sapık bir topluluktur. Yazımızın muhtevası açısından uzatmak istemiyorum. Babanzade Îsmaîl Hakkı’nın 1913 yılında “Hêvî Cemiyeti”nin üyeleri tarafından çıkarılan Roji Kurd Dergisi”nin 2. Sayısında yayınlanan bir yazı mevzuumuz açısından oldukça dikkate değerdir. O yazıdan;
“Dil, eskiden beri sözünü ettiğimiz gücün yardımcısı ve işareti olmalıdır. Kürt, Kürtçe'yi okuyup yazınca dinini terk edemez. Zaten bizce şu açıkladığımız yüksek amaca fesat karıştırılmazsa, ister istemez en menfaatli sonuç elde edilir. Türkler, dillerini devam etmekle (tedvin) İslamiyet’ten ayrıldılar mı? Acemlerin dili kendilerini İslamiyet’e düşman mı etti? İslami milletler için yegane ilke, yegane kurtuluş önderi şudur: Öncelikle Müslüman, sonra Arap, Türk, Kürt veya Acem...
Türk bilmelidir ki; Türkçe dil ve edebiyatı ileri götürerek Türk unsurunu manen yükseltmekle aynı zamanda İslamiyet’i yükseltmiş olacak. İslamiyet’i yükseltecek, yani yine kendine hizmet edecektir. Bunun gibi Arap ve Kürt de bu kesin gerçeği bilmelidir.
Mesele bu şekilde konu olunca; Türk'ün Kürt'e, Kürt'ün Türk'e, Arab'ın Kürt'e, dil konusunda muhalefet değil, yardım etmesi bir gereklilik, bir dinin farzı halini alır. Çünkü Kürdün dil açısından dil yüzünden toplumsal bakımdan ve uygarlık açısından yükselmesiyle bütün İslamiyet ve dolayısıyla Türk, Arap ve diğerlerine de iyi olur. Sorunun bu şekli çözümü ayrılığa değil en meyveli ve feyizli bir yardımlaşmaya yol açar.”
Son yüzelli yıldır İslam coğrafyası Batı ve Yahudi kuşatması altında bir o yana bir bu yana sallanarak sürekli kuşatma altında tutulmakta, fikirler ve ruhlar kıskaca alınarak, her defasında yeni ve farklı bir mevzu ile kitlelere gerilim yaşatılmakta ve bu coğrafyanın insanının sağlıklı bir yapıda düşünmesine fırsat vermemektedir. İslam Davasını salt başörtüsü ve bir takım kamu görevlerinde yeralmak seviyesine indirgeyerek nasıl fikirsiz İslamcıları Laik Batıcı rejime entegre etmeye muvaffak oldular, benzer şekilde yine hakiki İslam Davasından uzak, fikirsizlik hastalığına müptela olmuş bir takım zevatın Sovyet Batılılaşmasının getirdiği gayesizlik sebebi ile Batı ve Yahudi’nin açık seçik zulmü görünmezleştirilerek salt bir dil, bir iş ve beylik meselesine dönüştürülmüştür. Ve sırf bu sebepten ve kısır döngüden, yani uzun soluk ve boş boş Kürt-Türk gevelemelerinden Anadolu insanı asıl gayesinden uzaklaştırılmaya, yepyeni bir nizam ve insan arzusu köreltilmeye ve Batıcı rejimlere entegre edilmeye çalışılmaktadır. Kürt daha özce Türk’ün sokulduğu Batıllılaşma-yozlaşma sürecini hızlandırılmış bir şekilde günümüzde yaşamaktadır. Bunu ise sanki bir onur ve şeref mücadelesi gibi yapmakta, kendisine ve toplumuna hızla yabancılaştığını, onlardan uzaklaştığını ve topyekun Kürt Milleti’ni Milli Kültür ve Ahlak anlamında uçuruma sürüklediğini fark edememektedir. Bunda elbette tek suçlu Sovyet Batılılaşması yaşayan ulusalcı Kürtler değildir aynı zamanda bu suça sözde İslamcı! bazı çevrelerde, hadiseye Kemalist gözlükle, ırkçı kavmiyetçi kafayla bakmayı ibadet zanneden Sahte İslamcılarda ortaktır.
Nihai söz; Mevzuu Allah ve O’nun yoluna pazarlıksız bağlılık olsun; bu ister Türkçe olsun, ister Kürtçe olsun, ister Ermenice, ister Arapça, isterse Boşnakça, ne fark eder? Ne değişir?
Baran Dergisi, 256. Sayı