Amerika ve Diğerleri
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları insanlığın kaybettiği nizamı, ruhunu arayışın bir tezahürüydü. Her iki savaş da pek sancılı geçmesine mukabil insanlığın bilerek-bilmeyerek arzuladığı (ideal) sisteme doğru bir yol açamadı; bilakis, II. Dünya Savaşı’nın ardından tesis edilen düzen birkaç milletin diğer bütün milletlerden daha üstün olması üzerine kuruldu. Nitekim Milletler Cemiyeti’nin bu yapısı ileride, bugün “Domuzlar Diktatöryası” diye ifade edilen BM’ye dönüştü.
Özellikle 1930’lardan sonra Komünizmanın Avrupa’ya sıçraması ideolojik olmaktan öte ruh nizamını arayan dünyanın rehavetinden bunalmasının işaretiydi. 1980’lere gelindiğinde gücünün zirvesine ermiş olan ABD bütün dünyayı hegemonyası altına alacak tüm (prosedür)leri yerine getirmiş ve “iki kutuplu” diye tarif edilen dünyanın (Jandarma)sı olduğunu ilan etmişti.
İslâm Dünyası
Üstad Necip Fazıl’ın teşhisiyle “ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle süsleyici” Osmanlı’nın sonrasındaki zaafları içten içe büyüyerek önce donma ve sonrasında ise taklitçiliğe; ardından ise büsbütün mahkûmiyete dönüştü. Osmanlı’nın hilafeti temsil ediyor oluşundan mütevellit dünyada kendisinden başka İslâm’a nisbetle hareket eden başka bir devlet yoktu. Böyle olunca da, Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte İslâm dünyası büsbütün dağılıverdi.
İki Dünya
İnanç bakımından bugünkü dünyayı kabaca tasnif edersek “İslâm dünyası ve diğerleri” terkibine varırız. Şu basit misal bile bugün dünyanın nasıl bir eşikte olduğunu hissettiriyor: evvelden Latin Amerika hakkında yazılan kitapların çoğunluğu sosyal adaletsizlikle alakalıyken bugün “Latin Amerika’da İslâm’ın Yükselişi” tarzında onlarca kitap yayınlanmaktadır. Hakeza, aynı durum Avrupa ve diğerleri için de geçerlidir.
Batı’nın Paradoksu
Bugün tarımdan uzay mekiğine kadar el atmadığı ve (kolektif) çalışan kafasından ötürü maddi planda sistematiğini neredeyse bulmadığı saha kalmayan Avrupa bir nevi hayvanî sıhhat diyebileceğimiz bir hastalığa tutulmuştur.
İsrail ve Amerikan (propaganda)sı altında (Hitler)’i lanetleyen Avrupalı, onu lanetlemekte o kadar ileriye gitti ki, onun şahsında kendi heyecanını da köreltmek zorunda kaldı. Caddesinde bir tek çöp dahî bulamayacağınız, kahve pişirmeyi dahî sistematize edecek kadar medenileşmeyi başarabilmiş Avrupa, aynı zamanda uyuşturucu, alkol, intihar ve gayesizlik batağının da merkezidir. Avrupa’nın “bitikliğini” (net) bir biçimde gösteren ve hiçbir tevile yer bırakmayan şu hâdiseye ne buyrulur: Avrupalı gençler yüksek doz uyuşturucuyla ölmesin diye kiliselerin birçoğu uyuşturucu bağımlılarına bedava uyuşturucu dağıtmaktadır. Salih Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl’dan devamlı altını çizdiği hususlardan birisi: “Çözdük her müşkülü derlerse de ki, sonunda VAR OLMA müşkülü kaldı!”
İslâm Dünyası’nın Temel Problemi
Dünya üzerindeki tek İslâm’a nisbetle hareket eden devlet (Osmanlı İmparatorluğu) var kalmak için kendisini “Türkiye Cumhuriyeti” çatısı altında toparlayınca olanlar oldu ve Üstad Necip Fazıl’ın “en son yarım asrını da, Türk’ü madde planında kurtardıktan sonra ruh planında helak edici” dediği döneme girildi. Başsız kalan İslâm Dünyası 1923’ten bugüne dek uzanan ve pek sancılı diye ifade edebileceğimiz anlayış eksikliğinden kaynaklanan İslam’ı anlama (paradoks)una saplandı. İtikad bakımından –sapık fırkalar hariç- (net) bir görüşü olan İslâm dünyası, inandığını tatbik hususunda tarihi boyunca ilk defa rotasız kaldı. Hülefa-i Raşidin’den sonra Emeviler, Abbasiler, Memlükler, Eyyûbîler, Selçuklular ve Osmanlı devletleriyle İslam’a nisbetle anlayışlarını tezahür ettiren İslâm dünyası, yani bütün ümmet, tarihinde ilk defa hâl izahını yapamayacak duruma düştü. İnanç ve ona nisbetle ahlâkı yerli yerine oturtamadığından, bugün de hâlen sıkıntısı çekilen anlayışsızlık duvarına tosladı.
Son bir asırdır bütün İslâm dünyasının temel problemi, bahsettiğimiz vasıta sistemi örgüleştirememiş olması ve maalesef böyle bir gerekliliğin ihtiyacını bile duyamayacak kadar kendini kaybetmiş bir vaziyete sürüklenmesidir. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu fikriyatı, İslâmî anlayışı yenilemenin nazariyesini oluşturmakla kalmıyor, onun tatbik imkanının da peşine düşüyordu. Necip Fazıl’ın “İslâm yenilenmez anlayışı yenilemek gerek!” diyerek örgüleştirdiği fikir sistemi, “izahını” Salih Mirzabeyoğlu’nda buldu ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu İBDA fikriyatıyla “Yürüyen Büyük Doğu-İBDA”yı inşaa etti. Böylelikle İslâm Dünyası kendisinin bir türlü çözemediği temel probleminin ne olduğunu da “İslam’a Muhatab Anlayış” ile öğrenmiş oldu.
Netice
Dünya bugün baştanbaşa kendini yenilemenin arefesindedir; İskandinavya’dan Güney Afrika’ya, İngiltere’den Hindistan’a, Brezilya’dan Çin’e, Avusturalya’dan Türkiye’ye dek uzanan problemler silsilesi dünyaya kendini yenilemesinin gerektiğini ihtar etmektedir. ABD’nin başını çektiği ve Batı’nın sistematiğini kurmak için kendisine yataklık ettiği “Yeni Dünya Düzeni” denilen aldatmacanın fiyasko olarak neticelenmesi de, olmaması için her yol denenen “İslâm’a Muhatab Anlayış” dâvâsının vaktinin geldiğini göstermektedir.
Baran Dergisi 451. Sayı
Baran Dergisi 451. Sayı