Hüseyin Ağa Camii... Beyoğlu’nun tek camisidir o... Nazım Hikmet’in bile oraya yakıştıramadığı bir münzevi... 1970’lerde, haftada bir gün, Cuma günleri Abdülhakim Arvasî Hazretleri’nin vaaz verdiği cami... Üstad Necib Fazıl’ı Abdülhakim Arvasî Efendi Hazretleri ile buluşturan ilk mekân... Yanında ressam Abidin Dino, huzura varışlarını şöyle anlatır Üstad Necib Fazıl:

- “Cami… Girince sol tarafta, yerden bir iki basamak yüksekliğinde, balkonumsu bir yerde, ilk bakışta esmer, sarıklı, beyaza yakın kır ve uzun sakallı bir zat… Önünde, kitabını koyduğu küçük bir yer masası… Etrafında, diz üstü veya bağdaş kurup oturmuş bir küme insan… 

Aralarına geçip oturduk. 

Kısık, donuk, birden bire ahengi anlaşılamayan peçeli, zarflı bir ses… Fakat son derece tesirli… Tane tane konuşuyor; ve kelimeler, cümle içinde, yakından çekilip bütün sinema perdesini dolduran bir şekil gibi, büyük bir hacme bürünüyor. Hem yakından kelimeleri, hem de uzaktan cümleleri görüyorsunuz. Şîve, Şark Anadolusu… (…)

Vaktimiz gelmişti.

Yanlarına sokulduk.

Başlarını kaldırıp o anlatılmaz gözlerini üzerimize diktiler. 

Ben atıldım:

- Affınızı rica ederiz efendim; ellerinizden öpmek saadetine erebilir miyiz?

Gözleri, gözleri, daima baktığı şeylerin ilerisindeki, ötesindeki bir “görünmez”e bakan gözleri üzerimizde…

Baktılar, baktılar ve ne gördülerse gördüler.

“- Biz Eyüp Sultan’da oturuyoruz, dediler; Gümüşsuyunda, ne zaman isterseniz buyurun!”

Devlet!..

Evlerine, yuvalarına çağırılıyorduk.

Kabul edilmiştik.” (Necip Fazıl Kısakürek, O VE BEN, Büyük Doğu Yay., 1978, s. 89-90)

Sanki bu cami, bu tarihî buluşma için inşa edilmiştir. 

Peki, kimdir bu camiyi yaptıran?..

1594 yılında Galata Sarayı ağalarından Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırıldığı bilinen cami, ilk yapıldığında kubbeli imiş, şimdi ise düz damlı. Zamanla harab olan cami, II. Mahmud tarafından tadil edilmiş. Şadırvanı da Mimar Sinan tarafından yaptırılmış.

Bugüne gelince... 

Demirören AVM’nin inşaatı sırasında tahrib olan Ağa camii, yine Demirören grubu tarafından restore edildi. Yaklaşık üç yıl ibadete kapalı kalan caminin, her nedense AVM inşaatının verdiği tahribat nedeniyle değil, Gölcük depreminde gördüğü zarar nedeniyle restore edildiği söyleniyor. Gazetelerde boy boy haberi yapılıyor; 2.5 milyona mal oldu, tarih yeniden hayat buldu, şeklinde. Fakat, öyle mi gerçekten?.. 

Caminin tarihî görünümünü kaybettiğini, kendine has hususiyetlerinin yok olduğunu söylüyor mimarlar. 400 yıllık Ağa camisinin, bugün o 400 yıllık izlerini kaybetmiş olarak yeniden ibadete açılmasına sevinmeli miyiz o hâlde? Yanıbaşında dikilen devasa AVM’nin gölgesinde, geçtiğimiz Cuma günü Bülent Arınç tarafından “görkemli” bir şekilde ibadete açılan Ağa Camii, artık eski Ağa camii değil çünkü.

Mimar Korhan Gümüş şöyle diyor:

- “Bu bir restorasyon değil, rekonstrüksiyon çalışmasıdır. Doğramalarıyla, saçaklarıyla, kafa penceresi dediğimiz üstteki pencereleriyle her şey tamamen kurmaca, taklit bir model esas alınarak yapılmış. Camiye 19. yy sonunda, 20. yy başında yapılan tarihî belge niteliğindeki eklemeler silinmiş. Pimapen gibi pencereler takılmış, herhangi bir doğramacıda yapılmış gibi uyduruktan doğramalar yapılmış. Basmakalıp bir müteahhit çalışmasıyla restorasyon yapamazsınız. Cami’deki tüm tarihi izlerin korunması gerekiyordu.” 

Velhâsıl, bu yeni cami, ne Üstad Necib Fazıl’ın kürsüsünde Abdülhakim Arvasi Hazetleri’ni dinlediği, kapısında ellerine tutunduğu camidir, ne de Nazım Hikmet’in genç yaşında yazdığı şiirdeki cami:

“Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster

Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer

Bir gün harap olmazsa türkün kılıç kınıyla,

Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!”

Uzun lafın kısası, güya “restore” edilen, fakat esasında AVM’ye kurban edilen Ağa Camii’nin hesabını kim verecek?..




Baran Dergisi 372. Sayı